Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Yolsuzluk salgını Kovid-19 salgınının çok önündedir

Bunun için zaman hiç de uygun değildi. Lübnan hükümetlerinin vaat ettikleri (ama hep vaatlerden ibaret kalan) ciddi ve gerçek bir reform planını hayata geçirmeleri karşılığında 11 milyar dolar değerinde yardım taahhüdünde bulunan CEDRE (Sedir) Konferansının üzerinden geçen iki yılın ardından Lübnan’da reformun gerçekleşebileceğine yönelik uluslararası güvenin tamamen yok olduğu elbette biliniyordu.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın, en azından buna dayanarak, geçen pazartesi günü bağışçı ülkelerin büyükelçilerini Baabda Sarayı’na davet edip Lübnan’ı desteklemelerini ve CEDRE Konferansında vaat edilen yardımı yapmalarını talep etmesinin hiç zamanı değildi. Çünkü ne ülkeleri kendi endişeleri, sorunları ve gereksinimleri ile boğan koronavirüs salgını zamanında Avrupa’nın durumu buna olanak tanıyor ne de Lübnan’ın kötü şöhreti ve güvenilir olmaması dikkatlerin kendisine yönelmesini mümkün kılıyordu. Lübnan, Arap ülkelerinin ilgisini dahi kaybetti. Kota siyaseti ve bölünmeler devam ediyor. Kendisini yaklaşık 100 milyar dolarlık kamu borcuna ulaştıran kalıtsal yağma kültürü durmuyor. Saygın Batılı gazeteler, 320 milyar dolardan fazla parayı yağmalayan Lübnanlı politikacılardan bahsediyor. Devlet ise yağmalanan paraların geri alınması için koparılan tüm gürültülere ve vaatlere rağmen bu konuda ciddi hiçbir adım atmadı.
Geçen pazartesi günü Cumhurbaşkanı Avn, davet ettiği büyükelçilere, Lübnan’ın bugün topraklarında 75 yıldan beri dünyayı vuran en kötü ve en büyük iki krizin yükünü aynı anda taşıdığını söyledi. Lübnan’ın bir yandan tüm ülkeleri etkileyen koronavirüs salgını diğer yandan maliyeti 25 milyar doları aşan Suriyeli mülteci akını krizinin yükünü tek başına taşıdığını belirtti. Destek Grubu ülkelerinden Lübnan’ı ve reform programını desteklemelerini talep etti. CEDRE Konferansının taahhüt ettiği yardıma çok güvendiğini ifade etti. Avn’ın gerçekleştirdiği görüşme ile neredeyse aynı zamanda Fransa Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire, Senato’da, Fransa’nın 1945’den bu yana en büyük ekonomik durgunluğu yaşayabileceğini açıklıyordu. CEDRE Konferansının destekçisi Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da daha önce “dünyanın artık bildiğimiz gibi olmayacağını” açıklamıştı. Diğer yandan Avrupa Merkez Bankası, ekonomileri canlandırmak için 750 milyar dolara ulaşan bir teşvik paketinin kabul edilmesi için çalışıyordu.
Avrupalı büyükelçiler, hükümetin reform planını tamamlamaya yaklaştığını ve dünyadan bunun için Lübnan’ı desteklemesini talep ettiğini söyleyen Başbakan Hassan Diyab’ı elbette umutsuzlukla dinlediler. Başbakan planının tamamlanmak üzere olduğunu söylese de iki gün önce gazeteler, planının tamamlanması için üç aya gereksinim olduğunu açığa çıkarmışlardı. Dünya ülkelerini neredeyse boğmak üzere olan bu salgın ile üç ay sonra nasıl bir dünyada olacağımız ise belli değil.
Bunlar hiç önemli değil. Önemli olan, Beyrut’taki yetkililerin bugün Lübnan’ın Avrupa’nın ilgisini kaybettiğini, birçok Körfez ülkesine suçlama ve iftiraların yönlendirildiği bir platforma dönüştüğünde ise doğal olarak Körfez ve Arap ülkeleri nezdindeki önemini kaybettiğini hatırlamalarıdır. Bütün bunlara rağmen bağışçı ülkelerin büyükelçilerini saraya davet edip onlardan destek, yardım ve CEDRE Konferansının milyarlarını talep ediyorlar. Ülke, hassas finans merkezlerine yapılacak atamalar nedeniyle hükümet içindeki bölünmelerin haberleri ile çalkalanırken, hükümet denildiği gibi Hizbullah’ın rahminden doğmuşken halen reform planından bahsediyorlar. Bir diğer şaşırtıcı olan husus ise, şeffaf ve dürüst bir yargıya ulaşmak, yolsuzluktan gerçekten kurtulmak konusunda isteksiz olunduğunu gösteren emarelere rağmen Yargı Konseyi’nin hazırlamış olduğu mükemmel yargı reform planına karşı çıkılmasıydı.
Bağışçı ülkelerin büyükelçileri bütün bunları bilmiyorlar mı? Nitekim Lübnan’ın krizinin, sorunlarının, yolsuzluğunun, kota sisteminin ve yağmasının sürekli bir biçimde mülteciler krizine bağlanmasının aralarından bazılarının canını sıktığı söyleniyor. Dolayısıyla Lübnanlı yetkililerin bu bağışçı ülkelerin büyükelçilerini zor durumda bırakma çabaları işe yaramamış gibi görünüyor. Bu nedenle, Avn ve Diyab’ın destek ve yardım taleplerine büyükelçiler adına karşılık veren BM Lübnan Özel Direktörü Jan Kubis, Lübnan’ın mülteci kartını kullanarak üç yıldır her vesile ile finansal yardım elde etmeye yönelik çabalarına hep karşı durdu.
Büyükelçiler, hükümetin bir yandan CEDRE Konferansının Kasım 2017’deki sonuç bildirgesinde altı çizilen reform programını uygulamayı görmezden gelirken, diğer yandan taahhüt edilen finansal yardımı talep etmesinin kendi ülkelerinde gerçekten de rahatsızlık yaratmaya başladığını çok iyi biliyorlar. CEDRE Konferansının sonuç bildirgesi; reform programı kapsamında Lübnan’dan devleti iflasa sürükleyen sektörlerde şeffaf ve temiz bir yönetim metodolojisi benimsemesini talep ediyordu. Bu sektörlerin başında da yetkililerin bir düzenleyici heyet ve yönetim kurulu atamayı reddettikleri ve 45 milyar dolardan fazla bir maliyete neden olan elektrik sektörü geliyor. Ancak daha da önemlisi, Lübnan’dan en azından bölgesel sorunlardan uzak kalarak, ordu ve ulusal güvenlik kurumlarının anayasa ve Taif Anlaşmasında yer aldığı gibi Lübnan’ın meşru savunma hatlarını temsil etmesine çalışacak, tüm Lübnanlıların sürdürmeye zorunlu olacağı bir “ulusal savunma stratejisi” yaklaşımı benimsemesini istiyordu.
Böylece Avn ve Diyab’ın büyükelçileri davet edip milyarları talep etmeden önce hiçbir maddesinin hayata geçirilmediği bu sonuç bildirgesini belki de kelimesi kelimesine tekrar okumaları gerekiyordu. Bunun yanında, korona krizi sonrası yüksek yoksulluk ve fakirlik oranları ile karşı karşıya olan Lübnan hükümetinin son toplantısında bölünmelere neden olan bir projeyi kabul etmiş olduğunu hem büyükelçiler hem de rapor ilettikleri başkentleri biliyorlar. Bu tartışmalı proje kendisine 650 milyar dolara mal olacak “Bisri Barajı” projesidir. Oysa dünyanın en büyüğü ve bir mühendislik şaheseri sayılan, “megabit” elektrik üreten, 1936 yılında ABD Başkanı Edgar Hoover döneminde inşa edilen, 180 km uzunluğundaki “Hoover Dam” barajının bile 49 milyar dolara -o dönemde 800 milyon dolar- mal olduğu biliniyor. Bisri Barajı için ise, hem de yoksunluk zamanında 650 milyar dolar harcanması kararlaştırılıyor.
Fransa’nın 2016 yılında CEDRE Konferansının akşamında 776 km uzunluğundaki Sen nehrinin temizliği için 12 milyon dolar tahsis ederken bir önceki hükümetin, 170 km uzunluğundaki Litani nehrinin temizliği için 800 milyon dolar tahsis etme kararını onayladığını hatırlayan büyükelçiler kesinlikle barajın inşaatı için bu milyarlar nereden gelecek diye düşünmüşlerdir.
Çarşamba günü İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Dünya Bankası’ndan ülkesine 5 milyar dolar yardımda bulunmasını istedi. Lübnan’da ise Hizbullah, küresel kibri temsil ettiği için Dünya Bankası’nın Lübnan’ın boğucu ekonomik ve finansal krizini çözecek yardımını reddediyor. Evet, sadece bunun için karşı çıkıyor. Buna rağmen, korona salgını krizinin başlaması ile Dünya Bankası, Lübnan’ın salgınla baş etmesine yardımcı olmak için kendisine 40 milyon dolar yönlendirdi. Ancak Dünya Bankası Orta Asya Bölge Direktörü Saroj Kumar Jha’nın, bu yardımın şeffaflık ve hesap verebilirlik çerçevesinde harcanmasını denetleyeceğini açıklaması, Cumhurbaşkanı Macron’un CEDRE Konferansı mekanizmasını takipten sorumlu temsilcisi Pierre Dukan’ın, kendisi için “düzelme umudu yok” dediği Lübnan devletine duyulan güvenin hangi düzeye gerilemiş olduğunu ortaya koyuyor.
Lübnan’ı iflasa sürükleyen efsanevi yolsuzluk ve acımasız yağmanın varlığını tartışmaya gerek yok. Zira politikacılar ve yetkililer açıkça birbirlerini bununla suçluyorlar. Yozlaşmış siyasi sınıfın asıl sorunu, hırsızlıklarının ve yolsuzluklarının sorumluluğunu her zaman başkalarına yüklemeye çalışmasıdır. Bu sınıf ilginç bir teori benimsemiştir. Buna göre iflasın sorumluluğu hep önceki hükümetlere aittir. Reformların uygulanamamasının nedeni her zaman kendilerine engel olunmasıdır.
Bundan çok daha kötü bir teori daha var. O da kamu sektörü, bakanlıklar, idareler, konseyler ve yardımlarda kaos ve yağma nedeniyle borçlarını ödeyemeyen (bu nedenle Merkez Bankası ve bankaların ödemek zorunda kaldığı) devletin, efsanevi hırsızlıklarının neden olduğu iflas ve açlığın sorumluluğunu her zaman Merkez Bankası’na yüklemeye çalışmasıdır. Doğrusu Lübnan’da yolsuzluk salgını koronavirüs salgınının çok önündedir.