İsrail'in İran'a karşı yürüttüğü savaşın bölgesel bir savaşa dönüşmesi tehlikeleri hakkında çok konuşuluyor, ancak bu savaşa girme olasılığı olan taraflar veya olası ittifakların doğası ele alınmıyor. Savaşın bölgeselleşmesi bir senaryo ile olası; Amerikan veya Batılı müttefiklerinin üslerinin veya çıkarlarının Amerikalılar ile müttefiklerinin doğrudan müdahalesini gerektirecek şekilde, herhangi bir saldırıya maruz kalması. Bu, İran'ı bu savaşta daha fazla riske maruz bırakacaktır.
Tüm komşu ülkeler, askeri çatışmayı sınırlamak, durdurmak ve yaklaşık yarım yüzyıl süren karanlık bir çatışma ve istikrarsızlık dönemini sona erdirecek bölgesel bir çözüme varmak için samimi bir şekilde çabalıyorlar ve bu savaşın yayılması hiçbirinin çıkarına değil. Sadece İsrail'in ABD’yi dahil etme ve doğrudan savaşa katılmasını sağlamada çıkarı var.
Çatışmanın başlamasının üzerinden on gün geçti ve İran tek başına, müttefiksiz görünüyor. Moskova ve Pekin'deki stratejik müttefiklerinden destek olarak en fazla diplomatik çözümler, taraflara sükunet ve müzakere masasına geri dönüş çağrısı aldı. Hak ve adalet meselelerinden bağımsız olarak, bu sahne savaşın başlamadan önce bittiğini ve sonuçlarının önceden bilindiğini gösteriyor, zira İran'ın bu savaşı tek başına yürütmesi zordur.
Aynı bağlamda, bu savaş bölgenin 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı operasyonundan bu yana sahne olduğu olayların gerçekliğini açıkça ortaya koydu. Bu sonuca ulaşmak için olaylar dikkatli, kesin ve koordineli bir şekilde düzenlendi. İsrail'in İran'a karşı savaşı, İran'ın müttefikleri Gazze, Şam ve Beyrut'ta domino taşları gibi düşmeden mümkün olmazdı. Bu savaşı onlar donanımlı bir haldeyken başlatmak zor olurdu.
Bu, İsrail'in 7 Ekim'den önce bu savaşı planlamadığı anlamına gelmez. Ama Aksa Tufanı operasyonu ve yerel ve bölgesel yankıları İsrail'i bu savaşı yürütmeye motive etti. Ayrıca, Hamas'ı tüketmek ve tıpkı bugün olduğu gibi, İran'a saldırıldığında onu savunmak için kurulan Hizbullah'ın gücünü zayıflatmak, onu kısıtlamak için her düzeyde gerekli örtü ve desteği sağlamak üzere Amerikan ve Avrupalı müttefiklerini motive etti. Aynı durum İran’ın Filistin, Irak ve Yemen'deki diğer müttefikleri için de geçerli.
İran'ın bugün neyle karşı karşıya olduğunu anlamak için, olan bitenin çoğunu açıklayan dört temel gerçeği göz önünde bulundurmak gerekir; birincisi, İran, Maşrık’taki (Levant) nüfuzunun ilk savunma hattı olarak müttefiklerinin, özellikle de Suriye rejiminin düşüşünün sonuçlarını doğru okuyamadı.
İkincisi, İran, Washington ile müzakereler sürerken İsrail'in özellikle nükleer tesislerini hedef alan bu kadar yoğun saldırılar düzenlemesini beklemiyordu. Bu ise Tel Aviv'in artık kendisini diplomatik kanallarla sınırlamadığını ve İran tehdidini anlık ve acil bir mesele olarak ele aldığını ortaya koyuyor.
Üçüncüsü, caydırıcılık gücünü abarttı ve ardından askeri, istihbarat ve siyasi hazırlığının ne kadar zayıf olduğu açığa çıktı.
Dördüncüsü, rejimin dayanıklılığı hakkında ciddi soruları gündeme getiren ve bazı temel dayanaklarının içeriden aşınmış olduğu ihtimaline kapıyı aralayan İsrail sızmaları gölgesinde, iç yapısını ve nükleer programını beklendiği gibi takviye etmedi.
Bu bağlamda, devam eden savaş yalnızca İran'ın nükleer gücünü sınırlamayı değil, aynı zamanda Tahran'ın 40 yıldan fazla bir süredir inşa ettiği güvenlik ve istihbarat ağlarını dağıtmayı da amaçlıyor. 7 Ekim saldırısını kuzeyinden doğusuna uzanan “ateş kuşağının” bir konsolidasyonu olarak gören İsrail, uyarı aşamasından uygulama aşamasına geçiş yaptı.
Bu noktalar mevcut İran sahnesini açıklıyor ve sonuçlardan bağımsız olarak, Tahran ister ABD ve İsrail için kabul edilebilir bir uranyum zenginleştirme seviyesini korusun veya sıfır zenginleştirmeyi kabul etsin, İran bu savaştan sonra aynı olmayacaktır. İçerideki yankılar giderek görünür hale gelecek ve nereye varacağı görülecektir.
Bu savaşın yankılarının İran sınırlarının ötesine, İsrail'i de kapsayacak şekilde genişlemesi muhtemel. Lübnan, Suriye ve belki de daha sonra Irak'taki devlet dışı silahlı örgütlerin düşüşü, İsrail içinde, özellikle de iktidardaki katı dinci sağın hakimiyetinin azalması düzeyinde bir iç dönüşümle karşılanmadığı sürece yeni ve istikrarlı bir gerçeklik üretmeyecektir. Askeri üstünlük mantığı siyaset pahasına kendini dayatmaya devam ederse bölgede gerçek bir değişim gerçekleşemez. Bu savaş sonucunda İran'ın rolü azalırsa, siyaset geleceği şekillendirmede merkezi bir rol oynamaya geri dönecektir.
Tam da bu noktada, uluslararası ortaklarla iş birliği içinde Maşrık ve Körfez ülkelerinden etkili bir Arap rolüne ihtiyaç duyulmaktadır. Bu rol, tutarlı bir alternatif oluşturabilir, güvenlik, barış ve ekonomik entegrasyona dayalı yeni bir bölgesel düzen kurabilir. Zira geleceğe geçiş, ancak devlet ve kurumları mantığını yeniden tesis eden ve ideolojik şiddet ile sınır ötesi müdahalelere son veren kapsamlı bir modernizasyon projesi aracılığıyla gerçekleşebilir.