Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Bağlanma, inanç ve güven

Emniyet içinde olma duygusu insanın hayatında önemli bir husustur. Küçük yaşlardan itibaren insanın hayatında yer almaya başlar. İnsan kendini güven içerisinde hissettikçe mutlu olur. Bu nedenle kendini güven ve emniyet içerisinde hissedeceği ortamları bulmaya veya oluşturmaya çalışır. Güven içinde olma arayış ve çabası, çoğu zaman yanlış yer ve ortamlarda gerçekleşmekte ve insanın hayal kırıklığına uğramasına neden olmaktadır. Zira güven ve emniyet arayan insan, doğru mercii bulamayınca güven içerisinde olması bir yana tedirginliği kat bekat artmaktadır. Allah’ın ilahlığı ile yetinmeyip Allah’tan başka varlıklara ilahlık yakıştırmaya çalışanların durumu ve nasıl bir güvensizlik içerisinde olacakları şu şekilde tasvir edilir: “… Allah'tan başkasına tanrılık yakıştıran kimse, gökten savrulup düşen, kuşların didikleyip kapıştığı yahut rüzgârın uzak, ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer.”[1] Ayette de ifade edildiği gibi emniyet ve güven bir tarafa, korku ve tedirginlik had safhada olacaktır.
Rahmetli Seyyid Kutub’un ifadesi ile ayette ifade edilen husus, Allah'a ortak koşanların durumunu dile getiren gerçek bir tablodur. Onlar da imanın yüce ufuklarından yokluğa, uçsuz bucaksız bir boşluğa doğru yuvarlanırlar. Çünkü insanın kendine güven duymasını sağlayan sağlam temeli kaybederler. Bu temel tevhiddir. Sığınabilecekleri güvenlik yurdunu yitirirler. Dolayısıyla sınırsız arzular, bitmez tükenmez ihtiraslar kapıp götürür onları. Rüzgârın sürüklemesi gibi asılsız kuruntular, karanlık bir boşluğa doğru sürükler. Çünkü sağlam bir kulpa bağlanmamışlar, sarsılmaz bir temele; kendilerini içinde yaşadıkları varlıklar âlemine bağlayacak bir temele dayanmamışlardır.[2]
İnsanı yaratan, onun fıtri ihtiyaçlarını, içeriden ve dışarıdan ona karşı yapılabilecek olan ayartıları bilen Allah Teâlâ, bu nedenle onu sahipsiz bırakmamış, güven, emniyet ve itminan içerisinde nasıl olabileceğini ona bildirmiştir. Zira güçlü bir otorite figürü insanlara emniyet ve güven duygusu verir. İnsanların ilah olarak kabul ettikleri güçlere atfettikleri özelliklere ve onlardan beklenilenlere bakılacak olursa bunlar rahatlıkla görülebilir. İnsanlar bir takım gerekçeler ve beklentilerle bir varlığı ilah edinirler veya ona ilahlık payesi verirler. Bir anlamda bu beklenti ve gerekçeler neden inandıklarını da ele verir. Bu anlamda birkaç gerekçeye bakmakta fayda vardır:

İnsanların bir varlığa ilahlık payesi verip ona bağlanma gereği duymasının temelinde yer alan hususlardan birisi, güç, şeref ve üstünlük elde etme arzusudur. “Kendilerine izzet/üstünlük/güç kaynağı olsun diye Allah’ın dışında ilahlar edindiler!”[3] İnsanların bir kısmı itibar elde etmek amacıyla, ilahlık vasfına sahip olmayanlara inanmakta ve onlara boyun eğmek­tedirler. Çünkü insanlar yaşadıkları çevreden ve onun kültüründen etkilenebilmektedirler. Bu etkilenme kişinin iradesini donuklaştırmakta, sele kapılan kişinin durumu gibi o kültür çevresinin akışına kapıla­rak şirk koşmasına neden olmaktadır. İtibar, güç, izzet ve şeref sahte tanrıların peşine koşularak elde edilmemektedir. Aksine izzet, şeref, güç Allah’a O’nun Resulüne ve müminlere aittir.[4]
Günümüzde de izzet, onur, şeref ve emniyeti yanlış adreslerde arayanlar, sadece onur ve izzetlerini kaybetmekle kalmayıp sahte tanrılık taslayan zamane firavunlarının ellerinde oyuncak haline gelmektedirler. Makam ve koltuklarını korumak için halklarının rızıklarını ve huzurlarını bunlara peşkeş çekmektedirler.

Bir başka beklenti ise, yardım beklentisidir. Bu beklenti daha çok huzur ve güven ortamlarının olmadığı ya da kişi kendisinin tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduğunu hissettiğinde kendini gösterir. “Onlar, kendilerine yardım ederler ümidiyle Allah’tan başka ilâhlar edindiler.”[5] Fakat bu ümit ve beklenti boşa çıkmakta yardım bekleyenler, diğerlerine hizmet eder hale gelmektedirler.
Dünya üzerinde de bu durumu rahatlıkla görmemiz mümkündür. Kendilerine yardım etsin ya da kendilerini kurtarsın diye davet edilen ve kendilerine umut bağlanılan egemen güçlere hizmet eder hale nasıl gelindiğini biraz tefekkür ederek rahatlıkla anlamak mümkündür.

İnsanları birilerine bağlanmaya sevk eden sebeplerden birisi de şefaat edilme ümididir. Üzerine düşeni yerine getirmeyen veya hak ettiğine rıza göstermeyenler hep kendilerini kayıracak, kendilerine hak etmediklerini verecek ve kendilerini düştükleri durumdan kurtaracak birini ararlar. Çoğu zaman gerçek anlamda yardım edebilme veya azaptan kurtarabilme yetki ve kuvvetinin yalnızca Allah’ta olduğunu unutarak bu işe kalkışırlar. “Allah’ı bırakıp, kendilerine hiçbir zarar ve fayda vermeyecek şeylere ibadet ediyor ve: ‘Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.’ diyorlar…”[6] Halbuki Allah’tan başka zararı engelleyebilecek ya da faydanın gelmesini sağlayabilecek bir güç yoktur. İlahlık payesi verilen sahte tanrı ve güçler de buna dâhildir. Zira, “Rahmân’dan özel bir söz almış olanlar dışında, hiç kimse bir başkasının kurtuluşu için aracılık edemeyecektir. Şefaat eden de, ancak O’nun izin verdiği ve gerçekten bağışlanmayı hak eden kimselere şefaat edebilecektir.”[7]
Sahte ilah ve güç odaklarına bağlanıp onlara inanıp emniyet ve güven içerisinde olacaklarını zannedenler, “Allah'ın gücünü gereğince kavrayıp değerlendiremeyenlerdir. Oysa Allah, her şeyi hükmü altında tutan en yüce iktidar sahibidir"[8] 
Emniyet, güven ve itminan yanlış mercilerde aranmamalıdır. Zira gönüller Allah’ı anmakla mutmain olur.[9] O’na yönelmek ve O’nun rehberliğinde/velayetinde yürümek insanı korku, tedirginlik ve hüzünden uzak tutar. Çünkü;
“İyi bilin ki,  Allah’ın dostlarına/onu rehber edinenlere korku yoktur ve onlar, üzülmeyecekler!”[10] 
[1] Hac 22:31
[2] Seyyid Kutub, Fi-Zilali’l Kur’an, Hac Suresi 31. Ayet.
[3] Meryem 19:81
[4] Nisa 4:139; Yunus 10:65; Fatır 35:10; Münafikun 63:8.
[5] Yasin 36:74.
[6] Yunus 10:18
[7] Meryem 19:87.
[8] Hac 22:74
[9] Ra’d 13:28.
[10] Yunus 10:62.