İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

​Kim kiminle oynuyor, biz mi onunla yoksa korona mı bizimle?

Dünyanın tamamı Kovid-19 (korona) virüsü salgını ile mücadele ederken ortak çabalar, aşı ve ilaç bulmak için yürütülen hızlı çalışmalar ile ilgisi olmayan yan savaşlar da başlatılıyor.
İnsanlığın yaşadığı korkunç acılar sanki yetmez ve ekonomik çöküş dikkate alınması gereken bir konu değilmiş gibi, suçlamalar, şüpheler, orada ya da burada örtbas edilen kusurlar arasında gidip gelen nedenlerle yan savaş cepheleri açmak isteyenler var.
Şu anda sözün bilim adamlarına bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü politikacılar ve ekonomik çıkar sahipleri uzun zamandır sahneyi tekellerine almış ve hak etmedikleri kadar nüfuz elde etmiş bulunuyorlar. En azından bu karanlık salgın bulutu gidene kadar, bilim, uzmanlık ve elbette vicdan sahibi kimselere yer açmalarının zamanı geldi.
Evet, politikacılar bağırıp çağırırken, birbirlerini suçlarken, hatalarını ve ihmallerini gizlemek için yarışırken, farklı uyruklardan bilim adamları milyonlarca insanı kurtarmak için sessizce ve sabırla laboratuar ve hastanelerinde çalışıyorlar.
New York’taki toplu mezarlar herhangi bir yorumdan daha anlamlıdır. Işıklar şehri Paris’teki Şanzelize (Champ Elysees) Caddesi’ni boş ve yalnız görmek inanılmaz bir sürrealist (gerçeküstü) tablodur. Sokağa çıkışların sınırlandırılması nedeniyle ticaret ve hizmetlerin (merkezi) Londra’nın sessizliği, kederin somutlaşmış halidir. Doğuda ve Batıda, Asya’da Afrika ve Amerika kıtalarında olduğu gibi salgın tehlikesi karşısında büyük küçük,  zengin fakir ayrımı bulunmuyor.
Bütün sanayi ülkelerinde her sektörde zararlar, on milyarlarca dolara ulaştı. Bekleme süresinin uzunluğu, uzun vadede muhtemel sonuçlar, bu zorlu insani sınavdan hangi toplumlar geçecek soruları ortasında yardım ve tazminatlar da bu rakamlara ulaşıyor.
Dolayısıyla sorun, rekabet ve diğer tarafa karşı puan kazanmaktan çok daha büyüktür. Salgın kabusunun başladığı yerden Çin’den başlayalım. Ben, Çin rejiminin örnek alınması gereken uluslararası bir model olduğunu iddia edecek son kişiyimdir.
Büyüklük, toplumun doğası, siyasi düşünce veya değer ve ideal sistemleri açısından olsun Çin’in, kişisel özgürlükler, insan hakları, politik çoğulculuk ilkelerine alışan kişilerin susuzluğunu giderebileceğinin ihtimal dışı olduğunu düşünüyorum. Özellikle şeffaflık konusunda, Çinli makamların vaka ve ölü sayısı, iyileşenlerin oranına ilişkin verdiği rakamları her zaman şüpheyle karşılanmasının nedenini tamamen anlıyorum.
Doğuda ve aynı şekilde Batıda birçok toplumun özelliklerinden biri olan baskıcı eğilimin olumsuz yanlarını da çok iyi anlıyorum. Kırsal ortamlardan, Batılı demokratik kavramları kültürüne sızmış yabancı kavramlar olarak gören totaliter- askeri bir komünist rejime geçişin Çin devinin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu çok iyi biliyorum.
Kış uykusundan uyanan ve küresel bir rol oynamakta acele eden bu dev, çok geç kaldığını düşünüyor.
Çin ve aynı şekilde Rusya’yı halen bu dünyadaki zayıfların kurtarıcısı olarak görenlerin ve sadece sosyalizmin ideal rehberliğinde hareket ettiklerini düşünenlerin, 2011 yılından bu yana Suriye halkının yaşadığı sıkıntı sırasında bu iki ülkenin Güvenlik Konseyinde kullandıkları vetolara bakmaları yeterlidir. Suriye konusunda Rusya’nın ön planda olduğu doğru ama Çin’de onunla birlikte halkına karşı Şam rejimini destekledi. Aynı şekilde Pekin ve Moskova bir yandan terör ve dini radikalizme karşı olan güçlerin başında geldiklerine deklare ederken diğer yandan halkına baskı yapan teokratik İran rejiminin en önde gelen destekçileri oldular.
Öte yandan, Çin’in yükselişinin rakip küresel güçler için endişe verici olmasını da anlıyorum. Nüfuzunu genişletme mücadelesinde “dostluklar”, bir yerde güvenilir diğer yerde uygulanmayan zayıf bir taktiksel ifadeden ibaret kalıyor.
Çin ve Rusya’nın dünyanın birçok bölgesinde adı ABD olan ortak bir düşmana karşı ortak çıkarları bulunuyor. Ancak, Washington ile Moskova’nın da diğer konu ve alanlarda Pekin’e karşı ortak çıkar ve hedefleri bulunuyor.
Üç büyük aktör kelimenin tam anlamıyla “müttefik” değiller. Aksine, çıkarların dayattığı standartlar ve ölçütlerde rakipler. ABD Başkanı Donald Trump’ın Demokratların Moskova’yı Trump ve Cumhuriyetçilerin lehine seçimlere müdahale etmekle suçladıkları yoğun kampanya sırasında bile seçmen kitlesine sürekli pazarlamaya çalıştığı “ABD’ye yönelik gerçek tehlikenin Rusya’dan değil Çin’den geldiği” söylemi bunun en iyi ve en basit kanıtıdır.
Borsadaki bir vurguncu gibi politika yapan Trump, bitmeyen bir seçim kampanyası içinde yaşıyor. Fiili olarak Çin’e karşı doğrudan bir savaş yürütüyor. Bilhassa Kovid-19 salgınının son derece etkili bir seçmen olacağı istisnai bir seçim yılında çıtanın çok yükselmesinden sonra, uluslararası sağcı akımlar, politikacıları ve medyacılarından oluşan geniş bir yelpaze de bu savaşta onun yanında yer alıyor.
Trump ilk olarak salgını “Çin salgını” olarak tanımlamakta diretti. Oysa –bildiğim kadarıyla- hiç kimse AIDS hastalığını örneğin Afrika ya da ABD salgını olarak tanımlamamıştı.
İkincisi, ABD Başkanı Dünya Sağlık Örgütü direktörünün şahsına karşı doğrudan bir savaş başlattı. Çin’in tarafını tutmak ve salgının başlangıcını gizlemekte kendisi ile iş birliği yapmakla suçladı. Oysa direktör, Afrikalı bir eski dışişleri bakanı, bilinen bir siyasi çizgiye sahip, dünyanın farklı ülkelerinden uzmanları içeren uluslararası bir kurumun direktörüdür. Hatta en büyük yardımcıları arasında ve düzenlediği basın toplantılarında her zaman yanında saygın bir ABD’li halk sağlığı uzmanı bulunuyor.
Üçüncüsü, geçen aralık ayında ortaya çıkışından sonra Çin’in uluslararası topluma salgın hakkında bilgi vermekte tam bir ay geç kalmış olduğu doğru (ancak o dönemde hakkında çok bir şey bilmediğini de unutmayalım). Öte yandan, Batılı Avrupalı ülkelerin ve ABD’nin salgın hakkında ocak ayından itibaren yeterince bilgi sahibi oldukları, buna rağmen kendisini ciddiye almadıkları, ancak felaketin büyümesinden sonra izolasyon ve kapatma kararları aldıkları da doğrudur.
Dördüncüsü, vaka ve ölü sayısı yükselmeseydi ve Anthony Fauci gibi bazı danışmanları kendisine açıkça karşı çıkma cesareti göstermeselerdi Trump’ın kendisi ciddi önlemler almak için harekete geçmezdi.
Son olarak, mevcut koşullarda dünyanın birlik, dayanışma ve samimiyete, uluslararası iş birliği ve uluslararası kurumların popülist siyasi çekişmelerin dışında tutulmasına gereksinimi var. Dünya Sağlık Örgütü’nün tartışma ve çekişmelerin dışında kalması, salgının dünyanın yoksul ve nüfusu yoğun bölgelerine doğru genişleme potansiyeli göz önüne alındığında bir zorunluluktan çok daha fazlasıdır.
Şu ana kadar UNESCO’yu boykot etmemiz, BM Güvenlik Konseyi kararlarını görmezden gelmemiz ve veto bağımlılığımız bize yetmiyor mu?
Ölümcül salgını da siyasi bir oyuna dönüştürmeye ihtiyacımız yok.
Bu salgından sonra dünya halklarının gerçekten de daha adil, şefkatli, samimi ve insancıl bir dünyaya ihtiyaçları var.