Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

ABD başkanını mı bekleyeceğiz?

Bazıları, ABD başkanının İran rejiminin 40 yıllık saldırganlığına ve belki de rejimin kendisine son vermesini bekliyor.
Doha’nın 24 yıllık yerel muhalefeti ve radikal İslamcı grupları destekleme politikasına son vermesini, böylece Katar boykotunun sona erip halkının Dubai halkı kadar mutlu olmasını sağlamasını bekliyor.
Yerel bir yönetimden ziyade bağımsız bir devletleri olmasını bekleyen Filistinlilerin bu bekleyişlerini sona erdirmesini bekliyor.
Böylelikle, Arapların İsrail’e yönelik boykotlarını sonlandırmasını umuyor.
Suriye, Yemen, Libya ve Somali’deki bütün savaşları bitirmesini bekliyor.
Bunlar, tükenmiş bölgenin, gelecek ABD başkanından beklentilerinden sadece birkaçıdır. Peki, bunlar makul beklentiler mi? Aslında, ulusal çıkarları göz önüne alan siyasi bilinç ve bunu uygulayacak bir irade bulunduğunda, ABD başkanının bile yardımına ihtiyaç duymadan hepsi gerçekleşebilir. Bölgedeki tüm bu savaşlar, kaos ve krizler kimseye bir şey kazandırmadı. Aksine, kötü rejimler dahil herkes kaybetti. İran rejimi, ABD büyükelçiliğinde aldığı ilk rehineden ve birçok savaşında attığı ilk mermiden bu yana yaptıklarından ne elde etti? Hiçbir şey. Hiçbir ülkeyi yönetmeyi başaramadı. Sadece bulunduğu ülkelerdeki istikrarlı sivil hayatı bozmayı başardı ve bu ülkelerin topraklarını büyük bedellerle ve kanlarla suladı.
Türkiye de bütçesini, güçlerini ve müttefiklerini zorladıktan sonra aynı sonuca ulaşacaktır. Yemen'de savaş bitecek ve meşruiyet başkent Sana'ya dönecek. Herkes başlangıçta olduğu kareye dönecek. Yemen’de savaş taraftarları yeni bir devlet kuramadılar, Yemen halkı için daha iyi bir proje sunamadılar. Savaşan kardeşlerin aynı hükümette ya da herkese yer veren bir rejimin, bölünmüş, tükenmiş ve tüm taraflarının kaybetmiş olduğu değil, birleşik bir Libya’nın şemsiyesi altında birlikte çalışmasıyla Libya'da da çatışma bir barışla sonlandırılabilir.
İdealist önermelerden veya gerçekçi olmayan fikirlerden bahsetmiyoruz. Aksine bütün bunlar, benimsedikleri mevcut tüm risklerden ve arzu ettikleri alternatif çözümlerden daha yakın ve daha kolaydır.Çatışmaların çoğunun nedeni, İran ve Türkiye’yi yöneten kişisel hırslardır. Ancak bunlar, her biri kendini bir Roma sanan bu rejimlerin kapasitesini aşan sebeplerden ötürü gerçekleşmesi imkânsız hırslardır. Maceralara girişerek dengelerini ve varlıklarını kaybetme riskini alıyorlar. Aynı şey Yemen’de de geçerli. Yemenli bir bileşen olarak Husilerin de diğer bileşenler gibi var olma ve siyasi katılım hakkı vardır. Ama açgözlülükleri onları, Yemen’in tamamını ele geçirme arzusuna kapılmaya itti. Oysa ne Yemen halkını yöneticileri olma konusunda ikna etme gücüne ne de ülkenin tamamını zorla da olsa kontrol altına alma kapasitesine sahipler. Savaşçı örgütün doğduğu bölgede onlarca Husi köyü savaş yüzünden erkek ve çocuklardan yoksun bir hale geldi. Bu, 9 yıl önce daha iyi bir siyasi ve ekonomik durum arzulayan Yemenliler için üzücü bir sonuç.Lübnan ve Irak, kayıplara rağmen savaşı sürdürerek eski ihtişamlarını geri kazandıklarını düşünen İranlı yetkililerin emellerinden ve hırslarından ibaret hale geldiler. Humeyni dönemindeki İran liderliği de Irak ile savaşa girerek bunu gerçekleştirmeye çalışmış, iki tarafın da hiçbir kazanım elde etmeden büyük kayıplar vermesinden sonra nihayetinde ateşkesi kabul etmişti.Savaşlar sona erip bölge ülkeleri dikkatlerini kendi iç koşulları ve halklarının gereksinimleriyle ilgilenmeye verebilir mi? Böyle bir arzu ve bilinç varsa olabilir. Meselenin çözümü, Fas’ın Suheyrat şehrinde Libyalılar, İsviçre’nin Cenevre şehrinde Yemenliler ya da Rusya’nın Soçi şehrinde Suriyeliler arasındaki tüm bu askeri ve politik çatışmaları sonlandırabilirler. Bu, yeni ya da seçimlerle yenilenmiş eski ABD başkanının müdahalesini gerektirmiyor. Biraz gerçekçilik biraz da tevazu bizi güvenli bir limana ulaştırabilir.