Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

​Haddam, kasvetli tünel ve korona

Korona her şeyi ele geçirdi. Küresel köyün samanlığındaki ateş gibi yayıldı. Hükümetler ve vatandaşlar için kaygı verici bir korkuya dönüştü. Tek konu haline geldi. Güne gece işlemiş olduğu cinayetlerin miktarını kontrol ederek başlayıp yine son başarılarını yoklayarak uyuyoruz. Bu ikisi arasında ise maskeler takmış dünyanın görüntülerini izliyoruz. Uzmanlar ekranlardan bizlere öğütler veriyor. En kötüsünün daha yaşanmadığı, korona sonrasının öncesi gibi olmayacağı, değişimin ülkelerin konumunu etkileyeceği, küresel ekonominin bu eşsiz depremin faturasını ağır bir biçimde ödeyeceği, insani ilişkilerin de ayrıca izolasyon, karantina ve ötekinden korkunun bedelini ödeyeceği uyarısında bulunan sesler yükseliyor.
Tüm bunlara rağmen haftalardır yazılarımızı esir alan bu konudan kaçmak gibi bir isteğe kapıldım. Kendisinden kaçmak için bir gerekçe arıyordum ki eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdulhalim Haddam’ın sürgün yeri Fransa’da vefat haberini aldım ve aradığımı bulduğumu düşündüm. Korona zamanında ölmek ölümün katılığını, yalnızlık ve yabancılığı iki katına çıkarıyor. İnsanın tek başına sonu belli, karanlık ve kasvetli bir geceye itildiği inancını pekiştiriyor.
Haddam da koronanın lanetinden kurtulamadı. Son yolculuğunda kendisine oğullarından sadece biri eşlik edebildi. Havalimanları kapalı ve tedbirler sıkıydı. Salgın, yıllardır gurbetin esiri gibi görünen bu adamın yalnızlığını iki katına çıkarmıştı. 2005 yılında arkadaşı Refik Hariri’ye düzenlenen suikastı protesto ederek ülkesini ve rejim içindeki statüsünü terk eden adam, o günden bugüne kendisine başka bir statü, loca ya da makam bulamamıştı. Muhalif giysisini de giymeyi başaramamıştı. Uzun bir süre rejimin sularında yüzen, söylemlerini ve uygulamalarını destekleyen kişi imajı yakasını bırakmamıştı. Haddam ömrünü geçirdiği ülkedeki birikimini kaybetti ancak kaçmaya çalıştığı dünyada buna karşılık bir tazminat bulamadı. Fransa’daki ikametgâhında hep geçmişten bir adam gibi göründü. Hafız Esed dönemine ilişkin herhangi bir açık eleştiride bulunmaktan, camdan düşmekten korkan biri gibi sakınıyordu. Bu nedenle Suriye’nin başına gelenlerin sorumluluğunu sadece oğluna yüklemeye çalışarak babaya eleştiriler yöneltmekten kaçınıyordu.
Suriye siyasetinin bazı sırlarını bilenler, devlet başkanı yardımcısı unvanını elinde tutsa da Haddam’ın ülkeden ayrılmadan yıllar önce karar alıcı halkanın dışında kaldığını da biliyorlar. Bu aşamaya eşlik edenlerden kimisi babasının ölümünden sonra resmi olarak ülkeyi yönetmek için iki yıl beklemek zorunda kalsa da Beşşar Esed döneminin fiili olarak 1998 yılında, yani Emil Lahud’un Lübnan cumhurbaşkanı seçilmesi ile başladığına inanıyorlar. Bu, elbette Haddam’ın uzun ve zengin deneyimini ortadan kaldırmıyor. Zira Baba Esed’in Lübnan, Filistin, Irak gibi politikalarının propagandasına o da katılmıştı. Bu sivil Baas partisi üyesi, generallerin omurgasını oluşturduğu bir rejimde piyonları hareket ettirmekte, aktörlerin damarına kan pompalayıp sonra çekmekte usta bir liderin gölgesinde yaşama sanatını öğrenmekten kaçınmadı. Liderine ve başkanına son derece bağlıydı. Suriye’nin Lübnan ya da bölgedeki koşullara yönelik politikalarını benimsemeyi reddeden muhataplarına bu politikaları empoze etmekten, bunun için sert ifadeler kullanmaktan ve onları yaralamaktan çekinmezdi.
Ölüm haberini aldığımda Şam ve Paris’te kendisinden duyduğum bazı cümleleri hatırladım. Bir keresinde, Suriye’nin gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Lübnanlı politikacıların onun kendilerine yönelik sert ve haşin üslubuna dair eleştirileri hakkında ne düşündüğünü sormuştum. Bana şu yanıtı vermişti:
“Ben bir hayır kurumunu temsil etmiyordum. Çıkarlarını, güvenliğini ve istikrarını korumakla ilgilenen bir ülkenin temsilcisiydim. Ayrıca müzakerenin farklı yöntemleri ve sanatları vardır. Bilhassa diğer tarafı hızla taleplerini ya da çekincelerini azaltmaya itmenin, gerçek çıkarının uzlaşıya giden en kısa yolu seçmekte olduğuna ikna etmenin gerekliliğine inanıyorsanız. Kimi zaman güç dengesi aleyhinize olduğu için sert bir biçimde müzakere etmek zorunda kalırsınız. Burada karşı tarafı yanıltma hakkına sahipsiniz. Bu yöntemi büyük ülkelere karşı da kullanmıştık ve oldukça işe yarardı. Özellikle kişisel ve küçük hesaplarını iki ülkenin çıkarlarının ve büyük meselelerin önüne geçirmeye çalıştıklarında bazı Lübnanlı politikacılara sert davrandığımı inkar etmiyorum. Bu konuda çok şeyler duydum. Hiç kimseyi kışkırtmak istemem ancak izin verirsen sana kesin bir gerçeği hatırlatmak istiyorum. Biz, Lübnanlı bakanlardan ya da milletvekillerinden veya güvenlik yetkililerinden Encer’de (Lübnan Bekaa Vadisi) ikamet eden Suriyeli bir subayı bir referans olarak görmelerini talep etmedik. Onlardan kendisine günlük raporlar yazmalarını istemedik. Her zaman gönüllü olarak bir şeyler yapıp sonrasında sanki buna zorlanmışlar gibi eleştirenler olmuştur.”
Haddam, üzerinde durulması gereken bir diğer meseleyle ilgili olarak da şunları söylemişti:
 “Humeyni Irak’ta kalması imkansız olduğu için, Suriye’nin kendisini konuk edip edemeyeceğini öğrenmek amacıyla bize bir heyet göndermişti. Elbette, Suriye’de kalması hem kişisel güvenliğini güvence altına alacak hem de İran rejimi ile savaşını sürdürmesini sağlayacaktı. Aynı zamanda Iraklı Şiilere yakın olmaya da devam edecekti. Hafız Esed, Humeyni’yi konuk etmenin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini öngördüğü için bunu kabul etmedi. Temsilcilerine Cezayirliler ile temasa geçmelerini önerdik. Biraz tereddüt ettikten sonra kabul ettiler. Cezayirliler ile temasa geçtik. Cezayirliler tam kabul edecekken Fransa, Humeyni’yi topraklarında konuk etmekten memnuniyet duyacağı açıklaması ile bizi şaşırttı. Olaylar bu şekilde gelişti.”
Haddam, üçüncü önemli bir meseleye ilişkin de şu ifadeleri kullandı:
“İranlılar, şehir savaşlarında Iraklıların füze saldırılarına karşılık verebilmek için Suriye’den kara-kara füzeleri talep etmişlerdi. Ancak Hafız Esed kendi döneminin tarihe, İranlıların Iraklı şehirleri Suriyeli füzelerle vurulduğu dönem olarak geçmesini istemedi. İranlılara Libyalılar ile temasa geçmelerini önerdik ve buna teşvik ettik. Gerçekten de İranlılar Libya’ya bir ziyaret düzenlediler. Bu ziyaret ile hem İmam Musa Sadr’ın kaybolması meselesinin yarattığı gerginliği aştılar hem de Kaddafi’den bir cephane dolusu silah aldılar.”
Haddam değindiği dördüncü meseleye ilişkin de şöyle konuştu:
“Lübnan’da desteklediğimiz üçlü anlaşmanın bozulmasını beklemiyorduk. Eli Hobeyka kendi grubundan emindi. Bize, anlaşmanın askeri ayağının oluşturulmasına katılan General Mişel Avn ile koordinasyon içinde olduğunu iletmişti. Cumhurbaşkanı Emin Cemayel’e karşı ikisi birlikte eşgüdümlü hareket ediyorlardı. Samir Caca’nın Cumhurbaşkanı Cemayel ile anlaşarak darbenin liderlerine karşı bir kalkışmada bulunmasını beklemiyorduk. Bu, Avn’ı korkuttu ve geri çekilmesine neden oldu.”
Haddam heybesinde sakladığı birçok haber, sır ve gerçeklerle bu dünyadan ayrıldı. Susmayı seçti ve buna gerekçe olarak hatıratının hazır olduğunu ve yayınlanmak için uygun zamanı beklediğini öne sürdü. Son yıllarda Suriye’de yaşanan gelişmeler, kasvetli ve karanlık tüneldeki yaşamını pekiştirdi ve Haddam korona zamanında tek başına bu dünyadan ayrıldı.