Bülent Şahin Erdeğer
TT

Yenilenme ve direniş ayrışmaz bir çizgidir

Osmanlı İmparatorluğu duraklama dönemine girdiğinde çeşitli ıslahat çabaları içine girmişti. Ne var ki bu ıslahat çabaları yüzeysel olmaktan öteye gidemedi. Hatta çöküşü hızlandıracak bir erozyona bile sebep oldu.
Islahat adı altında ortaya çıkan taklitçi ve teslimiyetçi fikir akımları Osmanlı şahsında İslam dünyasının Batı karşısında geri adım atmaya başlamasına sebep oldu.
Osmanlı hilafeti bu erime süreci içerisinde değerini yitirmeye başladı ve sonunda Osmanlı paşaları içinden çıkan İttihat ve Terakki iktidarıyla Osmanlı’nın yaşamına son verildi.
Hilafetin Mustafa Kemal tarafından ortadan kaldırılmasıyla da İslam'ın belirleyiciliğin son simgesi de ortadan kalmış oluyordu.
1700'lü yıllarla başlayan bu çözülüşe çözüm arayan İslam önderlerinin başında Seyyid Cemaleddin Afgâni geliyordu.
Daha sonra onun öğrencisi Muhammed Abdûh ve Reşid Ridâ (Rızâ) da bu çizginin temsilcileri oldular.
İslâmî Islah ve Tecdid akımı olarak tanımlanan bu düşünce iki temel ilke üzere hareket ediyordu:
1-    Dış saldırıya, emperyalizme karşı direniş
2-    İç hastalıklara (taklid, mezhepçilik vs.) karşı mücadele/ıslahat
Afgani ve Abduh bu iki ilkenin metotta hangisinin önceleneceğine dair farklılaşmıştı. Afgani, birinci,sinin Abduh ise ikincisinin öncelenmesi gerektiğini ifade ediyordu.
Zamanın akışıyla beraber tarih hangisinin metot konusunda haklı olduğunu elbette gösterecek. Ama üzerinde ittifak ettiğimiz konu şudur ki Her ikisi de bu ilkelerin ayrışmazlığı konusunda hemfikirdirler.
Bu açıdan İslam dünyasında farklı yönelimler ortaya çıkmıştır:
1-    Öncelik olarak emperyalizme karşı direnişi seçen, ancak iç hastalıkların ıslahını da öngören akımlar.
2-    Öncelik olarak iç hastalıkları önceleyerek onları ıslaha yoğunlaşan ama siyasal olarak ta direnişi seçen akımlar.
3-    Sadece emperyalizme direnmeyi seçenler.
4-    Sadece ıslahatı seçip siyasal direnişi terk edenler.
Birinci gruptaki akımlar, işgalin ortaya çıkarttığı aciliyete dikkat çekmektedirler. Bu konuda haklı olmakla birlikte ıslahı geri plana itmekle vizyon eksikliğine sebep olmaktadırlar.
Çünkü tarih göstermiştir ki özgürlük mücadelesi veren ıslahatçı akımlar kitlelerin zaaflarına yeteri kadar eğilmediklerinden toplumsal dönüşümde zorluklarla karşılaşmakta pratikleri teorilerini şekillendirmeye başlamaktadır.
İkinci öncelik olarak iç hastalıkları önceleyerek onları ıslaha yoğunlaşan ama siyasal olarak ta direnişi seçen akımlar ise bu çizgiyi eş zamanlı olarak yürütmekle İslami dönüşümü tabandan tavana doğru doğal seyrinde işletmeyi hedeflemektedirler.
Ki olması gereken mutedil çizgi de bu yaklaşım tarzı olmalıdır. İhvan çizgisinde ve Lübnan Hizbullah hareketinde bu tavır kendini göstermektedir.
Üçüncü grupta tanımladığımız sadece emperyalizme karşı direnişi  seçen hareketler ise tepkiselliğe sürüklenmektedirler. Tüm sorunu dış düşmana yükleyerek İslam dünyasının içinde bulunduğu problemlere "yokmuş" gibi davranarak aslında mevcut hastalığın yaşamını uzatmaktadırlar.
Sadece emperyalizme karşı mücadele ettiklerinden dolayı da geleceğe yönelik ayakları yere basan bir perspektifleri bulunmamaktadır. Askeri zafere ulaşsalar bile diplomatik alanda kaybetmekte hatta çoğu zaman istemleri dışında kullanılabilmektedirler. Bu hareketlere son dönemde yükselişe geçen küresel cihatçı akım ve örgütleri gösterebiliriz.
Dördüncü  gruptaki kesimler ise ıslahata verdikleri önemi abartarak emperyalizmle işbirliğine gitmeyi mazur görebilen bir tavır içindedirler. Hatta hedefler ıslahattan aşağılık kompleksine ve teslimiyetçiliğe kadar savrulmaktadır.
Sir Seyyid Ahmed Han Hint halkının ancak eğitim ve ıslah yoluyla kurtulabileceğine inanıyordu ve işgalcilere karşı direnişin bu metoda engel olduğunu düşünüyordu. Bunun için de işgalcilerle iyi geçinme hatta onlarla beraber hareket etme yolunu seçti. Aynı tavrı modernistler de göstermektedir. 
Bugün İslam fıkhı güncel halini İslami hareketlerin metotlarında kendini ifade etmektedir. Fıkıhsız siyasetin ve savaşın yol açacağı sonuçlar ferasetsizliğe ve facialara imza atacaklardır.
Ortaya konacak fıkıh ise elbette İslami nasslara dayanan ve içtihadı öngören bir fıkıh usulünden neşet edecektir. Zahiri (literal) okumalarla zaten önceden belirlenmiş niyetlere dipnot arama çabası sağlıklı bir hareket fıkhı anlamına gelmez.
Bunun için önceden yapılacak amelin teorisi oluşturulmalı teoriler amellere ve niyetlere göre değil ameller ve niyetler bu bilgi usulü/çerçevesine göre şekillendirilmelidir.
İntikam duygusallığıyla tüm yeryüzünü  aynı kurallar ve aynı fıkıhla cihat meydanı ilan etmek ve hiçbir bölgesel şartı gözetmemek, kendini mutlak merciye oturtarak diğer Müslümanlarla istişare kapılarını kapatmak sağlıklı ve mutedil bir İslami örnekliği ortadan kaldırmaktadır.
Bugün Müslümanların yaşadıkları kültürel ve siyasal işgal gerçeğini hangi araçlarla ve nasıl cevap verecekleri sorusu maalesef şanlı direnişlerden çok karanlık çatışmalar girdabına sürüklenmektedir.
Benzeri durum direnişi terk eden teslimiyetçiler için de geçerlidir. Islahın, yenilenmenin işbirlikçilikle içiçe geçiyor olması kimi ne için ve nasıl yenileyeceğimiz sorularını doğurmaktadır.
Bu sebepten dolayı Islah ve direniş önderlerinin, düşünürlerinin yaşamları, mücadeleleri, hataları, zaafları ve başarıları dikkatli tetkiklerle incelenmeyi beklemektedir.
Afgani, Abduh, Reşid Ridâ, Bin Badis, Malik B. Nebi, Mehmed Akif, H. Bennâ, Seyyid Kutub, Mevdudi, M. İkbâl, Nebhani, A. Şeriâtî, Mutahharî, Baqır Sadr ve ismini sayamadığımız pek çok isim bize bıraktıkları örnekliklerle yaşamaktadırlar. 
Bazılarının isimlerini andığımız İslâmî yenilenme çizgisinde yer alan düşünür ve önderlerin ortak özelliği yenilenme çabasıyla direnişin eş zamanlı olarak savunulmasıdır.
Günümüz Müslüman âlim ve entelektüelleri üç temele dayanmaktadırlar:
1-  Kur'ân'a ve Sünnet'e kaçınılmaz bir dönüş, bununla beraber döneme uygun bir yorum getirme kaygısı. (Burada gelenekçiliğe ve dar literalist yoruma karşı mücadele vermek söz konusudur.)
2-  Müslüman kimliğini korumak için siyâsi, ekonomik ve kültürel sömürgeciliğe karşı direnişi sürdürmek ve düzenlemek (müdâhale ve Batılılaşma sürecine karşı çıkış, daha önce Afgâni tarafından çok açık bir şekilde ifade edilmişti.)
3-   Ümmetin bütünlüğünü koruyabilecek veya bölünmelerden kaynaklanan köleleşmeyi önleyecek toplumsal ve siyâsî tarzda bir strateji oluşturmak.
(Bak: Tarık Ramazan "İslâmî Yenilenmenin Kökenleri: Afgani'den el-Bennâ'ya kadar İslam Islahatçıları", Çev: Ayşe Meral, Anka Yay. 2005 İst. Sf. 44)
Üç temelden birisinde yaşanan sarsıntı milliyetçiliğe, modernizme ya da gelenekçiliğe kayılmasına sebep olmaktadır.
Oysa İslami ihyâ, ıslah ve tecdid çabaları Kaynakların yeniden sorgulanması ve Kur'an'ın muhkem belirleyiciliğine yaptığı vurguyla İslam'ın değil Müslümanların İslam algılarının yenilenmesini hedeflemiştir.
Bu çaba İslam kültüründeki kaynakların yeniden tedvin edilmesine yönelik önemli bir adımdır. İslami bilgi teorisinin aslına uygun biçimde yeniden şekillendirilme çabaları bir sonraki adımı ifade etmekteydi.
Kur'an'ı anlama yolunda ortaya konan usul tartışmaları ve Sünnet alanında ortaya konan farklı yaklaşımlar, hata ve sevaplarıyla beraber hakikati yakalama çabalarını ifade etmektedir.
Batılılaşma sürecinin getirdiği erozyona karşılık tehditle yüzleşme cesareti çözüm arayışlarını da beraberinde getirmiştir.
Muhafazakar bir kaçış ya da modernist bir teslimiyetçilikten ziyade bir cevap arayışıdır yenilikçilerin kültürel ve siyasal direnişi…
İslâm birliğine yapılan vurgu çoğu kez gözden kaçan önemli bir sorgulamayı barındırmaktadır.
Modernitenin projelerinden biri olan "ulus kimlik" Batı dünyasında 20’nci yüzyılın son yarısında yeni yeni "a-nasyonalist" akım tarafından sorgulanırken ve meşruiyeti tartışılırken 19’ncu yüzyılın son yarısında İslami yenilenmenin temsilcileri tarafından sorgulanmıştır.
Ulus kimliğin gayri meşru görülmesinin yanında Batı tehdidine karşı yerel direnişlerin desteklenmesi bir çelişki olarak görülebilir.
Oysa hem Afgani'de hem de onun takipçileri olan Abduh, Reşid Rızâ ve Hasan el-Bennâ'da milliyetçilik gibi görülen temalar tamamıyla İslam birliğinin kurulmasına yönelik mevzî adımlar ve araçsallaştırmalardır.
Bu yolda kimi zaman sosyalistlerle ya da milliyetçilerle de ittifak yapılmakla beraber hiçbir zaman milliyetçi ya da sosyalist bir ideale hizmet edilmemiş aksine tüm İslam topraklarının kaynaşması hedeflenmiştir.
Bugün Arap dünyasında, Türkiye'de ortaya konan yakınlaşma çabaları büyük ölçüde bu çizginin çabalarının ürünüdür.