Bülent Şahin Erdeğer
TT

Kısas ve idam talepleri üzerine

Cezalandırma yöntem ve sistemleri insanlık tarihi boyunca pek çok aşama geçirdi.
Modernite öncesi hukuk düzenleri bireyi cezalandırmayı onların bedenlerine uygulayıp sosyal hayat içerisindeki özgürlüklerine müdahale etmezken, modernite ile birlikte bedensel cezalar minimize ederken suçluyu hapishaneye kapatarak gözetim altında tutmayı ve “topluma kazandırmayı” esas alır olmuştur.
Bu dönüşümü Michel Foucault, “Hapishanenin Doğuşu” adlı eserinde analiz eder.
Gelinen süreçte cezalar arasında bedene en büyük ve şiddetli müdahale kuşkusuz onu asarak, keserek, zehirleyerek ya da elektrikle öldürmektir.
İdam cezası modernite öncesi de sonrası da çoğu kez siyasi bir intikam alma, itaat ettirme ve korkutma/ibret yöntemi olarak kullanılmıştır. Gerek Engizisyon gerekse de Müslüman “Mihne”leri bu siyasal devlet şiddetinin çoğu zaman kutsala da büründürüldüğünü göstermekte.
Bu konuda Guy ve Jean Testas’ın yazdığı “Engizisyon” (İnsan Yay. 2003) ve Prof. Dr. Mehmet Azimli’nin 2 ciltlik “Müslümanların Engizisyonu Ölümcül Kovuşturmalar” (Mana Yay. 2019) kitapları okunabilir.
İdamın siyasi bir silah olarak kullanılması bir yana aynı zamanda toplumda dehşet uyandıran adi suçlar da idamla cezalandırılıyordu.
Peki, Kur’an bu cezaya nasıl bakıyor?
Bu soruyu doğru cevaplamamız için Kur’an’ın nüzul ortamda hangi bağlama seslendiğini dikkate almamız gerekir.
Bağlamdan kopuk bir okuma anlatılmak istenenden kopuk havada yorumlara yol açacaktır.
Bakara Suresi 2/178 ve 179. ayetleri bağlam-nüzul ortamı ekseninde okuyalım:
“Müminler! Öldürülen insanlar konusunda size kısas farz kılındı. Bir hüre karşı bir hür, bir esire karşı bir esir, bir kadına karşı bir kadın (öldürülür, daha fazlası olmaz).”
Bağlam: Bir kabileden biri öldürüldü diye karşı kabileden herkesin öldürülebileceği görüşüne cevaben gelen ayet suçun şahsiliği ilkesini hükme bağlıyor.
“Kim, öldürülenin kardeşi (mirasçısı) tarafından bir bedel karşılığı bağışlanırsa, marufa uysun ve bedeli güzelce ödesin. Böyle olması, Sahibiniz (Rabbiniz) tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir iyiliktir. Kim bundan sonra da düşmanlığı sürdürürse, ona acı bir azap vardır.”
Kısas hükmü de bağışlama ile hafifletilmiştir. Yani öldürmeye karşı öldürülecek diye bir zorunluluk da yoktur bağışlama ve bedel ki bu illa para tazminatı olması gerekmez sosyal hizmetler, hapis vs. gibi bir bedel de olabilir.  
“Kim bundan sonra da düşmanlığı sürdürürse, ona acı bir azap vardır” ifadesi de hükmün asıl amacının “düşmanlığın sürdürülmemesi” yani kan davalarının bitirilmesi olduğunu gösterir.
“Ey sağlam duruşlu kişiler kısasta sizin için hayat vardır, belki kendinizi korursunuz.” (179)
Ayet, kan davalarını, mezhepçi, etnik, aşiret merkezli her türlü genellemeci kan davalarını bitirerek pek çok masum kişinin hayatının kurtulmasına işaret etmektedir.
Ayrıca işlenen suçun dengiyle, ölçüsünce, adaletle, hakkaniyetle cezanın verilmesi emredilmiştir. 
Günümüzdeki idam cezalarını bu ayetin hedefleri/maksatları ışığında değerlendirdiğimizde Kur’an’ın devletlerin/otoritelerin uyguladığı siyasi idam cezalarını olumlamadığını ama bireysel, adi cinayetlerden bahsettiği rahatlıkla görülecektir.
Topluma karşı işlenen “fesat” ve “terör” suçları için de Kur’an’da bir ayet mevcut:
“Allah'a ve Elçisi'ne (kamuya) karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi yahut sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir: İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları zillettir. Öteki dünyada ise [daha] korkunç bir azap bekler onları.” (Maide 5/33)
Ayet bir durum tespiti olarak bu gibi kötücül işlerle uğraşanların karşılaşacakları doğal sonuçlardan bahseder.
Diğer yandan ayet hukuki cezalar şeklinde de anlaşılabilir. Soykırım, katliam gibi insan öldürme suçlarını daha da ileri boyuta taşıyan cinayet suçluları için geçerlidir.
Günümüzde iç savaşlarda, işgallerde yaşanan sivillere yönelik işlenen savaş/cinayet suçları bu kapsama girer. Terör örgütlerinin sivillere yönelik düzenledikleri ve ölümle sonuçlanan saldırılar da.
Kur’an çok net biçimde ölüm cezasını şahsileştirmiş ve başkalarının da ölümünü engelleme esasında kabullenmiş ve affetmeyi de teşvik etmiştir. Öldürme dışındaki hiçbir suç için de ölüm cezası getirmemiştir. 
Ölüm cezalarının uygulanması şüphesiz çok hassas kriterlere bağlı kılınmalı ve bu kriterler genişletilmemeli, somut ve net tanımlarla belirlenmeli. Yoksa siyasi bir devlet terörüne de alet edilmekte.
İkinci husus ise idam cezasının geri dönüşü olmayan bir ceza olması tehlikesidir. O yüzden yargılama süreci çok hassas işlemeli, deliller, bulgular, şahitlikler kuşkuya mahal vermeyecek düzeyde kesinleştirilmelidir.
Maalesef öldürüldükten sonra suçsuz bulunan yüzlerce masum vardır. (Bkz:https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96l%C3%BCm_s%C4%B1ras%C4%B1nda_iken_su%C3%A7suz_bulunan_h%C3%BCk%C3%BCml%C3%BCler_listesi)
Bu noktadaki önerim idam cezasının öldürülenin yakınları tarafından affedilmeleri teşvik edilmeli şayet ceza ömür boyu hücre hapsine vs. çevrilmezse idam hükmünün mahkumun ileri tarihlerine ertelenmesidir.
Bu süreçte yeni delil ve şahitlerin ortaya çıkma ihtimaline şans tanınmış olur. Günümüz itibariyle adli tıp teknolojisi kesine yakın biçimde ilerlemiş durumdadır.
İdam cezaları bireysel cinayetlerle, sivillere yönelik ölümle sonuçlanan ideolojik içerikli saldırılarla sınırlandırılmalıdır.
İnsan ölümünü içermeyen hiç bir suç ya da siyasal düşünce sebebiyle hiçkimse için idam cezası uygulanmamalıdır. Ama günümüz Dünyasında bile idam politik bir baskı aracı olarak kullanılmakta.
Dünya çapında birçok ülke idam cezasını hukuken veya fiilen uygulamaktan vazgeçti. Avrupa'nın son diktatörlüğü olarak adlandırılan Belarus hariç bütün Avrupa ülkelerinde idam cezası kaldırılmış durumda.
Belarus'ta 1990 yılından bu yana yaklaşık 200 kişi idam edildi. Dünyada toplamda 53 ülke idam cezası uyguluyor.
2017 yılında dünya genelinde Çin'deki insanlar hariç yaklaşık 1000 kişinin idam edildiğini açıkladı. Uluslararası Af Örgütü, 2017'de bilinen idamların yüzde 84'ünün 4 ülkede gerçekleştiğini belirtti. Af Örgütü İran, Suudi Arabistan, Irak ve Pakistan'ı işaret etti.
İdam cezası hangi ülkelerde uygulanıyor?
1995 yılında Tokyo metrosunda sarin gazı saldırısı düzenleyen Aum Şinrikyo tarikatının lideri Şoko Asahara ve 6 üyesi idam edildi. Terör saldırısı 13 kişinin ölümüne ve beş bin kişinin yaralanmasına neden olmuştu.
Hala idam cezasını uygulayan 53 ülkeyi iki gruba ayırabiliriz. Bir kısım ülke cezayı toplumda infial uyandıran hunharca işlenen suçlara karşı uygularken bir kısmı ise ağırlıklı olarak siyasi muhalifleri sindirmek için kullanıyor.
Daha çok siyasi sebeplerle idamın uygulandığı ülkeleri şöyle sıralayabiliriz:
Afganistan, Nijerya, İran, Zimbabve Tayland Guyana Uganda Libya Bangladeş Irak Botsvana Birleşik Arap Emirlikleri Belarus Yemen Vietnam Demokratik Kongo Cumhuriyeti Güney Sudan Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Somali, Bahreyn, Kuzey Kore, Filistin, Ürdün, Çin, Sudan ve Çad’da idam cezaları siyasi muhaliflere ve düşünce suçlularına karşı uygulanıyor.
Hunharca işlenen cinayet suçları için idam uygulayan ülkeleri ise şöyle anabiliriz:
Hindistan, Kuveyt, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Tayvan, Endonezya, Bahamalar, Küba, Etiyopya, Komorlar, Barbados, Malezya, Pakistan, Umman, Singapur, St Kitts ve Nevis, St Lucia, Ekvatoryal Gine, St Vincent ve the Grenadines
Trinidad ve Tobago, Lesoto, Antigua ve Barbuda, Belize, Dominika ve Jamaika’da ise idam cezaları genellikle adi suçlar/cinayet/katliam vs için uygulanmakta.
Brezilya, Şili, Peru, Kazakistan’da ise özel durumlar hariç bütün suçlar için idam kaldırılmış. Bunlar toplumda infial uyandıracak dehşette işlenen cinayet suçları vs.dir.  
Türkiye'de ölüm cezası, 1984'ten beri fiilen ve 2004'ten beri hukuken bulunmamakta.
Ülkemizde gerek İstiklal Mahkemeleri’nde gerek darbe süreçlerinde idam cezaları siyasi saiklerle kullanılmıştır. Bu sebeple idam taleplerinin öfkeyle değil sağduyu ile değerlendirilmesi gerekmekte.
Toplumda zaman zaman oluşan infialler idam taleplerini artırmakta. Bu infiallerin haklı sebepleri olmakla beraber yukarıda bahsettiğim ölçü ve kriterlere dikkat edilmezse istismara çok açık, yeni adaletsizliklere ve kan davalarına yol açabilir.
Bir çocuğumuzu cinsel istismara maruz bırakıp öldüren, kalabalık bir ortama yaylım ateşi açan ve pek çok sivili katleden birine öfke duymamız normal.
Ancak adaletin tesisi için evrensel hukuk kurallarını esas almamız gerekiyor:
*Herkesin işlem veya eylem tarihinde tabi olduğu mahkeme ve hakim huzurunda yargılanması hakkı vardır.
*Herkes, bir suçtan, ancak bir defa yargılanabilir ve bir defa cezalandırılabilir.
*Kişi, iddiaları bilip anladığı dilde öğrenme, bağımsız ve tarafsız yargılanma hakkına sahip olduğu mahkeme huzuruna çıkarak savunma yapıp, makul sürede yargılanma hakkına sahiptir.
*Hiç kimse, suçluluğu mahkemenin kesinleşmiş hükmü ile sabit oluncaya kadar suçlu ilan edilemez ve mahkum edilemez.
*Hiçbir organ, makam, mercii veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere veya mahkemelere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz, bu tür bir yetkinin kullanılmasına izin veren yasal düzenleme de yürürlüğe koyulamaz.
*Tüm yargı kararları somut gerekçelere dayalı olarak yazılmalıdır. Somut olayın özelliklerinden uzak, kanun hükmünün soyut tekrarı ile basmakalıp sözlerden oluşan kararların gerekçeli olduğu söylenemez.
Bu temel ilkeler gözetilmiyorsa idam beklenenin aksine muhaliflerine karşı bir devlet terörüne ve lince dönüşür.
Kanaatimce söz konusu hukuk ilkeleri gözetilerek ve sadece cinayet içeren suçlarda detaylı yargı süreçleri işletilmek kaydıyla idam cezası uygulanabilir.
Ancak bu ölüm cezalarının infazı da mahkumun gelecekte beraat etme ihtimali gözetilerek ileri tarihlere ertelenmelidir.
Cezaların genelinin ise affetme yoluyla ömür boyu hapis ve bu süreçte sosyal hizmetler vs. gibi yaptırımlara dönüştürülmesi teşvik edilmelidir.
Hunharca işlenmiş ve affedilmeyen cinayet suçları ise ömür boyu hücre hapsi gibi ağırlaştırılmış müebbet cezaları verilmeli ve ileri tarihlerde de idam cezası infaz edilmelidir.