Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Çin yüzyılından korkanlar

Beyaz Saray’ın efendisinin zor bir mizaca sahip olduğunu inkar etmek mümkün değil.
Sorunlara yaklaşma yöntemi, kendinden önceki her iki partiden de başkanlardan da tamamen farklı.
Konu, ABD ve dünyayı “Twitter” aracılığıyla yönetmeyi tercih etmesi ile sınırlı kalmayıp bunun ötesine geçiyor.
Sözgelimi Trump, geleneksel olarak kapalı kapılar ardında kalması gereken sözleri alenen ve sivri bir dille açıklamaktan kaçınmıyor.
Ülkeler arasındaki ilişkilerde bu, şok edici bir üsluptur. Ancak güç dengesi, hatalarının bedelini ödeyip düzeltebileceği sürece “Tek süper gücün” başkanına değişken bir ruh haline sahip olma olanağı tanıyor.
Dünyada “korona” rüzgarı estiğinde Trump’ın her şeyi gizleyip saklamadan açıkça dillendirmesinin, özellikle de “Çin virüsü” ifadesini kullanmasının dünyayı bir dereceye kadar şaşırttığını söylersek mübalağa etmiş olmayız.
Trump’ın Çin’e yönelik açıklamalarından sonra dünya, virüsün Çin’in Vuhan şehrindeki bir laboratuardan sızdığına hemen inanmasa da, Çin’in imajını korumak için salgını gizlediği ve dünyaya virüsün riskleri hakkında bilgi vermekte geciktiği suçlamalarını dışlamadı.
Gizleme ve sessiz kalma suçlaması dünyada yankı buldu çünkü Çin Komünist Partisi, bir Alman Yeşiller Partisi değil. Diğer bir deyişle kanatlarının dağılımını ve finansmanının kaynaklarını bilebileceğimiz bir organizasyon değil, aksine şeffaflıktan ziyade sırlar üzerinde uyuyan dev bir örgüttür.
Trump’ın suçlamaları dünyanın dikkatini çekti çünkü karşılıklı ticaret, gümrük tarifeleri ve harçlarındaki dengesizlikten kaynaklanan anlaşmazlıklar nedeniyle Pekin - Washington arasındaki ilişkilere egemen olan ticaret savaşından sonra geldi.
Çin liderliğinin ise ABD ile açık bir ticaret savaşına sürüklenmekten kaçınmak için ciddi ve önemli bir çaba gösterdiği aşikardır.
Her ne kadar Çin diplomasisi, ABD’nin Çin rejimine karşı kampanyalarının artırmasını ve gerilimi yükseltmesini yaklaşan başkanlık seçimlerinin tarihinin yaklaşmasına bağlamaya çalışsa da Trump yönetiminin Çin gölgesinden duyduğu endişenin daha eski olduğu açık ve nettir.
Çin, ABD’yi askeri ve ekonomik açıdan dünyanın en güçlü ülkesi konumunda tutmakla ilgilenen dar ABD’li çevrenin temel kaygısına dönüştü.
Çin’in yükselişi, ABD’li politika yapıcılar için bir endişe kaynağı haline geldi.
ABD’de Çin tehlikesi hakkındaki tartışmalar gittikçe çoğalıyor. Bu tartışmalar akla, bir zamanlar Ronald Reagan’ın, Sovyetler Birliği ve yörüngesinde dönen ülkelere atfen kullandığı “Şer imparatorluğu” ifadesini getiriyor.
ABD’li yetkililer ilk kez, Çin rejiminin otoriter yönünden bahsetmek için Soğuk Savaş sözlüğüne başvuruyorlar. Pekin ile devam eden casuslar ve konsolosluklar savaşı da bu kaygının bir başka göstergesi.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun, Çin’in mevcut politikası ve rolüne karşı daha büyük bir saldırı aşamasının başladığını diplomasiden uzak ifadelerle deklare etmek için eski başkan Richard Nixon’un ofisini seçmesi dikkat çekiciydi.
Pompeo şöyle konuştu: “21’inci yüzyılın, Şi Cinping’in hayal ettiği gibi Çin yüzyılı değil de özgür bir yüzyıl olmasını istiyorsak, Çin ile ilişkilerde eski kör paradigmaya dönmemeliyiz.” Burada, ABD’li bakan hassas  bir konuya parmak basıyor. O da, dünyayı tamamen kontrol altına alma programı kapsamında Çin’in, ABD ve Batı’nın Sovyetler Birliği daha sonra da Rusya’ya yönelik endişesinden faydalandığı, ticari hesapların ve aldatıcı gülümsemelerin arkasına saklanarak piyonlarını istediği gibi hareket ettirdiğidir. Analistler, Batı’nın Başkan Vladimir Putin’in politikaları nedeniyle Rusya’nın yeniden kendine yönelik bir tehlike kaynağı oluşturacağı sanısına kapıldığını, oysa Rusya’nın ölümcül silahlara ve becerikli bir istihbarata sahip olsa da ekonomik kapasitesinin, ABD’nin dengi olmasını engellediğini düşünüyorlar. Bunun anlamı, Batı’nın hayali tehlikeyi çevrelemek ve kontrol altına almakla meşgulken, Çin’in bölgesel ve küresel yükselişinin ortaya çıkardığı asıl tehlikeyi gözden kaçırdığıdır.
Pompeo ayrıca, Çin’in bugün “içeride her zamankinden daha otoriter, dışarıda ise her yerde daha saldırgan” olduğunu da belirtti. Çin Devlet Başkanı’nı “İflas etmiş totaliter bir ideolojinin sadık bir takipçisi” olarak niteledi. Türünün en açığı olabilecek bir uyarıda bulunarak şunu söyledi: “Özgür dünya komünist Çin’i değiştirmezse, o zaman komünist Çin bizi değiştirecektir”.
ABD yönetimi Çin’in politikalarını birçok alanda hedef alıyor: Ticaretteki dengesizlik, fikri mülkiyet ihlali, koronavirüs salgınını gizlemek, Hong Kong’u “bastırmaya” çalışmak ve Güney Çin Denizi’ne hakim olmak. Ancak uzmanlar, Washington’daki politika yapıcıları asıl endişelendirenin, Çin gerçekliğini fark etmekte gecikmiş olma korkusu olduğunu düşünüyorlar.
Görünüşe bakılırsa, ABD’nin endişesinin kaynağı Huawei gibi bir şirketin kaydettiği teknolojik ilerlemenin yanı sıra ve ondan daha da önemlisi, Huawei’nin “totaliter bir baskı mekanizmasının” yani üye sayısı 90 milyona ulaşan Çin Komünist Partisi’nin hizmetinde olmasıdır.
Sovyetler Birliği ile giriştiği model savaşını kazanan ABD’nin şu anda Çin modeli karşısında ne yapacağını bilemez bir halde olduğunu düşünenler de var. Zira Çin modeli, Batı’nın anladığı şekilde demokratik değerleri ya da özgürlüğü benimsemeden ekonomik ilerleme sağlanabileceğini ispatladı.
Tek parti iktidarı, gerçek bir çoğulculuğu veya şeffaflığı benimsemeden, halkının çok partili ve şeffaf seçimler talep eden gösteriler düzenlemelerine gerek kalmadan yüz milyonlarca Çinlinin yaşam koşullarını iyileştirmeyi başardı.
Çin’in yükselişinin baskısı altında “büyük devletler kulübünün”  hissettiği bu tedirginlik ve huzursuzluk, yakın ülkeler kadar Ortadoğu ülkeleri dahil uzak ülkeleri de ilgilendiriyor.
Ortadoğu  ülkeleri, ABD’nin kendi sorunlarından ziyade Asya’nın kükreyişi ile ilgilendiğini, Rusya’nın çözümü engelleme gücüne sahip ama çözüm üretme yeteneğinden yoksun olduğunu düşünüyor. Belki de bu nedenle, ilgili çevreler, yaklaşık dört yıl önce konuşulmaya başlanan ama ayrıntıları yayınlanmayan Çin ve İran arasındaki kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmasının boyutları hakkında son zamanlarda sızdırılan bilgilerle bu kadar çok ilgilendi.
Anlaşma gereğince Çin’in İran'a 400 milyar dolar enerji ve altyapı yatırımı yapacağı doğruysa bu durum, sadece ABD için değil Rusya ve bölge için de endişe vericidir.
Çin kıtasının Richard Nixon tarafından “fethedilmesinden” yaklaşık yarım yüzyıl sonra Pompeo, dünyayı dev Çin mekanizmasına karşı uyarmak için yine eski başkanın ofisini seçti.
Dünyanın birinci ve ikinci ekonomileri arasındaki düello kolay geçmeyecek. Bazıları da korona pandemisi sonrası dönemde dünyanın böyle bir düelloyu kaldıracak gücü olmadığı görüşündeler.
Kesin olan şu ki, ABD tehlike çanlarını çaldı ve şimdi de iş işten geçmeden önce Avrupa’yı Çin “kandırmacasına” karşı dikkatli olmaya ikna etmeye çalışıyor.
Koparılan bu gürültü doğal, zira Çin rejimi ekonomik bir mucize yarattı. Çin Komünist Partisi, Mao’yu emekliye sevk etti, tek partili iktidarından ve mutlak kontrolünden taviz vermeden ticaret sanatını öğrendi, Huawei’yi “yoldaşlara” hizmet edecek şekilde eğitti.