Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Dini grup liderleri

Lübnan hükümetinin istifa etmesiyle Lübnan dosyası içeride ve dışarıda yeniden açılıyor. Yıllar önce Velid Canbolat zamanla unutulan ünlü bir söz söylemişti: “Bazıları Lübnan’ın Hong Kong olmasını, bazıları da  Hanoi olmasını istiyor.” Bu tartışma hala devam ediyor.
Belki de Canbolat’ın bizatihi kendisi o dönemde Hizbullah’ın İsrail’e karşı bir direniş örgütü olduğuna inanmıştı. Zamanla bu yalan, Lübnanlıların -hepsi için diyemeyeceğiz- çoğu için ifşa oldu. Hizbullah gerçek yönelimini, İran’ın ajandasını uygulamak ve Lübnan dışındaki saçma çatışmalarda kullanmak için bazı Lübnanlıları silah altına alan bir örgüt olarak gösterdi. Bunu doğrulamak için burada Genel Sekreteri’nin coşkulu bir şekilde söylediği şu sözleri alıntılamak istiyorum: Kudüs’e giden yol, Kalamun, Zabadani, Humus, Halep, Dera, Süveyda, Haseke, Irak, Bahreyn, Yemen’den, başka şehir ve başkentlerden geçiyor. Bu sözler, birçok yerde içi boş devrimci bir çocukluk döneminde ortaya atılan diğer saçma sloganları hatırlatıyor. Lübnanlılar tüm süreç boyunca gönülsüzce sustular, bir çare bulunabilir umuduyla bir dizi boğucu krizin yanı sıra acı veren bir gerçeğe katlanmaya çalıştılar. Ta ki iş, başkentlerini havaya uçurmaya varana kadar. O zaman sabırları taştı çünkü Kudüs’e giden yolun Beyrut’tan da geçtiği ortaya çıktı. Beyrut limanındaki 12 numaralı ambarın içinde ne olduğu herkes tarafından biliniyordu. Keza limanın kimin kontrolünde olduğu da. Bununla birlikte, birbirini takip eden Lübnan hükümetlerine bağlı organlardan herhangi birinin buna karşı bir şey yapmasını engelleyen husus, sadece Hizbullah’ın buna sessiz kalınması isteğidir. Bir yazılı belge ya da talimat olmadan işaret parmağını dudağa götürülüp sus işareti yapıldı ve herkes de boyun eğip sustu.
Hizbullah işgal altındaki Filistin’in bir karışını bile kurtarmadı ve kurtaramayacak da. Bu herkesin bildiği bir gerçek ve nedenleri de nesneldir. BM kararları, on binlerce uluslararası asker, binlerce kamera ve drone ile izlenen kalın bir beton duvarla birlikte Hizbullah’ın harekete geçip o sınırları aşmasını engelliyor. Bununla birlikte, Hizbullah’ın herhangi bir manevrada bulunmasının imkansızlığındaki en önemli faktör; liderliğinin herhangi bir büyük eyleminin daha büyük ve daha şiddetli bir İsrail tepkisi, Hizbullah’ın savaşçı kaynağı olanlar başta olmak üzere bir dizi Lübnanlı şehir ve beldenin yerle bir edilmesi anlamına geldiğini bilmesidir. Bu, herhangi bir gözlemcinin görebileceği bir gerçektir. İsrail uçakları son birkaç aydır Lübnan ve Suriye semalarında uçuyor ve hiç kimse kendisini durduramadan özellikle İranlı askerlerin veya onları destekleyen paralı askerlerin bulunduğu mevzileri istediği gibi vuruyor. Hizbullah bu anlamda iddia ettiği varlık gerekçesini yitirdi ama buna rağmen Tahran’a olan bağımlılığını veya Lübnan'daki müttefiklerinin kontrolünü yitirmiyor.
Lübnan, Hizbullah’ın içeride, Irak, Bahreyn, Kuveyt ve Yemen'de kara terörü yaymak için kullandığı bir arena haline geldi. Hizbullah, Esed rejimi gibi baskıcı rejimlerin, Yemen’deki Husiler gibi karanlık ve ayrılıkçı hareketlerin yardımcısı oldu. Bu bir sır değil ve Hizbullah tarafında bunun için ne bir özür ne de utanç yok. Dünya, Lübnanlıların çoğunluğunun çıkarları ile Hizbullah’ın yerel, bölgesel ve uluslararası güvenliğe yönelik tehdidini dengeliyordu Çoğunluğun belki de bu örgütlü ve silahlı terörist grubun dayattığı riskleri durdurmak veya azaltmak için var olan sınırlı özgürlük tavanını kullanabileceğini umut ediyorlardı. Ancak, Mervan Hamada’yı ortadan kaldırmaya çalışan, ardından Refik Hariri, George Havi, Cibran Tuveyni, Pierre Cemayel, Velid Eido, Visam Hasan, Muhammed Şath’ı ortadan kaldıran silahın sesi, uzun bir listede isimleri yer alan diğerlerini de susturdu ve güvende kalmak için dillerini bağladı.
Lübnan'da Hizbullah, hesap verme sorumluluğu olmadan hâkim bir güç ve sorumsuz bir otorite olana kadar temelinde bir mezhebin diğer mezheplere karşı yürüttüğü sivil, düşük seviyeli, katı bir savaş yürüttü. Daha sonra da kendisine Lübnanlılar arasında özellikle iktidar ve para hırsına kapılmış, bunlar için ağızlarının suyu akan bir kesim buldu. Bu kesim de yolsuzluk ve silah ittifakına dahil olup, Hizbullah’ın koşullarına göre kırılgan bir istikrarı dayatmak için Hizbullah’ın yanında saf tuttu. Böylece Hizbullah Genel Sekreteri, kutsal bir kişiliğe dönüştü. Tüm Lübnanlılar herhangi bir politikacıyı eleştirebilirler ama Nasrallah’ı hayır, çünkü o hata yapmaz. Nitekim, krizler sırasında kamera karşısında Hasan Nasrallah’ı ülkenin ulaşmış olduğu durumdan dolayı açıkça eleştiren ama tehditler almaları üzerine çark edip “Onun ayağının türabı olayım” şeklinde konuşmaya başlayan Lübnanlılara ait kaydedilmiş mide bulandırıcı kayıtlar, bu iç terörden duyulan korkudan kaynaklanan ve insan ruhunu aşağılayan, insanlık dışı ve zalim görüntüler ortada duruyor.
Bu, çok geçmeden diğer grupların da liderlerinin “kırmızı çizgi” olduğunu deklare etmeye başlamasına yol açtı. Hizbullah kiralık bir silaha dönüştü. Kendisini kiralayan da basit ve saf insanlara “Filistin’i kurtaracağı” yalanını satan ama aslında bunu yapmak istemeyen İran rejimidir. Ancak Hizbullah’ın propaganda makinesi, Arapların Lübnan’a yönelik bir projesi olduğu propagandası ile bu gerçeği bir sisin arkasına gizlemeye çalışıyor. Bu onun bir başka yalanıdır. Arapların, Lübnan’ın özgür ve Lübnanlıların da güven ve barış içinde olmaları dışında Lübnan’a yönelik başka bir projeleri yoktur ve hiçbir grup ya da partiyi silahlandırmamaktadırlar. Diğer Lübnanlı kesimleri ve grupları tehdit etmemektedirler. Ne Mısır ne de Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE hatta Fas’ın, Arap kalmış, gelişmiş, İran’da eğitim almış militan ve uzmanlarının ülkelerini sabote etmekle tehdit etmedikleri bir Lübnan dışında projeleri yoktur.
Bu uzun süreçten ve kötülüğün açığa çıkmasından sonra dünya ülkeleri art arda Hizbullah ve önde gelen finansörlerini uluslararası terörizm listesine almaya başladı. Fakat Lübnan, Hizbullah’ın içerideki müttefiklerinin yardımı ve politikalarıyla gittikçe daha fazla dost ülkeler tarafından önemsenmeyen bir ülke olmaya sürüklendi. Uluslararası yaptırımların ağırlığı altında ezilen müflis ekonomisi derin bir boşluğa düştü. Beşerî, ekonomik ve kültürel dokusunun doğal çıkış yeri olan Arap dünyası ve çağdaş dünyadan ayrıldı. Lübnanlıların çoğu yoksulluk sınırının altına düştü. İşte son halk patlamasının nedeni buydu; Lübnanlıların çoğunun silahlı ve kendilerini kontrol altına almış Hizbullah’ın tutukluları olduklarını keşfetmeleri. Bazıları, Hizbullah’ın şartlarına göre dayatılmış kırılgan istikrarın kabul edilemez olduğunu yüksek sesle dillendirmeye başladılar. Halkın iradesi ve kararlılığı son günlerde şahit olduğumuz gibi devam ederse bir kez daha halkların azimlerinin silahların tehdidinden çok daha güçlü olduklarını görebiliriz.
Son olarak; projemiz Lübnan’da bir İslam cumhuriyeti kurmak değil, Lübnan’ın Sahibuzzaman ve hakkı sağlamaktaki yardımcısı İmam Humeyni’nin (Hasan Nasrallah-Youtube) yönettikleri büyük İslam devletinin bir parçası olmasıdır!