Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Salgının ortasında kötümserler arasındaki iyimserim

Bugün ABD’li düşünür Noam Chomsky'nin, korona salgınının insanların hayatları üzerindeki yıkıcı etkisi hakkındaki bir makalesini okudum. Her ne kadar makale insanlığın salgın karşısında zafer kazanacağı belirtilerek iyimserlikle sona erse de yazının büyük bir bölümüne kötümserlik hakimdi. Görünüşe bakılırsa Chomsky’nin kötümserliği, bazı büyük ülkelerin liderlerinin dünya sakinlerinin ortak yazgısından ziyade iktidarlarını korumak için kişisel olarak başarılı olmakla ilgilenmelerinden kaynaklanıyordu.
Aynı izlenimi ünlü Hint yazar Arundhati Roy’da da gördüm. O da korona krizinin Hindistan’ın büyük şehirlerinde bir anda kendilerini işsiz, parasız, evsiz ve aç bulan, uzak kırsal bölgelerdeki ailelerinin yanına dönmek için binecek bir tren bulamayan, içinde bulundukları sıkıntıda kendilerine yardım eli uzatmak bir yana hiç kimsenin onları görmeye tahammül etmediği milyonlarca yoksul işçiler üzerindeki yansımalarından duyduğu acıyı dile getiriyordu. Dünyanın mevcut Hint hükümeti hakkında hatırlayacağı görüntünün, bir grup polisin, şehir dışına çıkmaları için yayaları kalın sopalarla dövmelerini gösteren fotoğraf olacağını söylüyordu.
Chomsky gibi eski ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger da İkinci Dünya Savaşı atmosferini hatırlatarak salgını kontrol altına almakta gecikmenin sadece uluslararası iş birliğini değil, aynı zamanda ABD ve Avrupa gibi zaten bölünmelerden muzdarip olan ülkeleri ya da büyük ülkelerin toplumsal sözleşmelerini de tehdit ettiğini belirtti.
Beklentileri sorulan düşünürlerin çoğunun korona salgınının sona ermesinden sonra dünyanın durumu hakkında kötümser olduklarını fark ettim. Bu, en azından, son beş hafta içindeki yoğun okumalarımdan ulaştığım en belirgin sonuç. Fakat görüşlerinin yüksek değerine ve dayandıkları delillere rağmen bu düşünürlerin sunduğu gerekçelerden halen şüpheli olduğumu söylemem gerektiğini düşünüyorum.
İspanyollar ile İtalyanların Avrupa Birliği’ndeki ortaklarının kendilerine karşı tutumlarından mutlu olmadıklarını, ABD’nin başlangıçta salgını gizlediği gerekçesi ile Çin’i cezalandırmak istediğini biliyorum. ABD Başkanı ile eyalet yöneticileri arasında medya üzerinden yaşanan ve her iki tarafın da afete ve bunun yankılarına yönelik sorumluluğuna dair tartışmayı takip ediyorum. Bunun da ötesinde dünyanın son 20 yılda sorunlara ve çözümlere yönelik küresel bir perspektif lehine bu metottan vazgeçmiş olmasına rağmen hükümetlerin aldıkları ilk önlemin sınırlarını kapatmak ve sorunlarını kendi kendine çözmek olduğunu biliyorum.
Kötümserlik için öne sürülen gerekçeler üç nedenden dolayı beni ikna etmiyor. Birincisi; küreselleşme akımının dünya genelinde bir karar ile iptal edilmesinin mümkün olmadığı bir yaşam ve çalışma tarzı haline gelmiş olmasıdır. İkincisi; salgından etkilenen toplumlarda kendi içine kapanma eğiliminin aynı zamanda farklı etkenlerle uluslararası destek girişimleri ile dengelenmesidir. Sözgelimi Rusya’nın kuzey İtalya şehirlerini dezenfekte etmek için bir biyolojik savaş taburu göndermesi ve bu taburun beklenenden daha büyük bir memnuniyetle karşılanması… Aynı şey Sırbistan’da da yaşandı. Yine Küba, Çin ve Mısır’ın salgından etkilenen ülkelere yardım göndermesi gibi... Bütün bu girişimler ve benzerleri sonuçsuz kalmayacaktır. Bugünün acıları yolun sonu değildir.
Üçüncüsü; tarihi deneyimdir. Bizzat İkinci Dünya Savaşı’nın tarafları, savaşın sonundan bugüne devam eden açılım ve uluslararası iş birliğinin öncüleriydiler. Bu politikalar elbette ekonomik ihtiyaçların yansıra insani duygulara da dayanıyordu. Peki, bugün neden benzer bir hareketi ihtimal dışı görüyoruz? Korona salgınının trajedileri dünya savaşının trajedilerinden daha büyük, acıları o acılardan daha derin değil. Önümüzde canlı bir deneyim dururken neden bu kadar kötümseriz?