Memduh Muheyni
Al Arabiyya Genel Yayın Yönetmeni
TT

Joe Biden nasıl düşünüyor?

"Biden soğuk savaş zihniyetinde donmuş durumda." Demokrat Parti'nin aşırı sol kanadı, Başkan Trump'ın yaklaşan seçimlerde rakibi olan Joe Biden’ı böyle eleştiriyor. Ancak kanaatimce bu eleştiri menfi değildir, bilakis kendisi için kaydedilen olumlu bir yargıya işaret etmektedir. Onu eski Başkan Barack Obama'dan farklı kılan da tam olarak bu özelliğidir.
Biden ABD Kongresinde 36 yıl geçirdi ve ‘dış politika ilkeleri’ Sovyetler Birliği ile yüzleşme sırasında oluştu. Demokratlar arasında, ‘Amerikan sistemine ve onu pekiştirmek için müttefiklerle işbirliği yapmanın önemine’ inanan cenahı temsil ediyor. Sosyalistleri ona karşı ihtiyatlı kılan da bu yönüdür.
Biden Davos'ta yaptığı konuşmada, vizyonunun odak noktasını vurgulamış, ‘liberal düzenin aşındığını’ ve bu düzenin ne pahasına olursa olsun korunması gerektiğine vurgu yapmıştır.
Bu nedenle, modern bir Demokrat olarak kabul edilen ve Kongre'de fazla zaman geçirmeyen Başkan Barack Obama'dan temelde farklıdır. Obama’nın hitabeti, söylemleri, karizmatik kişiliği ve melez oluşu, Beyaz Saray'a hızla ulaşmasına yardımcı olmuştu. Sovyetlerle çatışma atmosferinde büyümediğinden olsa gerek, Amerikan küresel düzenini savunma konusunda pek hevesli değildi. Üstelik müttefiklerini terk etme noktasında da üstüne yoktu, müttefikleriyle alay etti ve onları ‘bedava binenler’ olarak niteledi. Obama’nın dünya görüşü marjinaldi denilebilir.
Biden ise selefinden oldukça farklı, bu farkı doğrulayan iki pozisyonunu aktarmama izin verin.
Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı duruşudur. Erdoğan’ın uluslararası hukuku ihlal etmesi ve Avrupa güçlerine meydan okuması Biden’ın hedefindeydi. New York Times gazetecileriyle yaptığı röportajda Demokrat aday, Türkiye cumhurbaşkanını hedef aldı ve kendisini otoriter olarak nitelendirdi. Darbe yoluyla değil, seçimlerde düşürülmesi için muhaliflerini destekleme sözü verdi.
Acaba Biden, kendisini ‘zayıf ve gevşek’ olarak tanımlayan Cumhuriyetçi kampın saldırısına yanıt olarak, güçlü görünmek adına mı böyle bir yaklaşım sergiledi? Muhtemelen hayır. Biden’in Erdoğan karşıtı söylemini, Türkiye cumhurbaşkanının ‘siyasi vizyonuyla’ çatıştığına inandığı için, bu şekilde geliştiğini tahmin edebiliriz. NATO’yu sabote etmek, Avrupalı ​​müttefiklerle çatışmak, uluslararası hukuktan sapmak ve nihayetinde müttefiki olduğu halde Washington’un ‘liberal düzenini’ istikrarsızlaştıracak adımlar atmak, tüm bunlar bu söylemi gerekli kılmış olmalı.
Biden, Avrupalılara onların yanında duracağını ve ‘zorbalığı’ disipline edeceğini söyleyen bir mesaj göndermek istedi. Başkan Trump ise tamamen farklı yaklaşıyordu, dünyanın gözü önünde onlara hakaret ediyor, eski dostluk ve ittifak günlerini hiçe sayarak, geciken taksitleri ödemeleri için baskı kuruyordu. Aksi takdirde çekilip, onları Rusya’yla baş başa bırakmakla tehdit ediyordu. Elbette Trump ordusunu Avrupa’dan geri çekecek değildi, ancak bu blöfü, seçmenleri için belirlediği, düşmanlardan önce dostlar tarafından bir daha dolandırılmayacağı yönündeki ilkesini pekiştirmek için kullanıyordu.
Yaklaşık yetmiş yıldır içinde yaşadığımız ‘liberal sistemin’ devam edebilmesi için, ABD’nin eski müttefikleri ile ‘bağlarını’ yenilemesi son derece önem arz ediyor. Ancak bu güçler, tartışmalı yaklaşımlar üzerinde anlaşırsa, bu durumun tehlikeli bir yönü de var. Özellikle İran konusunda riskli bir yaklaşım sergilemeleri mümkün. Önde gelen yardımcılarının birinin ifade ettiği üzere, Biden’ın İran meselesindeki tutumu Avrupalılarınki ile aynı. Tercih ettiği çözüm yöntemi; diplomasi ve müzakeredir. Bu konuda seçim sürecinde daha da yumuşak söylemler sergileyebilir, nitekim seçimleri kazanabilmek için Obama taraftarı ‘aşırı demokratları’ kendi safına çekmesi gerekiyor. Şimdiden ‘nükleer anlaşmaya’ geri dönmesi için kendisini baskı altında hissediyor. İran’la ilişkileri düzeltmesi için, bir önceki yönetimdeki yetkili isimler Biden’a baskı kuruyor.
Avrupalılar ‘nükleer anlaşma’ sürecinde İran’a milyonlarca dolarlık destek sağlamış, daha sonra bu paralar ‘Şii milisleri’ finanse etmek için kullanılmıştı. Trump bu hususu bildiği için, Amerikan sistemini korumak adına İran’a karşı Biden’ın aksine sert bir tutum benimsiyor. Biden'ın yakın bir arkadaşı, gelecekteki stratejisini şöyle özetliyor: ‘’Müttefiklerle, özellikle Avrupa ile ilişkilerin güçlendirilmesi. Çünkü krizler, bireysel çabalarla değil, ittifaklarla çözülebilir.’’ Bu strateji, Biden’ın, Ali Hamaney’e karşı hoşgörülü ve Erdoğan’a karşı ise niçin ‘sert’ olduğunu açıklıyor. Şöyle ki; Avrupalılar bu aralar Ankara’ya kızgın, Tahran’a ise ‘yumuşak’ yaklaşıyor, Biden da Avrupalı müttefiklerinin gönlü olsun diye, benzer bir tutumu benimsiyor.
Biden’ın kişisel tarihinde, iyi ve kötü karışmış durumda. Kuveyt’in kurtarılmasına karşı çıkmıştı, 2003’teki Irak işgalini destekledi, daha sonra ABD askerilerinin Irak’tan çekilmesini savundu. Clinton’un Kosova meselesine müdahil olmasını coşkuyla destekledi, hatta El-Kaide lideri Üsame bin Ladin’in öldürülmesine ‘karşı çıktığı da’ gündem oldu. Çelişkili yaklaşımları, olayları değerlendirirken sağlıklı bir içgüdüden yoksun olduğunu düşündürüyor.
Kişisel düzeyde ise, karısının ve çocuğunun bir araba kazasında ve oğlunun yıllar sonra kanserden ölmesinden bahsederken duygu yüklü görünüyor. Öte yandan, dönemin Afganistan Özel Temsilcisi Richard Holbrooke, Biden’ı, ‘acımasız’ biri olarak nitelendiriyor. Zamanında Biden’ın, Afganistan'dan tamamen ve derhal ayrılmalarını söylediğini, buna karşılık kendisinin, ani çekilişin binlerce Afgan kadın ve çocuğun hayatını tehlikeye atacağını hatırlattığını, Biden’ın ise ‘’Boş ver bunları, önemli olan 2012 seçimlerini kaybetmememizdir’’ dediğini aktarıyor. Doğrusu Biden usta bir siyasetçi, ailesinin dramını toplumun gönlünü çelmek için kullanıyor, öte yandan ‘partisinin yaklaşımı ve ilkeler’ söz konusu olduğunda acımasız olabiliyor. İnandığı şeyleri ne pahasına olursa olsun savunduğu, doğru olduğuna inandığı şeyleri söylediği ve cesur olduğu biliniyor. Yirmi küsur yıl önce, ‘siyahi sorunu’ ile ilgili söylediği sözler hala başını ağrıtmaya devam ediyor. O zamanlar ‘siyahi toplumun sorununun, karşılaştıkları ırkçılık değil, ailede babanın yokluğu’ olduğunu söylemişti. Daha sonra birçok kez bu söylemi hatırlatıldı ve defalarca özür dilemek zorunda kaldı.
Öte yandan, Biden, dış politika noktasında Cumhuriyetçilerle benzer düşünen eski Demokratlar sınıfında değerlendiriliyor. Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail arasındaki anlaşmaya gösterdiği yaklaşım da bu yargıyı teyit ediyor. Bununla birlikte İran yaklaşımı, (Avrupa’nın dışarıdan, Obamacıların içerinden baskısı nedeniyle) ufukta kara bulutların belirmesi anlamına geliyor. Tabi Trump bir dört yıllığına daha seçilip, Biden’ın hayallerini yerle bir etmezse.