Sam Mensa
TT

Nasrallah’ın yasakları ve izin verdikleri arasında Macron’un inisiyatifi

Ülkelerinin yaşadığı her sıkıntıdan sonra Lübnanlılar çokça teşekkür mesajları yayınlarlar.
Bilindiği gibi, Lübnan’ın yaşadığı sıkıntılar çok ve yarım yüzyıldan uzun bir süredir acımasızca birbirini takip ediyor.
Bu teşekkür mesajları arasında en öne çıkanı belki de Refik Hariri ve yoldaşlarının hayatlarını kaybettikleri suikasttan sonra 8 Mart 2005’te Nasrallah’ın kabul edilemez bir kötülükle başlattığı “Teşekkürler Suriye” mesajlarıydı.
Bunu, 2006’daki Hizbullah-İsrail savaşından sonra “Teşekkürler Katar” mesajları, yine aynı savaştan sonra Beyrut Refik Hariri Uluslararası Havalimanı yolu üzerinde ve Beyrut’un güney banliyösünde asılan ve üzerinde Farsça “Teşekkürler İran” yazılı tabelalar takip etti.
Bu açık teşekkür mesajlarına gizli kalmış bir mesaj da eklenmekteydi. O da, bazı Lübnanlıların, 1982 işgalinden sonra Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan’dan çıkmasını sağladığı için verdikleri “Teşekkürler İsrail” mesajıydı.
Bugün, Beyrut Limanı patlaması felaketinden sonra Fransa’nın benimsediği tutum üzerine Lübnanlılar bu kez Fransa’ya özellikle de Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a teşekkür ettiler.
Macron, felaketin yaşanmasından sonra Beyrut’a acil bir ziyaret düzenledi. Bu ziyaret sırasında ülkenin kendine gelmesini, korkunç trajediden etkilenen afetzedelere acil yardımın ulaşmasını amaçlayan bir inisiyatif sundu. Ayrıca, felaketten sonra Lübnan’a yeniden ayağa kalkmakta yardımcı olacak yeni kan pompalanmış yeni bir hükümet kanalıyla düzelmesi neredeyse imkansız hale gelecek kadar zor bir durumda olan siyasi sistemin yapısında köklü reformların uygulanmasını hızlandırmaları için yetkililere baskı yaptı.
Macron’un inisiyatifinin başarılı olması için tüm ağırlığını koymaya kararlı olduğu söylemleri  pembe ve aşırı iyimserdir.
Lübnanlıların pusulalarını kaybetmemeleri ve bu nedenle alıştıkları gibi acı bir hayal kırıklığı yaşamamaları için Fransız inisiyatifinin karşı karşıya olduğu bazı temel engellerin üzerinde durmalıyız. Zira bu inisiyatif, Hizbullah’ı, katılımının kaçınılmaz olduğu bir Lübnanlı bileşen olarak kabul ediyor ve bunu temel alarak bir ulusal birlik hükümeti kurma, siyasi sistem ve idarede yapısal reformları ve yolsuzlukla mücadeleyi başlatma çağrısında bulunuyor.
Yukarıda bahsedilen engellere gelince, bunlardan biri de Hizbullah'ı, gerekli reformları yapmasına izin verilen yeni bir hükümetin kurulmasını kolaylaştırmak için tavizler vermeye itecek bir uzlaşı konusunda İran ile Fransa arasında bir mutabakata varıldığı gerçeğiyle ilgili soru işaretleridir.
Eğer gerçekten böyle bir mutabakat varsa bu aşamada İran’ın sunabileceği tavizler neler?
Hizbullah’ın Suriye, Yemen ve Irak’taki askeri ve siyasi müdahalelerinden geri adım atması, Körfez’deki Arap ülkelerini artık hedef almaması mıdır?
Lübnan ile İsrail arasında deniz sınırlarının belirlenmesi anlaşmazlığının çözülmesine onay vermek midir?
Peki, İran ve Hizbullah bu tavizlere karşılık ne elde edecek?
“Hiçbir şey” elde etmeyecek cevabı mantıksız.
Tabii ki Hizbullah, Beyrut Limanı patlamasının sorumlulardan biri değilse.
Başka bir deyişle, bu patlamada amonyum nitratın yanı sıra Hizbullah’a ait silah ve cephane de infilak edip bu büyük yıkıma neden olmamışsa.
Uluslararası istihbarat organları bu konuda bilgili ve Hizbullah’ı zayıf noktasından yakalamış gibi görünüyorlar.
Bilindiği gibi Hizbullah’ın Genel Sekreteri, bu hipotezin “sağlıklı bir aklın” kabul etmeyeceği bir şey olduğunu söylemişti.
Diyelim ki Nasrallah bu konuda haklı, ancak sağlıklı bir akıl, İran’ın sadece şu iki kazanım karşısında herhangi bir taviz verebileceğini de söylüyor:
Fransa’nın ABD’nin Güvenlik Konseyi’ne sunacağı İran’a yönelik silah ambargosunun uzatılması yasa tasarısını veto etmesi, Hizbullah’ın silahını soruşturmaya dahil etmemesi dolayısıyla Lübnan’ın ve diğer tüm kırılgan uzlaşıların çökmesine yol açan sebebin varlığını korumasını sağlamasıdır.
Fransız inisiyatifinin zayıf olmasının en belirgin nedeni, silahlı bir örgütten varlığının ve küstahlığının kaynaklarını ortadan kaldıracak reformları kabul etmesine dair bahis oynamasıdır. 
Hizbullah bu reformları kabul etmeyecektir çünkü tüm sınır noktalarındaki gözetimi sıkılaştırmak, desteklediği veya göz yumduğu, kendisine büyük bir yarar ve çıkar alanı sağlayan iç yolsuzluk ağı ile mücadele etmek kaçınılmaz olarak onun hareket özgürlüğünü engelleyecektir.
Öte yandan, böyle bir mutabakata gerçekten varılmışsa, özellikle bu aşamada yani Başkan Donald Trump’ın başkanlık dönemin son birkaç ayında İran ve başta Hizbullah olmak üzere bölgedeki vekillerine azami baskı uygulayan Washington, bu mutabakata nasıl bakıyor?
Bu noktada, gelen son bilgilere atıfta bulunulmalıdır.
Bunların en öne çıkanı, Wall Street Journal gazetesinin geçen hafta resmi kaynaklara dayandırarak naklettiği ve Hizbullah figürlerine, organlarına ve onunla ittifak halindeki diğer kişilere, yolsuzlukla suçlanan Lübnanlı figürlere yaptırım uygulanmasından bahseden haberdir.
Yine bu bilgilere göre, ABD bu yeni ek yaptırımlar aracılığıyla iki hedefe ulaşmaya çalışıyor:
Birincisi, Hizbullah örgütünü ve ona sığınanları yeni kurulacak hükümetin dışında bırakmak.
İkincisi, Hizbullah’ın kontrolü dışında tarafsız bir hükümetin kurulması için baskı yapmak amacıyla Hizbullah ile müttefiklerinin arasını açmaktır.
Bu bilgiler Paris ile Washington arasında bir tür görüş farklılığı olduğunu gösteriyor.
Nitekim Washington, Fransa’nın coşkusunu frenlemek ve durumu düzeltmek, ABD’nin bazı Körfez ülkelerinin Hizbullah’a yönelik pozisyonu ile tamamen uyumlu tutumunu açıklamak, Lübnan siyasi hayatına hakim rolüne karşı olduğunu iletmek için geçen cuma günü ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı David Hale’i Lübnan’a gönderdi.
Hizbullah ile siyasi kararlar üzerindeki kontrolünü artırabilecek, silahı meselesini müzakerelerin dışında tutarak ABD-İran-Arap uzlaşısına bağlayacak mutabakatlara varmaya çalışan Fransız inisiyatifi ile ABD’nin İran ve müttefiklerine her zamankinden daha sıkı yaptırımlar uygulama politikası nasıl uzlaştırılabilir?
Bu soru tabii ki, kulislerde kapalı kapılar arkasında başka şeyler dönüyor, Umman’ın arabuluculuğunda tüm hızıyla devam ettiği söylenen ABD - İran müzakerelerinde bilmediğimiz gelişmeler yaşanıyorsa geçerlidir.
Bu sahnenin ortasında, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Beyrut ziyareti, İran’ın Lübnanlı yetkililer nezdindeki istisnai konumunu gösterecek ve protokolleri hiçe sayacak şekilde planlanan tarihten bir gün önce gerçekleşti.
Zarif, 2019 yılında gerçekleştirdiği, Lübnan’ın İran’ın sahası olduğu, kendisini Avrupa ve ABD’ye bırakmayacağını söylemek için gerçekleştirdiği ziyaret gibi ülkesinin uyarılarını ve hayırlarını iletmek için mi geldi?
Fransız inisiyatifi de mi boşa gidecek?
Bu Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah yaptığı televizyon konuşmasında bu soruların yanıtını hemen verdi. Nasrallah’ın konuşması, Hizbullah’ın sanki Beyrut patlaması hiç yaşanmamış gibi kendisinin yer almadığı tarafsız bir hükümet ya da erken seçimlere itiraz eden geleneksel pozisyonunu azıcık da olsa değiştirmediğini gösterdi.
Aksine Nasrallah, içeriyi ve dışarıyı uyararak neye izin verip neyi yasakladığını açıkladı.
İçeriye yönelik mesajlarında Nasrallah, taraftarlarından sabırlı olmalarını, yakın bir zamanda anavatan içinde onlarla birlikte yaşayanların üzerlerine akıtmak zorunda kalabilecekleri için öfkelerini korumalarını talep etti.
Dışarıya verdiği mesajlarda ise, Beyrut kıyılarındaki yabancı askeri gemilerden korkmama çağrısı yaptı ve hatırlayanlar için 1983 yılında Fansız kuvvetleri ile ABD’nin deniz piyadelerini hedef alan iki saldırıya atıfta bulunarak: “Onlarla nasıl başa çıkacağımızı biliyoruz” dedi.
Sonuç olarak; devlet, halk ve oluşum olarak Lübnan ile Hizbullah’ı birbirinden ayıran hattın çökmeye başladığı bir kez daha teyit edildi.
Lübnan, İran’ın halkının hatta Lübnanlı Şiilerin çıkarlarını ve geleceğini önemsemeden kullandığı bir coğrafi alana ya da askeri üsse dönüştü.
İran, Beyrut’u hedef alan son suikast dahil Lübnan’ın tanık olduğu tüm trajedilerde suç ortağıdır.
İçeriği sızdırılan Fransız inisiyatifi gibi aceleci girişimlerin ışığında yavaş bir ölümle yüzleştiği sürece Lübnan iyileşemez.
Keza, neredeyse Lübnan’ın tamamını yok edecek bir patlamadan sonra bile kendilerini muhalefet olarak adlandıran güçler, devletin başarısız olmasından ve mezhepçi gerilimi tırmandırmaktan sorumlu tuttukları örgüte karşı göstermelik bir şekilde toplanmaktan çekinmeye devam ettikçe de.