Sam Mensa
TT

ABD başkanlık seçimleri tartışmalarında Ortadoğu

İran’a uygulanan silah ambargosunu uzatmak isteyen ABD’ye tehlikeli bir proaktif yanıt geldi ve İran ile Çin  25 yıllık bir stratejik anlaşma imzaladı.
Anlaşma, İran’ın Çin’e yönelişinin belirgin bir şekilde temellerini atarken, bu eğilim de politik, ekonomik ve askeri denklemleri tersine çeviriyor. Pekin’e ise bölgede genişlemek için ek fırsatlar sunuyor.
Washington’un Ortadoğu’da gözle görülür bir biçimde geri planda kalmaya başlaması ile söz konusu anlaşma, Çin ve Rusya’nın Ortadoğu’nun zenginlikleri üzerindeki kontrolünü genişletmek yoluyla bölgedeki jeopolitik dengeleri tersine çeviren değişimlere ve sonuçlara yol açabilir.
Dolayısıyla, İran’ın bu eğiliminin Washington’un müttefikleri için neden olabileceği sonuçlar göz ardı edilmemelidir.
ABD’nin tanık olduğu gelişmeler ışığında, ABD başkan adaylarının (yeniden seçilmeye çalışan Trump ve Demokrat Parti adayı Joe Biden) bölgemizin temel meselelerine yönelik pozisyonlarını takip ederek ABD karar alma koridorlarında bu yakınlaşmanın etkisine bir göz atmak faydalı olacaktır.
Çin’in ABD’ye meydan okumasının son tezahürü, ABD’nin en ağır olarak tanımlanan yaptırımlarının altında ezilen İran ile imzaladığı bahsi geçen anlaşmadır. Koronavirüs pandemisi ve iç etkileri, dış ilişkileri ve itibarına yansımalarına rağmen Çin, büyümesi, Asya kıtasını kapsayan ve sınırlarının ötesine geçen emelleri ile ABD’nin gündeminin önemli bir bölümünü meşgul eden yükselen bir güç olmayı sürdürmektedir.
Rusya’nın sorunlarına rağmen Vladimir Putin’in takip ettiği ve göz ardı edilemeyecek başarılar elde eden taktiksel politika, tek boyutlu ekonomisine ve yaşadığı zorluklara rağmen Rusya’nın büyük güçler kulübüne geri dönmesini sağladı.
Avrupa’ya gelince, koronavirüs pandemisinin etkileri nedeniyle içeride ekonomik sorunlar ve kronik bir zayıflık ile mücadele ediyor. Dışarıda ise yakın Rus komşusunun emelleri ve Sovyetler Birliği zamanındaki rolünü geri kazanma isteği, Çin genişlemesi, NATO ile ilişkileri ve nükleer anlaşmadan çekilmesi başta olmak üzere ABD’nin kendisine yönelik değişken politikası, Avrupalı müttefiklerine dayattığı, güveni sarsan ve anormal bir iklim yaratan talepleri gibi sorunlarla yüzleşiyor. ABD ile ilişkileri etkilenmeyen tek Avrupa ülkesi, Boris Johnson’un iktidara ulaşmasından sonra İngiltere’dir.
Bütün bu gerçeklerin ışığında Ortadoğu, birden fazla devletin savaşları, mezhepçi ve etnik boyutlu iç çatışmalara ek olarak ekonomik, sosyal ve sağlık krizleri ile yolunu kaybetmiş görünüyor. Peki, ABD başkanlık adaylarının tartıştıkları temel konular nedir, ikisinin de kazanmaları durumunda bölgemizdeki dönüşümler ve etkilerine yönelik olası pozisyonları ne olacaktır?
ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik pozisyonu, dış politikasını on yıldan uzun bir süredir karakterize eden üç sabitin ağırlığı altındadır. Bunların birincisi; ABD’nin Asya’ya yönelme ve kendisine daha çok öncelik verme şeklindeki stratejik kararıdır. İkincisi; Ortadoğu meselelerinde seçici olma politikasını benimsemesidir.
Diğer bir deyişle ABD, kendisi için temel bir konuda, doğrudan müdahale yerine artık yüksek çıkarları ve yardım edeceği müttefikinin buna uygun olup olmadığı kriterine göre hareket etme politikasına yönelmiştir. Üçüncüsü ve sonuncusu, İsrail’in güvenliğidir.
Bu sabitelerin ortasında Washington için merkezi olan yeni bir sorun ortaya çıktı, o da İran. Nükleer emelleri, bölgesel yayılması, bölgede sorunların, çatışmaların ve savaşların fitilini ateşlemesi gibi temel sorunlar nedeniyle ABD, Tahran ile diplomatik, askeri ve ekonomik bir mücadeleye girdi. Bugün, Washington’un İran ile ihtilafı, ikincisinin Rusya ve Çin ile ilişkilerini pekiştirmesi sonucunda başka boyutlar kazandı. Bu, özellikle böyle bir zamanda Çin ile stratejik bir anlaşma imzalamasının açıkça gösterdiği gibi ABD’nin kendisine uyguladığı yaptırımların şiddetini hafifletmeye katkıda bulundu.  
Trump ikinci kez başkan seçilirse, Çin ile çatışmada bir keskinleşmeye, NATO ittifakının geleceğine yönelik tartışmaların devam etmesine, ABD ve Avrupa arasındaki ilişkilerin yeniden belirlenmesi çalışmalarına, Pekin’in yayılmacılığına karşılık İngiltere, Tayvan ve Japonya gibi komşu ülkeler ile ilişkilerin güçlendirilmesine tanık olacağız. Aynı şekilde, küreselleşme politikasının gerilemeye devam edeceğini de öngörebiliriz. Doğru olup olmadığı, mevcut idarenin kendisine hangi anlamları yüklediği tartışılmadan “Önce ABD” sloganına bağlı kalınacağını tahmin ediyoruz.
Biden’a gelince, ilk olarak, hem koşullar farklı olduğu hem de kişisel ayrımlar bulunduğu için  Biden’ın Obama’nın düzeltilmiş versiyonu olmadığına mutlaka işaret etmeliyiz. O daha çok John Scowcroft, James Baker ve Baba George Bush’un neslinden. Yani kendisi, ABD politikasında hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat politikacıları kapsayan “ana akım” adı verilen olguyu somutlaştıran orta sınıf ABD’lileri temsil etmektedir. Dolayısıyla kazanması durumunda Biden’ın  başkanlık dönemini, Obama döneminin devamı saymak zordur. Çünkü Obama ideolojikleşmiş ve dogmatik bir kişilikti. Bilhassa terörizmi Sünni aşırılıkçılıkla bağdaşlaştıran ve köktenci Şii aşırılık yanlılarının terörizmine göz yuman politikası göz önüne alındığında, Ortadoğu hakkında önyargılara ve kanaatlere sahipti. Nitekim başkanlığı döneminde, nükleer anlaşmanın imzalanmasını da bu sağlamıştı. Dolayısıyla Biden’ın başkanlığı, arabulucu diplomasisine ve Avrupalı müttefiklerle güçlü ilişkilere dönüşü, NATO’ya karşı daha gerçekçi bir pozisyonun benimsenmesinin, ABD-Rusya ilişkilerinde daha açık bir aşamanın başlangıcını temsil edebilir.
Ortadoğu açısından iki aday arasındaki ortak nokta, İsrail ile güçlü ilişkileridir. Bununla birlikte aralarında küçük bir fark da vardır. Trump, Binyamin Netanyahu gibi bir kişilik ve politikaları ile daha rahat iken Biden, Benny Gantz gibi biriyle daha rahat etmektedir. ABD Başkanlık seçimleri sonuçlarının Ortadoğu üzerindeki etkilerine gelince, bölge, ülkelerinin içinde değişikliklere tanık olsa da sınırlarında değişikliklere tanık olmayacak gibi görünüyor.
İran rolünün ister Yemen’de isterse Suriye, Irak ve Lübnan’da vekalet savaşları yoluyla genişlemeyi sürdürmeye aday olduğu da aşikar görünüyor. Bu, bahsi geçen ülkelerin başarısız ülkeler kulübüne kalıcı olarak girmesine sebep olabilir. Bununla birlikte, Biden’ın seçimleri kazanması durumunda, İran meselesi yaptırımlar devam etse de birtakım değişikliklere tanık olabilir. Askeri operasyon olasılığı gerilerken Avrupalılar ve müttefikler ile ilişkilere sıcaklığın geri dönmesi sayesinde diplomasiye odaklanma olasılığı artabilir.
Gerek Suriye ve Libya’ya müdahale eden Türkiye gerekse Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’e uzanan Tahran tarafından olsun sahada Arap toplumlarını hedef alan ihlaller dizisinin, ister Trump isterse Biden kazansın devam etmesi beklenmektedir. Bu, Arap sahasının karşı karşıya olduğu en tehlikeli sorunu oluşturmaktadır.
İsrail-Arap çatışmasına gelince, Filistin devletinin kurulması konusunda umut bulunmuyor. Buna karşılık, Yüzyılın Anlaşmasının uygulanması düzeyinde bir gerilemeye, daha büyük bölgesel uzlaşılara yönelik girişimler ışığında bir tür kendisini kapsama girişimine tanık olabiliriz.
Sonuç olarak, bazılarının düşündüğü gibi ABD bölgedeki sorunların sebebi olduğu kadar aynı zamanda anahtarıdır da. Sorun, dış politikasının bugün iklim, kitle imha silahlarının yayılması, teknoloji devriminin büyümesi ve birçok sorun ile iç içe geçmesi gibi Ortadoğu meselelerinin ötesine geçen zorluklar ile karşı karşıya olmasıdır.
Bununla birlikte ABD’nin muazzam bir kapasitesi vardır ve bu, sorunlarımızı çözmede bize yardımcı olmasına olanak tanımaktadır. Bunun için, sert siyasi bölünmeleri, etnik gerginlikleri ve ekonomik sorunları çözen sağlıklı ve doğru bir iç politikaya, Çin ile rekabeti iyi yönetip bir çatışmaya dönüşmesini engelleyebilecek, müttefikler ile ilişkileri yeniden güçlendirecek, yeni müttefikler ve ortaklar keşfedecek bir dış politikaya gereksinim vardır. Ne Obama’nın benimsediği havuç, ne de Trump’ın benimsediği sopa politikasının başarılı olmadığını anlayan açık bir politikaya ihtiyaç vardır. Özellikle Ortadoğu’ya ilişkin meselelerde; yaratıcı, hem havuç hem de sopayı kullanan, aynı zamanda birçok başarı ve çıkarı paylaştığı müttefiklerine sadık, değişmez bir  yeni diplomasiye dayanan bir politika arzu edilmektedir.