Bekir Uveyda
TT

Netanyahu'nun yolsuzluğunun en tehlikeli zararları

Herhangi bir Filistin vatandaşının, yolsuzluk suçlamalarıyla mahkeme karşısında olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun durumunu bir tür zafer ve sevinçle izlemesi caizdir.
Ancak asıl mesele, rüşvet ve dolandırıcılık suçlamasıyla başbakanlık görevini üstlendiği sırada mahkeme karşısına çıkarılan ilk İsrail başbakanının durumuna sevinmekten uzaktır.
Zira Filistinlilerin özellikle Netanyahu döneminde çektiği acılar, bu adamın ‘yalan ve sahtekarlıkta’ kendisinden önce gelen birçok İsrailli politikacının çok ötesine geçtiğini açıkça gösteriyor.
Bu sadece onun takip ettiği siyasette değil, genel olarak Filistinlilerin yaşadığı acı gerçekte de kendini gösteriyor.
Ancak en tehlikeli durum, Netanyahu'nun yolsuzluğun yol açtığı zararların Filistin-İsrail müzakerelerine olan etkileri geride bırakarak bir bütün olarak Ortadoğu bölgesinin güvenliğine ve istikrarına zarar vermesidir.
Buna dayanarak ve Netanyahu'nun barış sürecini ilerletme konusundaki aldatmasını dikkate alarak şunu söyleyebiliriz: Bu adamın aldatmaları dolayısıyla ilk kez bir can sıkıntısıyla karşı karşıya değiliz. Diğer taraftan bu, sadece Filistinli liderler veya pek çok Arap yetkiliyle de sınırlı değil.
Bilakis bir dizi devletin yetkililerine kadar ulaşıyor. Bunun örneklerinden biri, Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile ABD Başkanı Barack Obama arasında gerçekleşen bir görüşmenin basına sızdırılması sırasında açığa çıktı.
Obama bu görüşmede, “Netanyahu'ya dayanamıyorum, o bir yalancı” ifadesini kullanıyor.
Diğeri ise şu şekilde karşılık veriyor: “Ben onunla senden daha fazla uğraşmak zorundayım.” Benzer bir durum İngiltere'nin eski Başbakanı David Cameron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in aynı yıl içerisinde Netanyahu'yu ‘Filistin liderliğiyle olan barış müzakerelerinin akamete uğramasından’ sorumlu tutmaları sırasında yaşandı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın öfkesi Netanyahu'nun oyunlarına daha fazla katlanamayacağı bir noktaya ulaşırsa ne olacak? Hayır, hiç de değil.
Mahmud Abbas’ın geçtiğimiz salı yaptığı açıklamada dile getirdiği şeyler Oslo Anlaşması’nın tamamen iptali olarak mı değerlendiriliyor. Böyle değerlendiren kimseler var. Belki de doğrudur.
Bununla birlikte biraz daha dikkatle meseleye baktığımızda tamamen haklı olan Filistin öfkesinin öte yandan açık kapı politikasını benimsediğini gösterdiğini söyleyebiliriz. Çünkü açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“Filistin Devleti ve Filistin Kurtuluş Örgütü, ABD ve İsrail hükümetleriyle yapılan hiçbir anlaşmaya, uzlaşmaya ve güvenlik de dahil, bu anlaşma ve uzlaşmalardan doğan yükümlülüklere artık tabi değildir.”
Bu ifadeler dikkatli bir şekilde incelendiğinde ‘anlaşma ve uzlaşıların tamamen iptal edildiği sonucunu’ zorunlu bir şekilde gerektirmez.
Bilakis burada, karşı tarafının anlaşmanın gereklerini uygulamamakla sorumlu tutulduğu daha olasıdır. Bundan dolayı metnin içeriği aslında şöyle ifade edilebilir:
“İşgalci İsrail, Filistin Devleti topraklarında bir işgalci güç olması sebebiyle uluslararası hukuka uygun olarak tüm sorumluluklarını üstlenmeli ve yükümlülüklerini yerine getirmelidir.”
Diğer taraftan herhangi bir Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın şu sözünden hareketle Oslo Anlaşması’nı tamamen iptal ettiğini de düşünebilir:
“İsrail hükümet koalisyonu anlaşmasındaki hususlar ve Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Knesset’te yaptığı konuşma, Oslo da dahil olmak üzere tüm imzalanan anlaşmaların kaldırılması anlamına gelir.”
Ancak Filistin yönetiminin Oslo Anlaşması’nı bütünüyle ortadan kaldırdığına ya da geri dönmek için kapıyı açık bıraktığına ilişkin tartışmadan daha önemli olan, Filistin liderliğinin bu noktaya ulaşmasında ve barış sürecinin çıkmaza girmesinden Netanyahu’nun sorumlu tutulmasıdır.
İsrail halkını -özellikle güvenlik açısından getireceği sorunlarla birlikte- siyasi liderliğin Filistinlilerle yaşanan gerginlikleri yükleneceği konusunda kimin ikna etmesi gerekiyor?
ABD ile temas içerisinde kalmasının Filistin tarafı için faydalı olacağına dair bazı deliller var.
Belki de bir mucize olur ve ilhak planlarını durdurması için Netanyahu'ya bir parça baskı yapar.
Fakat Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın sözleriyle buna yanıt verilebilir. Nitekim Abbas, Washington'un Filistin halkına yönelik bütün düşmanca uygulamalarında işgal gücünün bir ortağı olduğunu düşünüyor.
Öyleyse geriye sadece Filistin dayanışması kalıyor.
Bu bağlamdaki en zayıf inanç, yan müzayedelerden geri durmak ve üst düzey kuruluşlar arasındaki koordinasyonu artırmaktır.