Koronavirüs salgınıyla ilgili konuşmalar, salgının ortaya çıkışı ve bundan kimin sorumlu olduğu kapsamında genişledi. Bu konunun korona sonrası dönemde tartışmaların ilk sıralarında yer alacağı ve yasal, bilimsel, medya ve siyasi alanlarda geniş bir yelpazede ele alınacağı görünüyor. Diğer yandan bu sorumluluğa ilişkin suçlamalar, sonuçları ve maliyetleri havada uçuşacaktır.
Şimdiye kadar üç farklı eğilim ortaya çıktı. Öncelikle ABD’de, virüsün Çin'in bilimsel araştırmalarından ve kontrolsüz faaliyetlerinden dolayı serbest kaldığı yönünde suçlamalar içeren bir yönelim var. İkinci bir suçlama, tıbbi veya askeri alandaki bakteriyolojik araştırmalarla ilgili. Buradaki suçlamalar genel itibariyle büyük devletlerin laboratuarlarını ve gizli araştırma merkezlerini hedef alıyor. Üçüncü bir suçlama da her ne kadar dolaylı da olsa ABD yönetimini hedef alıyor. Birçok uzman, iklim değişikliği (mevcut yönetim varlığını inkar ediyor) ile insanlığın istikrar ve refahını tehdit eden salgınların ortaya çıkması arasında bir ilişki olduğunu savunuyor.
Böyle bir beklenti veya siyasi takdir, sert tartışmanın yolunu hazırlar. Belki de politikalar ve uygulamalar ‘yeni bir Soğuk Savaş’ için verimli bir atmosfer oluşturur. Bu savaşın ana tarafları ABD ve Çin olacaktır. Ancak bu savaş, yapısı ve başlangıcı bakımından geçen yüzyılın 1980’li yıllarının sonuna doğru sona eren ABD ve eski Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş'tan farklı olacaktır. Gelecekteki savaş, Çin ile olan bilimsel ve teknolojik rekabetin yanı sıra benimsenen uygarlık ilkelerindeki farklılıklardan kaynaklı olarak gün yüzüne çıkacaktır. Çünkü Batı’daki çevreler, ticaret ve sanayi alanlarındaki uzlaşmazlıkların yanı sıra Çin'i fikir çalmakla ve fikri mülkiyet haklarını ihlal etmekle suçlamakta ısrar ediyorlar. Diğer bir değişle meydana gelebilecek bir Soğuk Savaş, kontrol edilen toprakların veya alanların genişlemesini değil ekonomilerin kendisiyle zirve yapacağı pazarları hedef alacaktır.
Ancak bu durum, iki taraf arasındaki stratejik rekabetin önemini engellemeyecek veya azaltmayacaktır. ABD’nin Asya’daki -özellikle doğusu, batısı ve sularındaki- güçlü stratejik varlığının yanı sıra üslerin ve deniz kuvvetlerinin konuşlandırılması, silah ticareti ve ileri teknoloji gibi bununla ilgili olan askeri hazırlıklar Washington’la Pekin arasında önemli bir hedef noktası olacaktır. Her iki tarafın da gerek araçlara ve imkanlara sahip olma gerekse de bunlarla rekabet etme konusunda geniş bir tecrübesi var. Buna Çin'in Afrika ve Asya'da genişlediğini teyit eden projesinin önemi ve bazı Batı Avrupa ülkeleri dahil olmak üzere Avrupa’ya giriş ve Latin Amerika'ya açılmaya yönelik hazırlıkları da eklenebilir. Bu, şimdiye dek her ne kadar rakip bir proje sunmasa da ABD siyasetinin sinirlerini de en çok geren konudur.
İki büyük ülke arasındaki ilişkilerdeki gerginliğin, aralarındaki azalan iş birliği alanlarının ve dünyadaki çok sayıda endüstrinin yeniden dağıtılması gibi hususların yanı sıra bahsedilen tartışmalı konular geniş boyutları olan gerilimlere yol açacaktır. Çin, tüm Batı için gerçek endişeler yaratacak bir düzeye ulaştı. Güçlü bir rakip ortaya çıktı ve bu rakip yaşamın çeşitli alanlarında başka bir referans otorite oluşturabilir. Üstelik bunların başında mikroplar, serumlar, salgın hastalıklar ve ilaçlar gibi alanlar da var. Batı’nın dünya genelinde nüfuzunun gerilediğini haber veren belirtiler bir süredir kendini göstermeye başladı. Bundan sonra Batı saflarında büyük bir huzursuzluğa neden olan ‘America First’ sloganı ortaya çıktı. Gelecekteki muhtemel bir Soğuk Savaş’ta bütün bunlar göz önünde bulundurulacaktır. Bu savaş, iki blok arasında değil, temel olarak iki büyük ülke arasında olacak.
Tüm bunların gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınma süreçlerini etkileyeceği ve küresel olarak kalkınma ve ilerleme temellerine sert bir darbe vuracağı açıktır. Gelişmekte olan ülkelerin geleceğe dair kolektif bir şekilde uyanık olmaları ve yeni bir Soğuk Savaş’ın istikrarını, kalkınma fırsatlarını ve refah umutlarını tehdit edeceğinin farkında olmaları gerekiyor. Bu durum onlar için hayati öneme sahiptir. Edebiyat, toplantı ve saflar halinde dizilmek ile mesele çözülemeyecek. Kolektif eylem, kolektif vicdan ve tam bir farkındalık gerekmektedir. Ayrıca bu farkındalığın ‘heder olacak çıkarlara, kaybedilecek fırsatlara, büyük sarsıntılara maruz kalacak uluslararası istikrara ve bunlara direnme araçlarına ilişkin anlaşmalara’ yönelik olması gerekiyor.
Diğer yandan uluslararası gelişmeler karşısında somutlaşmasını ve örgütlenmesini gerekli gördüğüm bu kolektif farkındalık, Doğu ve Batı blokları arasında ‘tarafsızlığa dayanan’ genel bir uluslararası pozisyon oluşturulması çağrısında bulunan Bağlantısızlar Hareketi’ni hatıra getiriyor. Ancak bu hareketin yeniden üretimi değil, bilakis hareketin hatalarından kaçınmak ve rolünden ilham almak gerekiyor. Bu bağlamda gelişmekte olan ülkeler için G77’nin rolü üzerine düşünmeyi öneriyorum. Bağlantısızlar Hareketi’nden sonra kurulan bu grup her ne kadar önemli başarılara imza atmamış olsa da varlığını sürdürdü.
Çok taraflı sistemin geliştirilmesi, uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlerin tanımlanması, iklim değişikliği ve kıtalararası salgınlar gibi maddelerin gündeminin başında yer alacağı bu grubun yeniden etkinleştirilmesinin ardından üsteleneceği yeni rolü üzerinde düşünülmesini öneriyorum. Diğer taraftan başta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) olmak üzere uzman kuruluşların rollerinin gözden geçirilmesi lazım. Ayrıca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) rolünün tekrardan incelenmesi ve Birleşmiş Milletler Şartı'nın bazı maddelerinin gözden geçirilmesi de gerekiyor. Bunların başında Birleşmiş Milletler Şartı'nın önsözü, hedefleri ve uluslararası güvenlik ve kalkınmayla ilgili durumlar geliyor.
Sonuç olarak iki gözlemimi aktarmak istiyorum:
Gözlemlerinden ilki, G77 grubunun yeniden etkinleştirilmesi ile kurulmasını teklif ettiğim siyasi blokla ilgilidir. Aslında bu grup, gelişmekte olan ülkeleri bir sonraki tarihi görevlerinde iki büyük ülke arasında bir orta güç olarak bir araya getirecek. Fakat yaklaşmakta olan rekabetin çerçevesi, yani bu rekabetin iki blok arasında değil de iki devlet arasında olması, ‘G77 grubunun faaliyetlerini ve çalışmalarını Avrupa ülkeleri ve Rusya ile koordine etmeleri yönünde’ bir öneride bulunmaya sevk ediyor. Böylece herkes uluslararası çok taraflı sistemin yeniden inşasına katılabilir ve ayrıca ABD ile Çin arasındaki rekabetin öngörülemez durumları netice verecek şekilde kötüleşmesi engellenebilir.
İkinci olarak büyük gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri içeren bu grubun gündeminin başında Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi yer almalı. Böylece tehditlerden kaynaklanan yeni meseleler ele alınabilir ve bunların engellenmesinde ‘veto’ kullanılmasının önüne geçilebilir. Bununla birlikte rasyonalizasyon ve güncelleştirme amacıyla Bretton Woods kararları tekrar gözden geçirilmeli. Bütün bunlar fikir birliği temelinde ve herkesin genel çıkarları gözetilerek yapılmalıdır. Ne herhangi bir tarafa karşı olunmalı ne de herhangi bir tarafa göre saf tutulmalıdır.
*İkinci Dünya Savaşı sonrası 1944 yılı Temmuz ayında ABD’nin New Hampshire eyaletinin Bretton Woods kasabasında 44 ülkenin katılımı ile "Uluslararası Para Anlaşması" ve uluslararası ödemelerde kullanılacak yeni bir sistem geliştirilmiştir. Bretton Woods anlaşması ile dolar, altına dönüşebilen tek para birimi olarak kabul edilmiş ve 1 ons altın 35 dolar olacak şekilde düzenlenmiştir. ABD dış talep olduğunda doları bu tutar karşılığında altına çevirmeyi kabul etmiş ve diğer ülke para birimlerinin değeri de dolar göre belirlenecektir.