Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

El-Nafisi keşke Bertrand Russell’ı okumasaydı

Toplumlar öğütlere çok dikkat etmezler onların dikkatini ancak depremler çeker ve sarsar. Siyasal İslam grupları ve dış bağlantılarına ilişkin yapılan uzun konuşmalar önemine rağmen, Arap toplumlarında açık bir komplonun kanıtlanmış bir kaydı ve teyit edilmiş bir belgesi statüsünü kazanamadı.
Ancak bugün, Müslüman Kardeşlerin yüzlerinden biri olup akademik ve politik propaganda konusunda kendisine güvendikleri el-Nafisi’nin yeniden hatırlanan video ve konuşmaları ya da kendisinin tercih ettiği adla “stratejik analizler”i bu misyonu yerine getiriyor. Nafisi kendisini  tanımlama konusunda kararsız. Kimi zaman kendisini İngiliz eğitiminin bir ürünü olarak tanıtıyor. Zira kendisi eğitimine Kahire’deki Victoria okulunda başlamış ve Cambridge Üniversitesi’nin Doğu Araştırmaları bölümünden mezun olarak tamamlamış. Anlattığına göre kendisini uyandıran da İngiliz filozof Bertrand Russel olmuş. Prof. Ali el-Amim, Nafisi hakkındaki kitabında bunu şüpheyle karşılayıp kendisine inanmaz. Kimi zaman da bu süslü ve abartılı imajdan kaçarak bizlere, Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nde eğitim gördüğü sıralarda başlayan Müslüman Kardeşler ile yolculuğunun ilk anından itibaren siyasal İslam ile ilişkisini hatırlatır.
Nafisi hatıralarında Müslüman Kardeşlere yönelmesi ile Russel arasındaki ilişkiyi tanımlayarak kitabının ilk sayfalarında özetle, Russell’ın kendisini dalmış olduğu derin uykudan uyandırmış olduğunu söyler. Keşke bu uyandırma eylemi Hume’nun Kant’ı uyandırdığı gibi sonuçlansaydı. Ama tam aksine bu uyanış, daha fazla kafa karışıklığı ve savrulmalara neden olup sorulardan korkmak ve kaçmakla gölgelenmiş bir süreç ile sonuçlanan reaktif bir uyanış oldu.
Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde İslami faaliyetler planladığı (1965 Şahap hücresi) dönemden beri Nafisi, kendisine bir akıl hocası bulmaya çalıştı. Ancak İslamcıların sahip olduğu akıl hocalarının sayısının çokluğu karşısında şok oldu. Hatıralarında yazdığına göre kendisine akıl hocası olarak “Psikolojik yoldaşlar” olarak tanımladığı İslamcılardan daha iyisini bulamadı.
Russell’ın “Why I am not a Christian” (Neden Hristiyan Değilim) adlı kitabının kendisinde bir uyanışa neden olduğu hikayesinin doğru olduğunu varsaysak bile Nafisi pratik olarak içine düştüğü bu ikilemi yararlı bir kaygıya dönüştürmeyi başaramadı. Aksine, şüphenin neden olduğu huzursuzluktan kaçarak kendisine sağlam, kapalı ve güçlendirilmiş dogmatik çitle korunmuş bir alan arayışına girdi. Nafisi’nin hatıralarının tarihi diziliminden, Russell’ın kitabı ile 1961-62 yıllarında tanıştığı sonucu çıkıyor.
Nafisi bu kitabı okuduktan sonra şüphelerinden kaçmayıp onlarla savaşan büyük Müslümanların yaptığı gibi araştırmaya yönelmedi. Bu çabalarının sonucu onlarca cilt ve Hallac, Sühreverdi, İhvan-ı Safa, Gazali, İbn Teymiye, İbn Kayyım gibi bilim hazineleri olmuştu. Bunlar gibi yüzlerce Müslüman aliminin kalbi şüphe ve kesinlik arasında gidip gelmiş ve sallantıda kalmıştı. Bu kişiler durmadan gerçeklerini formüle etmenin peşinden koşmaktan ve anlamlara giden yolları nefes nefese kat etmekten hiç vazgeçmemişlerdi.
Prof. Ali el-Amim, Nafisi hakkında daha sonra “el-Nafisi: Siyretun Gayru Tebciliyye” (Nafisi: Abartısız bir Biyografi” adıyla bir kitap haline getirilen uzun bir tez hazırlamıştı. Bu tezde kararsız ve kafası karışık bir hayat ile değişken tutumlar ele alınmıştı. Nafisi, Londra’daki tıp eğitimini bıraktıktan sonra Müslüman Kardeşlere yöneldi. Ancak daha sonra yetmişli yılların sonunda Cemaat el-Selefiyye el-Muhtesebe veya Cuheyman Cemaati’nin ortaya çıkardığı akıma kapıldı. Bu akım onun aklını çeldi. Nitekim Nafisi katıldığı bir televizyon programında, Nasır el-Huzeymi’nin kendisinin Cuheyman ile görüşmeyi çok istediği sözüne atıfta bulunan sunucuya yanıt olarak  kendisi ile görüşmeyi çok istediğini belirterek bunu inkar etmedi. Hatta bazıları Nafisi’nin yetmişli yılların sonunda Kuveyt’ten kaçıp kaçak bir şekilde Suudi Arabistan’a gitmesinin nedeninin tutuklanıp ed-Demmam Cezaevine konulan Cuheyman ile görüşmek olduğunu söylüyorlar.
Dış güçler ile işbirliği hiçbir zaman Nafisi için bir utanç veya ihanet konusu olmadı. Aksine hatıraları arasında Müslüman Kardeşlerin hareket kabiliyetine yönelttiği eleştirilerinde dış güçler ile işbirliğini yoğunlaştırma çağrısında bulundu. Nafisi, siyasal İslam hareketlerinin diğer ülkeler ile işbirliklerini derinleştirmelerini temenni etmektedir. Müslüman Kardeşler dışarıda geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen bu, kendisini memnun etmemektedir. Kitabında bu bağlamda yaptığı eleştiride şöyle der: “Bu gruplar bölgeselcilik boşluğuna düşmüşlerdir… Bu geri kalmış ve yenik bakış açısı son derece önemli büyük gerçekleri göz ardı etmektedir. Bu gerçeklerin en önemlisi, çatışan bu düşünsel ve örgütsel dalgaların coğrafi bir nokta olarak Kuveyt’e nasıl isabet etmediğidir. Düşünsel veya eylemsel olsun neden dışarı ile bağlantı kurmaktan korkuyoruz? İslamcı gruplar neden İslam dünyasının herhangi bir yerinde bir araya gelip küresel düzeydeki rollerini koordine etmesinler, bunun ne zararı var?” (Min Eyyam el-Umr el-Mazi “Geçen Ömrün Günleri”, sayfa:149-150).
11 Eylül saldırıları ile Nafisi, Al-Jazeera kanalının sabit bir konuğu haline geldi. Bu kanalda yayınlanan “Bila Hudud” (Sınırsız) adlı programına konuk olduğu bölümler İslamcılar ve el-Kaide örgütü tarafından aşırı bir sevinçle izlendi. Zira bu bölümlerde Usame bin Ladin aklanıyor, menkıbeler anlatılıyor, gururla yapılan saldırı ve planlardan bahsediliyordu. Bütün bunlar ona köktencilerin nezdinde değer ve etki kazandırdı. Nitekim Rotana kanalında katıldığı bir programda da Nafisi, Bin Ladin’in öldürüldüğünü inkar etmiş ve çılgınca gerekçelerle bunu kanıtlamaya çalışmıştı.
Yine Nafisi, Tunus’ta katıldığı bir program sırasında Arap liderlerini öldürme ve kaçırma çağrısında bulunup kıyamet gününde bütün bunların sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğunu söylemişti. Kitabında yazdığına göre söz konusu devrimci dalgalar aklına Londra’da Ebu Ala el-Mevdudi ile arasındaki tek görüşmenin hatırasını getirmişti. Bilindiği gibi Mevdudi, İslamcı gruplar arasında Seyyid Kutup ile aynı değerdedir. (Sayfa:72)
Bir akademisyen nasıl doğrudan gençlerden kaçırma ve öldürme eylemlerinde bulunmalarını talep edebilir?
Nafisi yazılarında ve konuşmalarında sıkıcı bir şekilde tekrara düşer. Bütün çalışmalarına egemen olan Müslüman Kardeşler örgütü hesabına devlet kavramı ile alay eder. Gerçeği, eğitimleri ve vatanları ile ilişkilerini kesmek amacıyla sürekli yükselen ve umut dolu nesillerin cesaretini kırar. Amacı, bu nesilleri, Russell’ın “Neden Hristiyan Değilim” sorusu kendisini sarstığında sığındığı eski kargaşasına sürüklemektir.