Ömer Özkaya
Yazar
TT

Alfred Hictchcock’un üstadı

“Ovanın bu kısmından yola çıkarak şu karşıdaki küçük dağa çıkacağız” dedi, üstadı. O anda, bir aylık bir eğitime, üstelik 60 yaşındayken yüklü bir ücret ödediği için sessizce galiz bir küfür savurmuştu.
“Sövgünüz veya övgüleriniz ile ilgili değiliz. Ne öğrendiğinize bakarız” dedi üstat.
Adam, “Bu kadar yüksek bir eğitim ücretini dağa, taşa tırmanmak için vermiş olmaktan rahatsız oldum üstat.”
“Bu konuda ilk değilsiniz!”
Ovada, üstelik yarı yayan yarı binekle beş saat kadar yürürken, üstat, “Hayatın ve işlerin böyle akkın gittiği dönemler genel de çok tatlı olur. Az enerji ile çok işler yapılır. Ayrıca engebesiz, engelsiz ve kolay parkuru herkes sever. Şimdi tırmanma noktasına geliyoruz. Burada konaklayıp yarın dağa tırmanışa geçeceğiz” dedi.
Bu kadar yanıltıcı bilgiye nasıl prim vermiş ve böyle bir saçmalığın kârlı olacağına nasıl inanmıştı, çok kızgın bir psikolojiyle arkadaşını aradı, “Tam bir rezalet bu eğitim, bu kadar yüklü parayı bu demans olmuş ihtiyarla yürümek için mi verdim. Yok mu Harvard’ta, London School’da, Yale’da ya da başka üniversitelerde profesörler, ya da Wall Street’de profesyoneller?” diye sordu.
Arkadaşı, “Olmaz mı, çoğunu sen de benim kadar biliyorsun. Sabret, ben senden fazla tepki göstermiştim” dedi.
“Tırmanma vakti” dedi üstat, kahvaltıdan sonra.
Bir miktar tırmandıktan sonra muhteşem bir antik kente vardılar. Üstat, “Bu kenti bir saat kadar gezeceğiz, burası büyük bir politik ve ticari merkezdi tarihte. Şimdi ise o politik ve ticari merkezin onuncu türevi şu gördüğün ovada, eski vizyon ve kaliteden uzak olarak devam ediyor” dedi.
“Olağanüstü” kavramının yetersiz kalacağı bu antik kentin mimarisi, yapıların dağılımı, kentin planı, heykeller ve semboller, adama, zaman tünelinde eskiye doğru yolculuk yaptırıyordu.
Antik kenti geride bırakıp, dağın zirvesine vardıklarında güneş batma noktasına ilerliyordu. İki saat kadar daha dağın zirvesinde yol gittiler. Gece konaklamak için, dağda yaşayan aileye misafir oldular. Hiç bir iletişim aracının ve elektriğin bulunmadığı bu ilkel yani sade evdeki insanların dinginliği karşısında şaşkındı. Ailenin tarım ve hayvancılık ile uğraştığını üstat söyleyince, adam, “Ne kazandınız bugüne kadar?” diye sordu.
Dağlı aile reisi, “Uyum ve şaşkınlık, ilk kazanımlarımız oldu. Önce dağa ve doğaya uyum sağlamak gerekti. Kente inince de teknolojik gelişmeleri şaşkınlık duyarak öğrenmek, ilginç bir tecrübe oldu. Uyum ve şaşkınlık bize, topu göğüste yumuşatma tekniği benzeri bir maharet kazandırdı. Burada sükûnetle dünya işlerine eğilme ve hızla ürünleri ekip hasat etmeyi, hayvanları takip ederek, sürüyü, aşırı büyümeden sınırlı tutmayı da öğrendik” dedi.
Adam uykuya dalmakta zorlandı. Ataları, dedeleri bu süreçlerden geçmişlerdi. Şaşılacak bir şey yoktu. Doğa gibi tıkır tıkır işleyen bir zihne sahipti dağlı aile, “Kaygı yok, korku yok, sanki geleceği tüm detaylarıyla bilen bir bilgenin teslimiyeti ve dinginliği; gözlere fer, akla hız ve berraklık veriyor galiba” diye düşündü.
Üstat, kahvaltıdan sonra, “Öğleye kadar aynı dağı yatay olarak kat edeceğiz, sonra dağ bitecek, karşı dağa geçeceğiz” diyerek günlük programı verdi.
Öğleye doğru, yatay seyrettikleri dağ bitti, inişe geçtiler, sonra tekrar başka bir dağın zirvesinde devam ettiler. Sonra yine ovaya inildi. Ovada yine görkemli bir antik kente girdiler.
“Beni izler misin” dedi üstat, antik kentin zirvesine vardıklarında, bu zirvenin aynı zamanda bir tribünün de son noktası olduğunu fark etti, adam. Üstat eliyle tribünün ilk basamaklarını işaret etti, “O ilk basamaklardan yukarı doğru, sonra, yukarıdan aşağı doğru bakar mısınız?” dedi.
Adam denileni yapınca, “Aman Tanrım, sanki milattan önce sonsuza yani eksi sonsuza gidip, sonra da artı sonsuza geliyorum. İnanılmaz, zaman tüneli bu!” diye aşırı bir şaşkınlık yaşamaya başladı.
Üstat, “Sakin olun lütfen” dedi ve devam etti:
“Burada sayısız Yunan trajedisi oynandı. Bu zirveye oturan ya da ilk sıraya oturan kişi eksi sonsuzdan, artı sonsuza bir yolculuk yapar. Yani tüm yaşamını, ilk ruh halinden sonsuza kadar canlandırma olanağı bulur. Yunan trajedileri, birer tiyatro oyunu olmanın ötesinde, insanı eksi sonsuzla artı sonsuz yolculuğuna çıkaran ve Tanrı’yı gözlemleme ve deneyimleme imkânı veren astral ve metafizik tapınaklardı. Bu tribünlerin her basamağında bu tapınma işlemi ve deneyim yaşanırdı.”
Adam yaşadığı bu bilinç şokunu, eksi ve artı sonsuzu canlı canlı yaşama vizyonunu akşama kadar atlatamadı.
Akşam yol bitiminde üstat, “Şurada bir Müslüman tapınağı var. İlginç bir cami. İmamı ziyaret edip çay ya da kahve içebiliriz” dedi.
Camide tam kubbenin altına oturdular. İmam ile tanışma faslı sonunda çaylar içilirken adam birden arkası üstü yıkıldı. Sırtüstü yatıyordu.
Şaşkınlık, dehşet ve yaşadıkları onu birden caminin dışına çıkmaya zorladı.
Üstat, “Evet” dedi, “Yunan trajedi sanatlarının, tribünlerinin ve sahnelerinin aslında birer tapınak olduğunu caminin kubbesinde de gözlemlemiş oldunuz.”
Adam, “Üstat, bugün iki defa başlangıçtan sonsuza yolculuk yaptım. Sarsıldım. Lütfen durup düşünme ve konuşma olanağı oluşturun.”
Üstat, “Sabah yine bir müddet ovada yürüyeceğiz. Akşama yine bir antik kentte mola vereceğiz. Bu arada konuyu tartışırız” dedi.
Adam, “Tartışmayalım, açıklayın lütfen. Bir iki cümle ile.”
“İki mabette, insanların eksi sonsuz yani ‘evvel’ ile artı sonsuz yani ‘ahir’ arasında inanılmaz bir hızla gelip gitmelerinin mümkün olduğunu görmüş oldunuz. Yani bugünkü hıza bakılınca, tarihte insanların çok daha yüksek hızlarla, evreni, yaşamı ve dünyayı deneyimleyip içselleştirdiklerini görüyoruz. Derin düşünme yani tefekkür ya da meditasyon veya derinlemesine inceleme dediğimiz bu mucizeden koptuk” dedi üstat ve devam etti:
“Yunan ve dünya mitolojisi, dinler, mabetler aslında ruhsal teknoloji merkezleri, yani Ademoğlunu sürekli tazeleyen, temizleyen ve motive eden üslerdir, bu yitirildi. Devam edelim, bitmesine az kaldı.”
Üstat ile dağdaki bir antik kente daha çıktılar. Adam burada daha da şaşırdı, “Aman Tanrım, burası başlangıç noktası” dedi, “Dan Brown’ın buraları görmeden yazması, olağanüstü bir talihsizlik!”
Üstat, “Bu gece burada konaklayacağız, sabah yola dağın zirvesinden devam ederiz” dedi.
Öyle oldu, dağın zirvesinde epey yol aldıktan sonra saat 17 gibi dağdan indiler. Dağın eteğinde hem dinlenmek hem de değerlendirme yapmak için uygun ortam vardı.
“Sabah akşam grafikleri takip ediyorsun. Altın yükseldi mi, düşecek mi, çıkacak mı, Gümüş ne olacak? Borsadaki şirketlerin hangilerinin hisse senetleri yükselecek, hangileri düşecek? Her gün yüzlerce istatistiki veriyi inceliyorsunuz. Her gün grafiklerle yatıp grafiklerle kalkıyorsunuz. Grafikleri bilfiil yaşamamıştınız, farkında değilsiniz ama size onlarca grafik çizdirdim. Yatay yürüdük, tırmandık, tırmanıp yatay gittik. Sonra aniden indik. Aniden çıktık. Sonra yine yatay gittik. Değişik grafikler çizdik. Yani istatistik bilimini tanıttım size, fark etmediniz” dedi üstat.
“Ayrıca” diye devam etti;
“Alfred Hitchcock’u anlatan elinizdeki 1.555 sayfalık biyografiye de hiç bakmadınız. Oysa sizi, Alfred Hitchcock’un hayatını irdelediğiniz için kabul etmiştim. Alfred Hitchcock’un yaşamını okudunuz mu?”
Adam, “Evet, okudum” dedi.
“Okudunuz, fakat anlamadınız değil mi?”
“Evet, öyle görünüyor” dedi adam.
“Alfred Hitchcock’un asıl kazancının kaynağının finansal danışmanlık olduğu ve en büyük parayı, borsa konusunda danışmanlık yaparak kazandığı elinizdeki notlarda yazıyor” dedi, üstat.
“Ayrıca Alfred Hitchcock’un üstadı benim de üstadımdır. Hitchcock’un üst düzey bir teolog olduğunu biliyor muydunuz? Ve üst düzey bir analist?”
“Bu biyografi notlarını bir arkadaşı Hitchcock’u sürekli gözlemleyerek ve Hitchcock’un bizzat kendi yazdırdığı paragraflarla oluşturmuş. Hitchcock’un bu notları için 25 milyon dolar ödemiştim” dedi adam.
“Aslında okusaydın bana da 1 ay eğitim için 2,5 milyon dolar ödemeyecektiniz. Finansal istatistikler konusunda eğitim almak için çıktığınız yolda tiyatro sahnesi muamelesi gören Yunan ve İslam mabetlerinin sırlarını öğrenince bayıldınız. Müslümanların ve Yunanlıların mabetlerinin sırları, konumuz değil. Fakat Alfred Hitchcock’un üstadı onu bir ekonomist ve teolog olarak yetiştirdi. Müthiş bir sistem analistiydi üstadı” dedi, bilge.
Adam, “Peki deneysel finansal istatistikler dersine böyle dağ, dere, tepe dolaşarak mı devam edeceğiz?”
“Evet” dedi, üstat.
“Tam da bu salgın hastalığın dünyayı kasıp kavurduğu anda Alfred Hitchcock’un üstadının kimliği çok önemli olmalı” dedi adam.
“Alfred Hitchcock’un grafikleri ve yorumları gerçekten eşsiz tekniklerle dolu. Bu yüzden bu gizli notlara 25 milyon dolar ödemeniz, takdiri hak ediyor. Burada asıl soru, ‘şu aşamada günümüzün Alfred Hitchcock’u kimdir’ olmalı? Hitchcock’un üstadının kimliği, zaten Dan Brown’lık bir konu” dedi, üstat.