Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Irak adım adım geri kazanılacak ve İran onu kolayca terk etmeyecek

Arapların genel olarak “Ne dostu memnun eden ne de düşmanı kızdıran” bir durumda oldukları bu belirleyici tarihsel anda, Arap ülkelerinin Irak’a açılması gibi hayırlı bir girişim bir gereklilik hatta ulusal bir zorunluluktur.
Irak’ın Abbasiler, Emeviler ve çok öncesinde Arap Lahmiler Krallığı dönemlerinden itibaren birbirini takip eden dönemlerde olduğu gibi Arap ulus yapısı içinde başkasının dolduramayacağı yerini alması için bu, gerekli bir adımdır. Lahmiler Krallığından bahsetmişken, bu Arap krallığının daha o dönemde ünlü Zikar savaşında Farslara (Sasaniler) unutamayacakları bir ders vermiş olduğunu da belirtelim. Bu savaşta Lahmilerin başında son kralları Üçüncü Numan İbn Munzir, Farsların başında ise o uzak çağın ünlü kralı İkinci Hüsrev vardı. Elbette başka bir Zikar savaşı yaşanmasını istemiyoruz. İran’ın Arapların işine karışmayan Arapların da onun işine karışmadıkları bir komşu ülke olması gerekiyordu. O zaman bu komşu ve bazılarının kardeş olarak tanımladığı ülke ile ilişkiler, mevcut gergin ilişkiden farklı olabilirdi. Ancak 1979 Şubatı’ndaki devriminden sonra İran’ın Arap komşularına müdahaleleri, Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminin bile ötesine geçti.
Beş Arap ülkesini kapsayan işgalci bir yayılmacılığa dönüştü.
Bu ülkeler ise şunlardır: Irak, Suriye, başkenti Sana’ya mutlaka gidilmesi gereken Yemen, Lübnan ve ulusal Arap cübbesini çıkarıp Velayet-i Fakih cübbesini giyen “Büyük”(!) Katar’dır.
Bu noktada, daha önce kendisinden birkaç kez bahsetmiş olduğum için kusuruma bakmayacağınızı umarak uzun zaman önce yaşanan bir hadiseyi tekrar zikretmek istiyorum.
Devrimin başarılı olması ve Ayetullah Humeyni’nin Paris’ten İran’a dönmesinden birkaç gün sonra Tahran’a yönelen merhum Yaser Arafat’ın (Ebu Ammar) başkanlık ettiği ve Mahmud Abbas’ın (Ebu Mazin) da bulunduğu heyette ben de yer almıştım. O dönemde sadece Filistinliler değil Arapların tamamı olmasa da çoğunda, Şah Muhammed Rıza Pehlevi’yi devirerek başarılı olan devriminden sonra İran’ın artık yeni bir ülke olduğu kanaati hasıl olmuştu.
Bu büyük ülkenin, Siyonist düşmana karşı yürüttükleri varoluşsal savaşta Filistin halkının ve bütün Arapların dayanabilecekleri bir destek duvarı olacağını düşünmüşlerdi.
Devrimin zaferinden ve Humeyni’nin geri dönüşünden sonra Tahran’a ulaşan ilk Arap lider olan Ebu Ammar, bu devrimin Filistin halkının devrimi, zaferinin Filistinliler ile bütün Arapların zaferi olduğunu, Şah döneminin neden olduğu bazı can sıkıcı sorunları ortadan kaldırmak gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle, Pehlevi hanedanını kökünden söküp atan ve Safevi dönemine ait her şeyi silen yeni İran liderinden yeni bir başlangıç ve iyi niyet gösterisi olarak, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait ve İran’ın işgal etmiş olduğu 3 adayı “Büyük Tunb, Küçük Tunb ve Ebu Musa” geri vermesini rica etti. Ancak Humeyni öfke ve acele ile bu adaların İran adaları oldukları ve öyle kalacakları yanıtını verdi.
Iraklı kardeşlerimizin mutlaka bildikleri ve çeşitli faktörler nedeniyle kuşkusuz daha fazlasını bildikleri bu gerekli girizgahtan sonra, büyük Irak’ın her zaman vatanı olacak Arap vatanına, geçmişte, bugün ve ilelebet bir parçası olarak kalacağı Arap ulusuna açılmasının, üstesinden gelinmesi gereken bazı zorluklarla karşı karşıya kalacağı göz önüne alınmalıdır. Sünni ve Şii olsun Iraklıların çoğununun tarif etkileri gibi, İran’ın Irak’taki varlığı kelimenin tam anlamıyla bir işgaldir.
Bu nedenle, Başbakan Mustafa el-Kazimi’nin herhangi bir kardeş Arap ülkesine karşı atacağı her adım birçok engelle karşılaşacaktır. Pratikte ve gerçekte, General Kasım Süleymani’nin takipçilerinden daha radikal ve fanatik hale gelen Tahran, bu Arap ülkesinin, Arap ulusu içindeki gerçek yerine fiili ve pratik olarak geri dönmesine izin vermeyecektir.
Irak’ta silahlı, etkin ve baskın olan İranlı örgütlerin sonuncusunun, Hasan Nasrallah liderliğindeki Lübnanlı Hizbullah örgütüne bağlı Usbet es-Sairin (Devrimciler Ligi) olduğu biliniyor. Bunun yanında bu Arap ülkesinde, çatısı altında farklı grupları barındıran Haşdi Şabi, İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü, Irak Hizbullah’ı, Ebul Fazl Abbas Tugayı, Kerbela Tugayı, es-Seccad Tugayı, Zeyd bin Ali Tugayı, Asaib Ehlil Hak örgütü ve Mehdi Ordusu’nun aralarında olduğu sayısız İran oluşumu bulunuyor. Neredeyse her gün bu tür örgüt ve oluşumlardan bir tane doğuyor ve hepsi de İran Devrim Muhafızları ile bağlantılı. Devrim Muhafızları, İran Silahlı Kuvvetlerinin kollarından biri sayılıyor ve Şah döneminde Irak’a iltica eden, uzun yıllar orada yaşayan, devrimin başarılı olması ile ülkesine dönmeden önce 117 gün de başkent Paris’in eteklerindeki Neauphle-le-Château köyünde yaşayan Ayetullah Humeyni’nin emriyle 1979 yılında devrimden sonra kuruldu.
Bu uzun anlatımın amacı, Irak Başbakanı Mustafa el- Kazimi’nin, Irak’ı Arapların kucağına itecek herhangi bir adım atması durumunda sayısız komplikasyonlar ile yüzleşeceğine dikkat çekmektir. Kurucularından biri olduğu Arap Birliği ve kendisine bağlı tüm siyasi, kültürel, askeri ve güvenlik kurumlarında temel ve etkin bir karar sahibi olarak geçmişte elde ettiği ulusal konuma dönmesini sağlamak için attığı adımlarda çok sayıda fiili zorluklarla karşılaşacağını hatırlatmaktır.
Dolayısıyla Irak’ın bu tür adımlar atması son derece zor olacaktır. Zira, kendisine sanki arka bahçesiymiş hatta sahip olduğu petrol kuyuları, kötü malları için bir pazarmış gibi davranmaya başlayan İran’ın, bu Arap ülkesinin, ait olduğu Arap ulusuna ve kardeşlerinin arasına dönmesine izin vermesi imkansızdır.
Özellikle yukarıda da bahsettiğimiz gibi pratik olarak 5 Arap ülkesini (Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve Katar) işgal etmiş olduğu göz önüne alındığında. Buna ek olarak, Tahran’daki karar alıcılar (Devrim Muhafızları) Irak coğrafyasındaki varlıklarının sona ermesinin bu bölgenin tamamında varlıklarının sona ermesi anlamına geldiğini biliyorlar.
Buralardaki kontrollerini kaybedip ülkelerine dönmek zorunda kaldıklarında, kendilerini kaçınılmaz bir iç savaş ve çatışmanın bekleyeceğini biliyorlar. Ülkelerinde etkin bir silahlı muhalefetin, yıllardır kendilerine baskı yapan Farslılardan tarihi hesaplarını sormak için bu fırsatı bekleyen Kürtler, Araplar ve Belucilerin aralarında bulunduğu farklı etnik kökenlilerin kendilerini beklediğini biliyorlar.
İran’ın yukarıda saydığımız ülkelerdeki tüm bu askeri, güvenlik ve siyasi varlığının yanı sıra Libya ve Tunus gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerine de uzanmaya başladığı biliniyor.
Irak’tan çekilmesinin bütün bölgesel projesinin başarısız olması, Velayet-i Fakih rejiminin ve Devrim Muhafızları’nın sona ermesi anlamına geleceğini biliyor hatta bundan emin.
Aslında bunlar yani rejimin ve Devrim Muhafızlarının sonunun gelmesi, bu bölgedeki bazı ülkelerde işleri tepetaklak edecek gelişmeler yaşanmaması durumunda kesinlikle ihtimal dışı değildir.
Son olarak, başlangıçta Irak’a adım adım yaklaşılabilir. Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi’nin Riyad’a yapacağı “kardeşçe” bir ziyaret, atılacak sakin adımların başlangıcı olabilir.
Bu adımlar, bir yandan mücadeleyi İran içlerine taşıyabilecek güce gelmesi için İran muhalefetine destek olurken diğer yandan İran ile kendisine bağlı örgütleri işgal ettikleri Arap ülkelerinden çıkarana kadar onlarla çatışmadan geliştirilebilir.
Bu bağlamda, bilhassa ihtiyacı olan destek kendisine sağlandığında bu rejimi devirme gücüne sahip etkin güç ve oluşumlarının var olduğunu vurgulamalıyız.