Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Cezayir zirvesi zorunlu ama ona giden yollar geçilmez görünüyor

Cezayir’de düzenlenmesi planlanan Arap zirvesinin zamanında gerçekleşeceğini şu ana hatta belki de hazirana kadar kesin bir şekilde söylemek mümkün değil. Zira genel olarak Arap dünyasının içinde bulunduğu durum açıkça daha da kötüleşiyor. Geçmişteki bazı zirvelerin  düzenlenmesini engelleyen nedenler, Şehitler ülkesinin (Cezayir) belirlenen tarihte ev sahipliği yapmayı hak ettiği bu zirvenin düzenlenmesini de engelleyecek gibi görünüyor.
Bunların ilki; sadece Cezayir’in merkezinde yer aldığı Arap bölgesinin değil dünyanın tamamının içinde bulunduğu durumun nedeni olan korona ya da “Kovid-19” adıyla bilinen felaketin ne zamana kadar devam edeceğinin bilinmemesi. Durum gittikçe daha da kötüleşiyor. Bazı tahminler, dehşetini artıracak bu korkunç durumun, yıl sonuna hatta belki de gelecek yıla kadar devam edeceğine işaret ediyor.
Cezayir şimdiden düzenlenmesi planlanan 31. Arap Zirvesinin ev sahibi olarak davranma hakkına sahiptir. Hiçbir Arap ülkesinin toprağı şehitlerin kanı ile yoğrulmuş bu Arap ülkesinin söz konusu zirveye başkanlık etmeyi hak ettiğine bir itirazı olmadığı kesindir. Ne var ki sorun, Arap gerçekliğinin, bir yüzyıl boyunca şahit olmadığı kadar kötü bir dönemden geçiyor olmasıdır. En büyük korku ve endişe, ulusal ve bölgesel düzeyde olsun bu siyasi bölünmenin zirveye yansımasıdır ki kesinlikle yansıyacaktır. Gerçek şu ki, Şehitler ülkesi hiçbir şekilde başarısız bir zirveye ev sahipliği yapmayı hak etmemektedir. Bilindiği gibi Araplar, Arap Birliği’nin 1945 yılında tesis edilmesinden itibaren birçok kötü koşul ve şartlardan geçtiler. Bu uzun yıllar içinde düzenlenen bazı zirveler tam anlamıyla başarısız olmuştu. En kötü zirveler, Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ın 1977’de İsrail’i ziyaret etmesi ve 1978 yılında Camp David Anlaşması’nı imzalamasından sonra Mısır olmadan düzenlenen zirvelerdi. Dediğimiz gibi geçmişte de bazı eksik ve başarısız zirveler gerçekleşti lakin özellikle rahatsız edici iç durumlarla karşı karşıya olduğu bir zamanda Cezayir’de düzenlenecek zirve böyle olmamalıdır.
Çağdaş Filistin devrimi, bildirisi 1965 yılı başında Beyrut’ta hazırlanıp yazılmış ve 1963 yılında  Baas Partisi’nin bir darbe gerçekleştirdiği Suriye’nin resmi radyosu tarafından yayınlanmış olsa da doğruyu söylemek gerekirse aslında Cezayir’de doğmuştur. Bu yüzden Filistin liderliği Kahire, Bağdat, Beyrut, Şam, Amman, Sana ve diğer bazı Arap başkentleri arasında dolaşsa da en önemli Filistin ulusal konseylerini hep Cezayir’de düzenledi.
Bu noktada, eksik ve başarısız bir zirvenin Cezayir’e haksızlık olacağının altını çizmeliyiz. 27 Mart 2002’de düzenlenen son Beyrut zirvesi de dönemin Filistin devlet başkanı Yaser Arafat’ın yokluğunda düzenlenmiş olduğu için eksik bir zirveydi. Arafat’ın katılmamasının nedeni, İsraillilerin kendisini Ramallah’taki ofisinde kuşatmış olmasıydı. Yine bu zirvede Beşşar Esed –söz konusu zirveye katılan çoğu Arap lideri kendisine katılmasa da- Lübnan başkentinde düzenlenen zirveyi Suriye zirvesi sayılmasında diretmişti. Kısacası bu zirve, Yaser Arafat’ın zirveye katılamaması ve bunun için hazırlamış olduğu televizyon mesajının zirvede yayınlanmaması nedeniyle en iyi ve önemli Arap liderlerinin katılımına rağmen eksik sayıldı.
Bu sebeple Cezayir’de düzenlenecek 31. Arap Zirvesi de böyle olacaksa belirlenen tarihte düzenlenmemesi Cezayir, tarihi, halkının direnişi, şehitleri, evlatları ve torunları için daha iyi olacaktır. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi, Arap dünyası böyle bir trajik durumdayken ve Arap bölünmesi ve çöküşü daha önce ulaşmamış olduğu bir düzeye ulaşmışken başarılı bir zirve olması mümkün değildir. 1946 yılında Inshas şehrinde düzenlenen ilk zirveden, 2019 yılında Tunus’ta düzenlenen son zirveye kadar Arapların yaşadıkları tek bir kriz bile Cezayir’deki zirvenin iptal edilmesi veya ertelenmesi için yeterli iken Arapların içinde bulundukları düşmanı sevindiren ve dostu üzen durum hayli hayli yeterlidir.
Arap dünyası bir yüzyıl boyunca yaşamadığı kadar ciddi bir bölünme durumu yaşıyor. İran’ın açık müdahaleleri Irak’ı trajik bir duruma düşürdü. Lübnan’da karar mekanizması, Beyrut’un güney banliyösü, Suriye ve İran’ın eline geçti. Yemen, aslında bir İran olgusu olan Husi olgusu tarafından esir alınmış durumda. Açgözlü taraflar Libya’yı parçalayıp aralarında paylaşıyorlar. Sudan istikrarsız. En karmaşık ve en tehlikeli kriz ise Suriye krizi. Gerçekten ve fiili olarak bölünen bu Arap ülkesi şimdi farklı işgallerin çatışmalarına tanık oluyor: Rus işgali, İran işgali, Türk işgali, İsrail işgali ve ABD işgali… Suriye olmadan düzenlenecek herhangi bir zirvenin eksik olacağına kuşku yok ama burada şunu sormamız gerekiyor: Gelecek zirveye acaba hangi Suriye katılacak? Arap Birliği’nin kurucularından olan bu Arap ülkesinin kararı, tüm bu işgaller tarafından paylaşılmaya ve şimdi olduğu gibi kalmaya devam ettiği müddetçe bir Arap ülkesi olarak bir zirveye katılabilir mi?
Yaklaşık sekiz milyon Suriyeli, ülkelerinin dışında uzak ülkelerde ve kendilerini kabul etmeyen ülkelerin sınırlarında mülteci olarak yaşıyorlar. Bu da Suriye’nin Cezayir zirvesine – tabi düzenlenirse- katılmasının meşru olmayacağı ve katılsa da Suriye halkını temsil etmeyeceği anlamına geliyor. Bu bağlamda, daha da kötüsü Suriye’nin kararının ne Şam ne de Muhacirin Sarayı ve Beşşar Esed’in elinde değil Rus askeri üssü Humeymim ve son günlerde başkanlığını 2036’ya kadar uzatmayı başaran Vladimir Putin’in elinde olmasıdır.
Sonuç olarak, Suriye’nin Arap milliyetçiliği ile ilgili tüm alanlarda temel ve öncü bir rol oynayan bildiğimiz Suriye ile artık hiçbir ilgisi olmadığını göz önünde bulundurmalıyız. Suriye şimdi Arap Birliği’nin dışında ve geri dönüşü birçok gelişme ve değişken gerektiriyor. Bunun için ilk olarak bir Arap uzlaşısı olmalı ki bu, birçok bölünmeden muzdarip mevcut koşulların ışığında doğrusu zor hatta imkansızdır. Irak, Suriye, Libya, Yemen ve isterseniz Lübnan’daki durum, bunun iyi bir kanıtıdır.