Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Mao Zedong’un varisleri

Bu dünyada her 5 insandan biri Çin vatandaşı ve en büyük 500 şirketin 100’ü de Çinli. Önceki bilgiler, Çin'in bugün dünyadaki konumunun bir özeti olabilir. Çok sayıda insan ve kaçınılmaz olarak ateşli geçen bir ekonomik yarış yurt dışı pazarları arayışını doğuruyor.
Korona pandemisi dünyadaki iki en güçlü ekonomik sistem arasında bir tartışma başlattı. İki filin çatışması devam ettikçe çatışma alanındaki çok sayıda “çimen” yani orta ve küçük ülkelerin çıkarları da ayakları altında ezilecek. Yaşananlar bizi doğrudan ilgilendiriyor. Hiç kimse ABD’nin Çin’i bu pandemiyi “üretme” suçlamasının arkasından gidemez. Mevcut tüm bilimsel göstergeler, insanlar ile hayvanlar arasındaki tehlikeli iletişimden kaynaklandığı yönünde. Fakat biraz kuşkuyla şu söylenebilir; Çin ya pandemiyi ve ölümcül etkisini erkenden tanımadı ya da tanıdı ve belki de kontrol altına alabileceğini düşünerek bazı gerçekleri gizlemeye karar verdi. İki faktörü de hesaba kattığımızda bu sonuncusu daha olası görünüyor. İlk faktör, salgının Çin’in yeni yıl (Ocak) kutlamalarının zirve döneminde başlaması. Bu dönemde milyonlarca kişi seyahat ediyor, yine milyonlarcası kutlamalar için bir araya geliyor. İkinci faktör, herhangi bir toplumdaki otoriter rejimlerin doğası olan açıklamadan ziyade gizleme eğilimidir. Çin de bir istisna değil. Bu iki faktör, salgın İran’ı vurduğunda da aynı sonuçları doğurdu. İran’da salgın baş gösterdiğinde rejimin ideolojisinin merkezinde yer alan genel seçim dönemiydi. Halkın seçimleri boykot etme olasılığı ışığında rejim mümkün olan çok sayıda kişinin oy kullanmasını istiyordu. Bu noktada otoriter rejimlerin gerçekleri gizleme doğası bir kez daha devreye girdi. Çok sayıda aday ve İran vatandaşı bunun kurbanı oldu, hatta salgın komşularına taşındı.
Çin-ABD siyasi mücadelesi, Çin Dışişleri Bakanı'nın gölge diplomasisini bırakmasına ve ABD'nin "Soğuk Savaş" istediğini söylemesine neden oldu. Bu açıklama, Çin rejiminin kendisini şeytanlaştıran açıklamalara karşı sabrının tükendiğinin bir ifadesiydi. İnsanlık, kurban sayısı yarım milyona doğru giden bu salgının etkilerini azaltmaya çabalarken dünyada bir çatışma çıkarmanın anlamı yok.
ABD yönetiminin perspektifinden çatışma belki de içeride kendisine karşı yükselen suçlamaları bir dış tarafa yükleme, hatalarının görmezden gelinmesin sağlama konusunda az da olsa yardımcı olabilir. Ancak çatışmanın salgına karşı küresel mücadeleye hiçbir faydası yok.
Çin’e dönersek… Kendisi sanayileşmiş ülkeleri yakalama yolunda hızla ilerliyordu ve son 40 yıl boyunca bunda başarılı olmuştu. Mao Zedong’un ölümü ve reformcuların Çin Komünist Partisi’nin liderliğine ulaşması ile Çin, dünyanın dikkatini çeken, hatta gözünü kamaştıran çeşitli ekonomik programlarla yavaş yavaş bu ülkeleri yakalamayı başardı. Öyle ki Batı’da Çin’in “Batı kapitalizmi ve demokratik açılım” yolunda olduğuna dair teoriler bile ortaya atıldı. Oysa bunların çoğu temenniden ibaretti. Çin ekonomik reformları milyonlarca Çinliyi yoksulluktan kurtarmakta ve insani yaşam için gerekli koşulları minimum düzeyde sağlamakta başarılı olsa da kişi başına düşen gelir halen küresel ortalamanın altında ve ABD’de kişi başına düşen gelirden en az yüzde 30 daha az. Ekonomi tarihi teorilerinde, Çin dönüşüm modelinin bir benzeri yok. Bir yanda ekonomi politikalarında devletin egemenliği söz konusu iken diğer yanda serbest ekonomide bilinen piyasa faktörleri ve küresel pazarlara açılma işaretleri sınırlı da olsa serbest. Çin ekonomik planlarının başarısının faktörlerinden biri, Çin’de yolsuzlar için cezaevleri değil sadece mezarlar olduğunu öne süren yolsuzluğu ortadan kaldırma kampanyasıdır. Buna rağmen yolsuzluğun kökü kazınamadı çünkü otoriter rejimler yolsuzluğun gelişmesi için verimli bir ortam sunarlar. 21’inci yüzyılın hiçbir döneminde Çin’in ekonomik başarısı demokratik açılıma götürmeyecek. Çünkü açık ve rekabetçi bir rejimin ışığında bu kadar kalabalık bir nüfusa (1,4 milyar) yiyecek, barınma ve iş fırsatları sağlamak zordur. Çin Komünist Partisi, modern teknolojinin disiplinine yardımcı olduğu bir sistemde halen tüm hayati sektörleri yönlendiriyor ve liderliğini elinde tutuyor. Siyasi durum gelişime açık değil. Keza az da olsa dış rötuşlara maruz kalsa da sosyal durum bu. Çin’in canını yakacak noktalara baskı yapmak, Mao dönemine geri dönmesine, yeniden ötekini düşman gören bir Çin kimliğini temel alan katı bir ideolojinin arkasına saklanmasına, hem dünyanın hem de kendisinin kaybetmesine yol açabilir.
Çin’in canını yakması muhtemel 3 nokta var. Bunlardan ilki, dünyanın birçok bölgesine yapılan Çin ihracatının maliyetini yükseltmek, bugün Batı’da ve özellikle de ABD’de mevcut modern teknolojiye ulaşmasını engellemek de dahil oluşan ekonomik baskıdır. Diğer ikisine gelince… 1971 yılına kadar BM’nin kurucu üyesi olan Tayvan ile İngiltere’nin Çin ile ortak kimliğini Batılı-Çinli olarak belirleyen bir anlaşmaya vararak topraklarından çekildiği Hong Kong’tur. Trump yönetimi son olarak da Müslüman azınlık Uygurların “insan haklarını” keşfetti.
Tayvan, Çin’in en büyük baş ağrısıdır. Kendisi daha önce uluslararası toplum tarafından bağımsızlığı tanınan ve bugünlerde yeniden uluslararası kurumlarda bir sandalye elde etmeye çalışan bir ülkedir. Hong Kong’ta ise Çin’den bağımsızlığını pekiştirmeyi amaçlayan geniş bir siyasi hareket var. Çin’e gelince; en önemli politik ve ekonomik kapasitesini elinde tutmaya çalışıyor.
Çin’deki dikkat çekici teknolojik ve bilimsel gelişmeye karşın kendisi halen kervanın çok gerisinde. Korona pandemisinin ilacı veya aşısı Çin’den değil Batı’dan gelecek. Bu çok doğal. Çünkü Çin bağımsızlığından sonraki uzun yıllarda ABD’nin ya da iki dünya savaşı arası dönemde Japonya’nın olduğu gibi halen “yenilikçilik öncesi” teknoloji döneminde...
Görünen o ki Çin liderliği de bu kusurlarını biliyor. Kendisini dünyanın koruyucusu olarak sunmuyor ve iş yaptığı ülkelerdeki rejimlerin türü ile çok ilgilenmiyor. Bu yönden kendisi nispeten güvenilir. En çok başarılarını pazarlamakla ilgileniyor ki şu ana kadar başardıkları da az veya hafife alınacak türden değil. Bu onun yumuşak gücü. Ne var ki kendisine yönelik siyasi ve ekonomik baskının artması durumunda her zaman tarafsızlığını korumayacağını da bilmeliyiz. Çin’in bugün ikili ilişkiler ve uluslararası kurumlar düzeyinde manevi ve diplomatik desteğe ihtiyacı var. Bunu yapmaları halinde Araplar, Çin ile ilişkilerinde daha iyi konuma ulaşacaklardır. Çünkü Çin kültürü kendisini destekleyenleri takdir eder.
Son olarak, 2019 yılı başında Suudi yetkililer, okul ve üniversite müfredatlarına Çin dili öğrenimini eklemeye yönelik bir plan hazırladılar. Bu, gelecekte daha önemli bir role sahip olabileceği hesaba katılarak Çin ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmek için atılmış öncü bir adımdı.