Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Tunus krizi geçici mi?

Arap Baharı ve devrimleri arasında, Tunus deneyiminin olumlu bir şekilde sonuçlanan tek deneyim olduğuna dair çok sayıda Arap yazı ve makalelerinin aksine her zaman, Tunus deneyiminin diğer deneyimlerden tür olarak değil de sadece seviye olarak farklı olduğunu düşündüm. Arap Baharı deneyimini yaşamış diğer Arap ülkelerinin ekonomileri nasıl ki kaybetmiş, ulusal gelirleri gerilemiş, siyasi yapıları bozulup büyümeleri engellenmişse Tunus da bütün bunları yaşamıştır. Diğer deneyimlerle bu özellikleri paylaşmıştır. Tunus deneyiminin diğerlerine göre tek iyi ve olumlu özelliği, ülke içinde şu ana kadar silaha başvurulmamış olmasıdır. Gerçek şu ki, Tunus toplumu sosyal eylemlerde uzun bir geçmişe sahip aydın sosyal tabakalar içermektedir, ancak bazı kesimlerde demokratik uygulamalar halen arzu edilen şekilde işlememektedir.
Demokrasi, metinlerin sahip olduğu parlaklığa rağmen bir metin değil kültürdür. Tunuslu siyasi aktörlerin büyük bir kısmı geçmişte yaşamaktadır. Sosyal sorunlara, geçmişi temel alan çözümler sunmaktadır. Tunus toplumunu, çağdaş dünya ile ilgisi olmayan, gerçekte var olmayan, kendilerinin hayal ettikleri bir yere götürmek istemektedirler. Bahsi geçen siyasi kesim, Müslüman Kardeşlere bağlı Nahda Hareketi’dir. Bu hareketin düşünce yapısını ve hedeflerini en iyi, liderlerinden olan Hammadi Cibali’nin yaptığı açıklama özetlemektedir. Tunusluların eski rejime karşı başlattıkları devrimin başarılı olup daha önce yurt dışında yaşamak zorunda olan Nahda Hareketi’nin üyelerinin ülkeye geri dönmesinden sonra, memleketi Susa vilayetinde Kasım 2011’de destekçileri ile bir araya geldiği bir toplantıda Cibali, Tunus’ta “altıncı hilafeti kuracağız” demiş ve şunu eklemişti: “Allah’ın yardımıyla Kudüs, Tunus’tan fethedilecektir!”
Bugün Tunus’ta devam eden krizin merkezinde işte bu vardır. Bu krizin taraflarından biri, modern toplumsal temele dayanan biri “adalet ve gelir” görmek isteyen kesim, diğeri ise hayalleri geçmişe uzanan, dış güçlerle ittifak yapan, Tunus’a kaldıramayacağı yükler yükleyen ya da vatandaşlarının özgürlük, iş ve aş gereksinimlerini umursamayan gerçek dışı değerlendirmeler ile dünyayı yeniden şekillendirmek isteyen taşlamış bir düşünceyi benimseyen kesimdir.
O dönemde söz konusu “altıncı hilafet” açıklaması Tunus sivil toplumunu rahatsız etmişti ama bu, 2011 yılının sonundan 2013’ün ortasına kadar Cibali’nin Tunus başbakanı olmasını engellememişti. 2013 yılında Mısır’da olup bitenlerden sonra, Nahda Hareketi’nin Tunus’ta iktidarı tamamen ele geçirme hevesi azaldı. On yıl içinde, başlangıçta demokratik bir örgütün (ama öyle değil) şemsiyesi altında olduklarını düşünen bir dizi Nahda lideri birbiri ardınca gerçeği görüp kendisinden ayrıldı. Zira Nahda’ya katılmak isteyenlerin ettikleri yeminde “İyi ve kötü tüm eylemlerde, Mürşid’e mutlak şekilde itaat edeceğim” ifadesi de vardır. Lidere itaati bırakanlar   örgütten ihraç edilmekle kalmayıp halkın gözündeki imajları da karalanmaktadır. Hata yapanlar ise örgüt mensubu oldukları sürece hataları ne kadar büyük olursa savunulmaktadır.
Servet el-Harbavi’nin kitapları ve eski üyelere ait diğer kitaplar, bu tür örgütlerin açık fikirli olanlara ve farklı düşüncelere karşı ne kadar tahammülsüz olduklarını ispatlamaktadır. Bu nedenle genellikle en zayıf unsurlar yüzeyde yer alırken en iyileri gemiden atlayarak kendisini terk ederler. İroniktir ki, Gannuşi’nin yayınlanmış 12 kitabı vardır ve bunların altısının başlığında “özgürlük” sözcüğü yer almaktadır. Ancak bu, aldatıcı ve iktidara ulaşıldığında çiğnenen, hiçe sayılan bir özgürlüktür. Gannuşi şu anda Tunus Parlamentosu’nun başkanı ama bu göreve gelir gelmez, Tunus devletini bypass edecek şekilde Libya ve Türkiye’de kendisi ile aynı siyasi eğilime sahip devlet başkanları ile iletişime geçti. Yerleşik normları, teamülleri ve cumhurbaşkanlığı makamını hiçe saydı. Halbuki bilindiği gibi, çoğulculuğa dayanan bir kurumun başkanı, olayların bir tarafı olmamalıdır. Aksine, tarafsız olmalıdır.
Peki bu, Tunus toplumunun bu tür bir fikre sahip bir akıma karşı çıkması gerektiği anlamına mı geliyor? Fikrimce, Tunus’ta yaşananlar doğrudur. Yani sivil toplumun, düşünce ve siyasi mücadele ile bu akıma direnmesi, yanlışlarını, çağdışı davranışlarını ve her şeyden önemlisi devlet ve ekonomi yönetiminde iflas ettiğini ortaya çıkarması doğru bir davranıştır. Taktiksel olarak çoğulculuğu desteklediğini öne sürse de bu akım, gerçeğe sahip olduğuna inandığı için tek taraflı ve takıntılıdır. Mevcut sosyal sorunları çözeceğini iddia etse de çözümleri çağdışıdır.
Tunus’ta durum şu şekildedir: Bu grup yani Nahda, bir yandan aşırılığı körüklüyor, diğer yandan da Müslüman Kardeşleri ve dünyanın herhangi bir yerindeki uzantılarını desteklemesinin farz olduğunu düşünüyor. Bu nedenle, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a itaat etmesinin görevi olduğuna inanıyor. Nahda’nın içeride verdiği mücadelenin nedenlerinden biri de, içeriye karşı dış güçlerden yardım almaya çalışmasıdır. Vatana bağlılığı yücelten, içi boş sloganlar yerine kalkınma hedefini önceleyen aydın Tunuslu gruplar tam olarak buna karşı çıkmaktadır.  Geçmişte, eski Tunus rejiminin birbirini izleyen faaliyetleri ve aldığı kararlar, bazı Tunuslu grupları fanatik olarak tanımlanan aşırılıkçı gruplara yönelten olumsuz bir atmosfer doğurmuştu. Bu nedenle devletlerin başarısız olduğu birçok yerde, bazı Tunuslu grupların da DEAŞ saflarında savaştığı görülüyordu.
Zeynel Abidin bin Ali rejiminin devrilmesinden sonra, bu kez Nahda’nın daveti ile farklı örgütlerden aşırılık yanlıları ve radikallerin Tunus’a geldikleri ve yanlarında tüm mali ve propaganda araçlarını getirdikleri görüldü. O yıllarda bir dönem Tunus’ta bulunmuştum. Ünlü Mısırlı davetçi Amr Halid, resmi kanalda, sunucunun kendisine “bu devrimi başlatan” Tunus halkı hakkındaki fikrini sorduğunda, parmağıyla yukarı işaret ettiğini yani devrimi başlatanın “yukarıda” olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Nahda Hareketi iktidarda olduğu süre boyunca, kendi kitlelerini işte bu tür hurafelere inandırmaya ve sivil Tunus’u esir almaya çalıştı.
Tunus’taki mevcut kriz, tam anlamıyla ekonomik bir krizdir. Ekonomiyi kurtarmak, uluslararası kaynaklara göre 82 milyara ulaşan ve gittikçe büyüyen kamu borcu krizi, GSYİH’nın yüzde 77’sini oluşturan dış borç için uluslararası ortaklıklarla gerçekçi çözümler gerektirmektedir. Uluslararası kurumlara göre, bir ülkenin borcu yüzde 40 çizgisini aştığında bu, ekonomisinin tehlikeli bir aşamaya girdiği anlamına gelmektedir. Bu göz önüne alındığında, Tunus ekonomisinin içine düşmüş olduğu kuyunun ne kadar derin olduğu da anlaşılacaktır.
Büyüme oranlarını yükseltmek, vatandaşların yaşam koşullarını iyileştirmek, Tunus toplumunda sayıları artan yoksulları ve işsizleri memnun etmek için krizden çıkma ve ekonomiyi canlandırma girişimlerinin önünde pek çok zorluk olduğuna şüphe yoktur. Fakat bu sorunların gerçekçi planlara ihtiyacı vardır, dualara ve sloganlara değil. Tunus’un döviz gelirlerinin üçte birini oluşturan turizm, Haziran 2015’te Susa eyaletinde yaşanan hadiseler ile ondan önce mart ayında başkent Tunus’ta bir müzeye düzenlenen saldırı sonucu büyük bir darbe almıştı. Bu saldırılar, Tunus’un cazibesini kaybetmesine ve turizm gelirlerinin epey azalmasına neden oldu.
Şu ana kadar 6 hükümet kurulmuş olsa da, hiçbiri turizmi eskiden olduğu gibi canlandıramadı. Hatta sanayi üretimi de durgunlaştı ve tarımın göreceli önemi azaldı. Bu zorlu sorunlar ve Nahda Hareketi’nin modern ve medeni bir İslam yerine “Siyasal İslam”da diretmesi karşısında, eski Sudan devlet Başkanı Beşir’in partisi Ulusal Kongre gibi Nahda’nın da Tunus’u çıkmaz bir yola sürüklediğini söyleyebiliriz.
Son olarak, Tunus’un aydın kesimlerinin ülkeyi Sudan ile aynı kaderi (yoksulluk ve baskı) yaşamaktan kurtarmak için verdikleri mücadele, övgüye ve desteklenmeye değerdir. Fakat önlerinde uzun ve zorlu bir yol bulunmaktadır.