Sam Mensa
TT

Vaatler ile gözdağı arasında Lübnan nereye gidiyor?

Geçen hafta Lübnan’ın güneyindeki Şeba Çiftlikleri ve çevresi, İsrail bombardımanı ile uçaklarının yoğun uçuşuna tanık olduğu iki sıcak saat yaşadı. Bütün bunların nedeni hakkındaki bilgiler ise birbirleri ile çelişti. İsrail, Hizbullah unsurlarının sızma girişimleri sonucunda bir “sınır ihlali hadisesi” yaşandığı açıklamasını yaparken Hizbullah daha sonra yayınladığı açıklamasında, sızma girişiminde bulunmadığını ve İsrail kuvvetlerine ateş açmadığını vurguladı. Korkmuş, endişeli ve gergin düşmanın tek taraflı saldırılar gerçekleştirdiğini öne sürdü. Aynı zamanda bir hafta önce Suriye’de öldürülen komutanlarından Ali Kamil Muhsin’in intikamını alacağına da söz verdi. Lübnan ile İsrail arasında olayı ele alma biçiminde büyük bir fark olduğuna işaret etmeliyiz. Beyrut’un artık tartışmayı kaldırmayan siyasi ve güvenlik iklimi, tek bir anlatıyı yani Hizbullah’ın anlatısını benimsemek dışında bir olanak tanımazken İsrail’de sahip olduğu özgürlük alanı sayesinde medya, analistler ve yorumcular, siyasi liderler ve hükümet yetkilileri arasında sıcak ve aktif tartışmalar ile sorgulamalara tanık oldu.
Gözlemciler ve takipçiler ilk andan itibaren, sınır bölgesinde yaşanan bu hadisenin gerçek ve fiili boyutunu aşmayacağına kanaat getirdiler. Hadisenin, Arap-İsrail çatışmasını ve Filistin davasını hırslarını gizlemek, başta Hizbullah olmak üzere bölgedeki kollarının varlığını haklı göstermek için kullanmaya ve kendisinden istifade etmeye devam eden Tahran politikası kapsamında yer aldığını inandılar. Keza, İsrail’in Suriye’deki İran hedefleri ve menzillerine yönelik neredeyse rutin hale gelen hava saldırılarından ayrı tutulamayacağını da fark ettiler. Belki de bu nedenle, Hizbullah’ın rolü ve İran Devrim Muhafızları ile organik ilişkisi dışında Lübnan, olayın bağlamının tamamen dışında kaldı. Görünüşe bakılırsa, şu anda İran Devrim Muhafızları’nın İsrail ile "ilişkisini" kontrol eden kurallar ve aşılması zor çıtalar bulunmaktadır.
Bu hadisenin detaylarından, arka planından ve kendisini gerçekleştiren taraftan bağımsız olarak önemi, Lübnan dış politikasında 4 ciddi hatta skandal hatayı ortaya çıkarmasında yatmaktadır. Şu birkaç gün içinde, devletin yokluğunu, Lübnan’da iktidarın ciddi ve temel meseleleri yüksek ulusal çıkarlara göre ele almaktaki başarısızlığını bir kez daha onaylamasıdır. Lübnan devletinin tüm damarlarına yayılan zayıflığın boyutunu gün yüzüne çıkarmasıdır.
Birinci hata, Lübnan hükümetinin İsrail’i 1701 sayılı kararı ihlal etmekle suçlamasıydı. Zira hükümetin İsrail’i suçladığı bir anda Hizbullah, kararın kapsadığı sınır bölgesinde silahlı unsurlarını ve silahlarını konuşlandırdığını doğrulayarak, Lübnan köylerini hedef alan İsrail saldırılarına uygun zaman ve mekanda karşılık vereceğini deklare ederek açıkça bu kararı ihlal ettiğini gösterdi. Oysa şu anda ABD, üstlendiği misyonu yerine getirmesinin engellendiği gerekçesi ile kendisine verdiği finansmanı askıya almakla tehdit ederek güneyde konuşlanmış UNIFIL kuvvetlerinin görevlerini yeniden düzenlenmesini sağlamaya çalışıyor. Hizbullah ile hükümet de ABD’nin bu pozisyonuna bağlı kalmasını ve savunmasını sağlayacak gerekçeyi kendisine altından bir tepside sunuyorlar. Bu noktada, sınır ihlali sonrası ABD Dışişleri Bakanlığının yayınladığı ve Hizbullah’ı Lübnan halkının çıkarlarını gözetmeyen ve İran’ın hesabına çalışan bir terör örgütü sayan şiddetli açıklama öne çıkıyor.
BM kararlarının en azından ABD’nin standartlarına göre ihlali nedeniyle Lübnan’daki iktidar ile Washington arasında Güvenlik Konseyi’nde -diplomatik bir yüzleşme yaşanması beklenirken Lübnan hükümeti ikinci hatasını yaptı. Başbakan Hassan Diyab, Beyrut ziyareti sonrasında Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ı hedef alarak hükümetin uyguladığı reformlar konusunda hiçbir bilgisi olmadığı, ziyaretin hiçbir getirisi ve faydası olmadığı gibi ifadeler kullandı. Oysa bu ziyaret, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Lübnan’ı kurtaracak adımları şekillendirmeye çalıştığı ve bunun için ilgili taraflarla görüştüğü mesajını iletmek için yapılmıştı. Cumhurbaşkanı Macron’un heves ve coşkusu bu “şok”tan sonra büyük olasılıkla sönmeye yüz tutmuştur. Böylece Lübnan hükümeti, Sürüden ayrılmak pahasına da olsa her zaman Lübnan’ı desteklemeye çalışan, uluslararası mahfillerde kendisini savunan bir Batılı ülke olan Fransa ile müstesna ilişkisini de temelinden yıkmıştır ya da yıkmak üzeredir.
Üçüncü hata da zamansal ve göreceli olarak yakın bir zamanda gerçekleşmiştir. Kendisi, Kuveyt’in güvenlik güçlerinin kara para aklayan bir Hizbullah hücresini tutukladığını deklare etmesi ile Emniyet Genel Müdürü Abbas İbrahim’in Lübnan devletinin resmi bir temsilcisi sıfatı ile Kuveyt’i ziyaret etmesinin aynı zamana denk gelmesidir.
Dördüncü hata, Uluslararası Para Fonu ile müzakerelerin tökezlemesi hatta kendisini saran gizeme bakılırsa tıkanmasıdır. Bunun sorumlusu, felce uğramış, felaketleri değerlendirmek konusunda bile mutabakata varmaktan, felaketten kurtulmayı sağlayacak bir vizyon sunmaktan aciz bir hükümettir.
Bu hatalar ortasında, cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanının temsil ettiği iktidarın, Lübnan’a yardım etme ihtimali olan girişimleri ve yardım çabalarını kasten boşa çıkardığı, kendisini oluşturan tarafların on yıllara uzanan ihlallerinin ortaya çıkmaması için ülkenin yanmasına izin vermeye hazır olduğu artık açık ve net bir şekilde anlaşılmıştır. Lübnan’da iktidar, kaçınılmaz hale gelen reformları yerine getirmeye dair hiçbir istek göstermeden kendisine karşılıksız destek verilmesini istiyor. Yardım dilenme zamanının sona erdiğini ve yalancı reform vaatlerine artık hiç kimsenin inanmadığını anlamıyor. Bu iktidar sağı ile ülkenin bütün geleneksel müttefiklerini kendisinden uzaklaştırıyor ve solunu kendisi için yabancı bir kimlik ve yöne götürüyor.
Olup bitenleri takip eden sıradan Lübnan vatandaşı, kendisini ve ülkeyi tam bir çöküşe iten ekonomi, geçim ve gıda kabusu ile koronavirüs salgınının daha güçlü ve kötü bir şekilde dönmesi ile devletten ne umabilir? Çok yönlü tehlikenin her yerden başını uzatırken resmi Lübnan’ın kararlı adımlarla bilinmeyene doğru yürüdüğünü gördüğünde kendisine “ülke nereye gidiyor” sorusunu sorması doğal değil midir? Sıradan Lübnan vatandaşının şunları sorgulamaya hakkı yok mudur: Hizbullah’ın savaşçıları için intikam alması durumunda bu intikamın, ülkenin hesapta olmayan bir savaşa kaymamasına yol açmasını engellemek için hükümet ne gibi tedbirler almaya hazırlanmaktadır? Ayın sonunda Güvenlik Konseyi’nde ele alınacak UNIFIL kuvvetlerinin görevleri ve misyonu ile ilgili ABD saldırısına hükümet nasıl karşılık vermeyi düşünüyor? Yüzümüze kapatılmış ve başbakanın şu ana kadar tek bir ülkesini bile ziyaret edemediği Arap dünyası kapılarını açmak için hükümetin bir planı var mıdır? Fransa’nın son restinden sonra hükümet ne yapmayı düşünüyor? Başbakan’ın Fransa’nın Maslahatgüzarı ile görüşmesinden sonra tekrarladığı alışılagelmiş sönük sözler dışında hükümetin iki ülke arasındaki bu anlaşmazlığı çözecek bir girişim, ziyaret, pozisyon veya planı var mıdır? IMF ile müzakereler gerçekten tıkandıysa, Batı ve uluslararası toplum ile açık bir yüzleşmeye girişildiyse ve Başbakan’ın dediği gibi “şu ana kadar uluslararası karar Lübnan’a yardım etmemek” yönünde ise hükümetin başka alternatifleri var mıdır?
Bütün bu hataların yanı sıra Lübnan’ı, 7 Ağustos’ta önemli bir gelişme daha bekliyor, Refik Hariri suikastı hakkındaki mahkeme kararının açıklanması. Bu kararın ne olduğu önceden bilinse de resmi olarak açıklanması ile Lübnan’da siyasi hayatı gölgeleyecek ve politik çekişmeleri artıracaktır.
İktidarın kötü yönetiminin devam etmesi, Lübnan’ı uçurumdan sonra cehenneme sürükleme konusunda gösterdiği eşsiz başarı, Arap ve Batı müttefikleri ile ilişkilerini mahvetmesi ışığında, Dürzi lider Velid Canbolat’a “bu gidiş nereye” diye sorguladığında ulaşmaktan korktuğu yere ulaşıp ulaşmadığımızı sormak istiyoruz.