Hasan Ebu Talib
TT

Trump ve Twitter: Çözüm rasyonelliktir

ABD Başkanı Donald Trump ile iletişim devi Google’ın sahibi olduğu ünlü sosyal medya platformu Twitter arasında yükselen kriz, sosyal medya şirketlerinin faaliyetlerinin niteliğinde büyük ve önemli değişimlere kapı aralıyor. Tabi ki ABD Başkanı ile Cumhuriyetçi Temsilcilerinin İletişim Uygunluk Yasasının 230. maddesini değiştirmekte başarılı olmaları şartıyla.
Söz konusu yasa, kendileri tarafından yayınlanan hesaplarda yer alan editoryal içerikler üçüncü taraflarca yazıldığı için sosyal medya şirketlerini bunlardan sorumlu tutmayarak onlara ABD yargısına karşı yasal dokunulmazlık sağlıyor. Bu şirketlerin sahip oldukları yasal dokunulmazlık kendilerine temelde ABD yasaları tarafından verilmiş olsa da çalışma yöntemlerini yerel ortam ve koşullara uygun bir biçimde düzenlemek ya da sınırlamak isteyen diğer hükümetlere karşı da onlara manevi ve yasal güç ile egemenlik sağlıyor. Birçok ülkede hükümetler, bu şirketlere yasal kurallar getirmeye çalıştı ama ABD devlet kurumlarının şirketlere sağladığı koruma gücü nedeniyle başarısız oldu. ABD devlet kurumları bu şirketleri destekliyor çünkü kendisini ABD’nin yumuşak gücünün bir uzantısı sayıyor. Ayrıca ifade ve düşünce özgürlüğü sloganı altında yerel ortamları değiştirmeye dolayısıyla ABD’nin sorumlu taraflar aracılığıyla tüm dünyaya yaymaya çalıştığı demokrasiyi destekleyen ve toplumları barışçıl ve kademeli olarak değiştirmeyi amaçlayan değerlerinin bir uzantısı saydığı için de.
Başkan Trump ile sosyal medya platformları ve özellikle de Twitter ile ilişkisi, özel bir nitelik taşıyor. Her biri diğerinden faydalandı ve öbürüne faydası dokundu. Trump’ın ABD başkanı seçilmesi ve 2017’de göreve başlaması, ABD medya devlerine karşı olumsuz tutumları nedeniyle destekçileriyle iletişim kurmak, ABD ve dünyayı ilgilendiren önemli meselelerde görüşlerini ve pozisyonunu ifade etmek için büyük ölçüde attığı tweetlere güvenmesiyle birlikte Twitter önemli bir  konum elde etti
Oysa iki yıl öncesine kadar Instagram, Snapchat, Facebook ve diğer sosyal medya platformları ile rekabet arenasının dışında kalmak üzereydi. Ancak Trump’ın kendisini yoğun bir şekilde kullanmaya başlamasıyla birlikte ABD’li olsun ya da olmasın onun açıklamalarını ve pozisyonlarını takip etmek isteyen herkesin Twitter’da hesap açması gerekti. Böylece iki yıl içinde kullanıcı hesap sayısı 1.2 milyara yükseldi. Bunların 80 milyonu  tweetleri sadece takip ederken, birçoğu yorum yapıyor veya kendisine karşılık veriyor. Bu, tweetlerin yaygınlaşmasına, yerel ve küresel medya organlarında tartışma ve konuşmaların konusu olmasına katkıda bulunuyor. İki taraf arasındaki bu ilişkinin ışığında olası sonuçlarını düşünmeye dalmadan önce Beyaz Saray ile sosyal medya ve dev arama motorları şirketleri arasındaki krizin doğasını tanımlamak önemli bir adımdır. Başkan Trump cephesinden bakıldığında Twitter,  tweetlerinden birine “şiddeti yüceltme” bir diğerine de “bilgiyi doğrula” etiketi ekleyerek yetkilerini kötüye kullandı. Zira bilgiyi doğrula etiketini kullanması başkanın attığı tweetin içeriğini doğrudan yalanladığı anlamına geliyor. Buradaki asıl paradoks, Twitter’ın benimsemiş olduğu kurallarla uygun olmamasına rağmen iki tweeti de yayınlamış olmasıdır.
Site bu eleştiriye karşı ABD Başkanının kamusal bir kişilik olduğu bu nedenle tweetlerinin silinmediği ve bunun yerine uyarı etiketleri ile yayınlandığı gerekçesini öne sürerek kendini haklı göstermeye çalıştı.
Trump ise bu uyarıların bir sansür olduğunu ve sitenin bir tweeti ayrımcı veya taraflı gibi belirli bir şekilde etiketleme hakkı olmadığını ifade etti. Buna karşılık Twitter, açık bir politika uyguladığını, yetkili ve sıradan kullanıcıları arasında ayrım yapmadığını, diğer bir deyişle politik olarak tarafsız davrandığını, belirli bir tarafı desteklemediğini, aksine düşünce ve görüşlerin paylaşıldığı bir platformu yönettiğini düşünüyor. Twitter’ın bağlı olduğu şirket, Başkan Trump’ın imzaladığı kararnameyi keskin ifadelerle eleştirerek kendisini ABD inovasyonu, ifade özgürlüğü ve internet özgürlüğünü savunmakla çelişen gerici ve politize edilmiş bir yaklaşım saydı.
Başkan Trump’ın İletişime Uygunluk Yasası’nın 230. bölümünün sosyal medya ve iletişim şirketlerine sağladığı yasal dokunulmazlığı gözden geçirmeye yönelik kararnameyi imzalamasıyla somutlaşan pozisyonu, Twitter’ın uyarı ekleyerek paylaşımlara müdahale etmesinin bu şirketlerin çalışmalarının yeniden tanımlanmasını gerektiğini gösterdiği varsayımına dayanıyor. Bu açıdan bakıldığında Twitter bu müdahalesi ile her uyruktan insanların istisnasız her konuda tüm düşünce ve görüşlerini ifade ettikleri açık bir platformu düzenleyen bir taraf olmaktan çıkıp bir yayın şirketine dönüştü. Bu şirketler ise yetkilerini kötüye kullanıp sahibinin rızası olmadan metni silerek ya da kendisine eklemeler yaparak doğrudan müdahalede bulunduklarında koruyucu yasalar tarafından cezalandırılıyor. Ufukta bununla yetinilmeyip sosyal medya şirketlerinden başka konularda da hesap sorulacağına dair işaretler görünüyor.
Sözgelimi, İran’a uygulanan yaptırımları ihlal ettiği, bazı İranlı yetkililere bahsi geçen iletişim araçlarını kullanma ve İran’ın pozisyonlarını yayınlama imkanı sağladığı gibi. Hatta Kovid-19 pandemisi konusunda Çin’in tarafını tutmakla suçlanabilir veya vergi ödeme yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle cezalandırılabilir. Bu mantığa göre sosyal medya şirketleri artık tarafsız değil. Hatta ABD yasalarının kendisini ihlal etmiş sayıldıkları için bundan sonra kendilerine farklı bir şekilde davranılmalı. Dünyanın önümüzdeki birkaç ay boyunca tanık olacağı şiddetli savaşın özü işte budur.
Başkan Trump'ın mantığı, siyasi ve yasal doğruluğuna rağmen, bu dev şirketlerin gerçekte oynadıkları rollerin çok küçük bir bölümüne ışık tutuyor. Zira bu şirketler gerek ABD gerekse küresel düzeyde iletişim alanının tekelini ellerinde tutma özellikleriyle de öne çıkıyorlar. Bu tekel, rızaları dışında izleyicilere dayatılan reklamlar gibi birçok alanı kapsıyor. Ana şirketler dev reklam gelirleri elde ederken dünyanın bütün ülkelerinde yerel siteler, bu reklamları zorunlu ve kendilerinin hiçbir müdahalesi olmadan yayınlamalarına karşılık kendisinden uygun bir gelir elde etmiyorlar.
Buna ek olarak, ABD yasalarının sağladığı dokunulmazlığa dayanarak bu şirketler yerel makamlara vergi de ödemiyorlar. Tüm takipçilerinin ayrıntılı kişisel verilerini – bilgi, fotoğraf, etkinlik ve paylaşımları- topluyorlar. Sahiplerinin ise bu verilerin nasıl kullandığı konusunda bir bilgisi yok ve istedikleri zaman da kendisini silemiyorlar. Bu tekel ayrıca birçok toplumda kargaşa ve sosyal krizler çıkaracak şekilde farklı konularda çok sayıda yalan ve yanıltıcı haberler yayan sahte hesaplara da büyük bir koruma sağladı. Bunun da ötesinde, sosyal sorumluluğa sahip güvenilir basın endüstrisini etkilemeleri için yanıltıcı haber gruplarına büyük fırsatlar sundu. Birçok ülkede köklü basın kurumları, hem okuyucularını hem de reklam gelirlerini kaybettikleri için çekilmeyi ve kendisini kapatmayı seçti.
Bu şirketlere çok sayıda eleştiriler yöneltiliyor. Ama bunlar sıradan bireylerin, uzmanların, aktivistlerin ve istisnasız tüm sınıfların hayatlarına katkıda bulunduğu gerçeğini de gizlemiyorlar. Bu nedenle, sosyal medya şirketlerinin ve dünya sakinlerinin yaklaşık yüzde 45’ine sınırsız bir şekilde sundukları hizmet ve iletişimin yokluğunu hayal etmek bile imkansız. Dolayısıyla bu şirketlerin olumsuz yapılarının sınırlandırılarak yeniden yapılandırılmaları, insanlığa samimi ve akılcı bir şekilde fayda ve hizmet sağlayan olumlu rollerinin rasyonelleştirilmesi en gerçekçi seçenek olmayı sürdürüyor.