Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Humeyni, Safevilerin izinden mi gitti?

İran bugün Irak'ın ve diğer bazı Arap ülkelerinin iç işlerine bütün bu küçük düşürücü müdahalelerde bulunurken, İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, Saddam Hüseyin ve diğerlerinin yapmış oldukları hataların üzerinde durmak kaçınılmaz oldu.
Zira bu hatalar, zorunlu olarak ülkesini bırakıp Türkiye’ye oradan Irak’a daha sonra da Fransa’ya iltica eden ve ancak 1979’da gerçekleşen devrimden sonra ülkesine dönebilen Humeyni’nin, her şeyi alt üst edecek, Irak ile 8 yıl süren bir savaşa girecek, Ortadoğu bölgesine ölümünden önce, sonra ve bugüne kadar muzdarip olduğu tüm bu sorunları yaşatacak güç ve etkide olmasının zeminini hazırlamıştır.
İlk olarak Şah Muhammed Pehlevi’nin Humeyni’yi ülkeden uzaklaştırıp Türkiye’ye göndererek ve böylece kendisini Şii çevresinden izole edeceğini düşünerek ölümcül bir hata yaptığına dikkat çekmeliyiz. Çünkü Humeyni’yi Türkiye’de ayrılıp Irak’a yönelmeye ve orada Necef’te ikamet etmeye iten de bu neden oldu. Yani Şii çevreye yakın olmak. Humeyni daha sonra Irak’tan da ayrılıp, Fransa’ya gitmek zorunda kaldı.
Ekim 1978’de Fransa’nın Neauphle-le-Château bölgesine yerleşti ve ancak14 yıldan fazla süren bir gurbetten sonra Şubat 1979’da ülkesine geri dönebildi.
Saddam Hüseyin, Humeyni Türkiye’den Irak’a geçtiğinde ülkesinde uzun bir süre yaşamasına izin verdi. Çünkü Saddam, en büyük dini mercilerden biri olarak Humeyni’yi, Irak’ı ve bazı Körfez ülkelerini sürekli bir şekilde politik, güvenlik ve askeri düzeyde taciz eden, onun döneminde İran’ın BAE’ne ait 3 adayı işgal ettiği Muhammed Rıza Pehlevi’ye karşı bir koz olarak kullanmayı hedefliyordu.
Gerçek şu ki Humeyni de o erken dönemde dini ve seküler bütün grupları ile İran muhalefetinin güçlenmesinde aktif bir rol oynadı. Ayrıca gerek Irak’ta kaldığı uzun yıllar boyunca gerekse 1979’da Fransa’dan ülkesine döndükten sonraki dönemde Şiilere, Irak veya bulundukları diğer ülkelerde büyük bir güç olduklarını hissettirdi.
Bunlara, İran Devriminden sonra hem kendilerinin hem de başkalarının, onları Şii On İki İmam mezhebine bağlı saymaya başladıkları diğer mezhepçi azınlıklar da dahildir. Sözgelimi Suriye’deki Nusayriler, Yemen’deki Zeydiler, Lübnan ile bazı Körfez ülkelerinde bulunan diğer mezhepsel yapılar gibi.
Bu noktada, diğer bütün ölümcül ve ciddi hatalarına ek olarak Saddam, bir ölümcül hata daha işledi ve hiçbir şekilde uygun olmayan bir zamanda Humeyni’yi Irak’tan kovdu.
Yönetimi oğluna  bırakıp ülkeyi terk etmek zorunda kalan babası gibi, İran’dan ayrılmaya hazırlanan Şah ile ilişki kurmaya çalıştı.
Şah’ın babası o dönemde Mısır’a iltica etmişti ve o da daha sonra 1979’daki devrim sebebiyle bunu yapmak zorunda kaldı.
Şah Pehlevi’nin ülkeyi terk etmesi, İranlıların çoğunu artık “Büyük Ayetullah” ve “Velayet-i Fakih” olarak adlandırılan Humeyni’nin etrafında toplanmaya sevk etti.
Böylece Humeyni tek karar ve görüş merci oldu. Bu diğer ülkelerdeki mezhep mensupları için de geçerliydi.
Saddam Hüseyin’in Humeyni’yi uygunsuz bir zamanda kovmasının, ülkesi İran, Arap ülkeleri ile uzak ve yakın diğer ülkelerde popülaritesini artıracağını bilmediğine ve düşünemediğine şüphe yok. Irak ve bazı Körfez ülkelerinde Sünniler arasında dahi popülaritesi artmıştı. Ancak, Irak devlet başkanının da İran ile 8 yıl süren, kanlı ve yıkıcı savaşı istediğinin altını çizmeliyiz.
Bu 8 yıldan sonra ülkesi ateşkesi kabul etmek zorunda kaldığında Dini Rehber Humeyni acı dolu bir açıklama yapmış ve şöyle demişti: “Ateşkes anlaşmasını kabul ederek zehri yudumlamak için hala hayatta olduğum ve bu halkın fedakarlıkları karşısında bundan utanç duymadığım için bana eyvahlar olsun”.
Irak’ın bu savaşta İran’ı uğrattığı büyük yenilgiye rağmen Humeyni, On İki İmam mezhebi ile Safevi tarikatı arasında bir bağ olduğu konusunda giderek daha ısrarcı oluyordu. Safeviler, İran’da Horasan, Afganistan, Azerbaycan, Irak, Diyarbakır vb. bölgeleri kapsayan bir imparatorluk kurmuşlardı. Kurucuları, düşünce ve politik açıdan tarikatın kurucusu Safiyüddin Erdebilî’ye bağlıydılar.
Bütün bunlar bir yana, önemli olan Humeyni’nin, Caferi On İki İmam Mezhebi’nin Safevi tarikatının tamamlayıcısı olduğundan hareketle kendisini Safevi sayacak kadar bu tarikatı benimsemiş olduğudur.  Ünlü “Velayet-i Fakih İslam Devleti"  adlı kitabında, Nasiruddin Tusi ve Muhammed Alkami (İbnul Alkami) adlı iki alimi övmekte o kadar ileri gitmişti ki onları İslam kahramanları olarak nitelemişti. Halbuki her ikisi de Bağdat’ı işgal etmesi ve Abbasi Devletini yıkması için Moğol Hakanı Hülagu ile işbirliği yapmışlardı.
İran’ın dini liderinin kitabında bu iki ismi İslam kahramanı sayması gerçekten de çok ilginçti.
Önemli olan, Humeyni'nin şu anda takipçilerinin yayılmakta olduğu alanlarda yayılmak ve genişlemek için "Safevilerin” izlerini takip etmiş olduğudur. Ondan sonra da Hamaney aynı yolu izledi. Şu anda bazı Arap ülkelerinde olduğu gibi Tahran’daki “Dini Rehber”e bağlı devletçikler oluşturmaya başlayan bütün bu mezhepçi müdahaleler ve sızmalar buna dayanarak gerçekleşti. Bu devletçiklerin başında, Hasan Nasrallah liderliğindeki Lübnanlı Hizbullah örgütü geliyor. Ayrıca Irak’taki çeşitli mezhepçi devletçikler ile Yemen’deki Husiler devletçiği de var. Bunların arkasının geleceği aşikar.
Şu ana kadar söylediklerimiz, bağlamından ve kastettiğinden farklı anlaşılmasın diye şunu  bir kere hatta  belki de bin kere vurgulamalıyız; söz konusu vasıf yani Safevilik, Arap ve Arap olmayan Şii Müslümanları kapsamamaktadır. Onların ne Safeviler ne de Erdebilî’nin tarikatı ile bir ilgileri yoktur.
ABD Irak rejimini devirene ve dizginler İran’da saygıdeğer Caferi On İki İmam mezhebinin hikmetli kişilerinin elinden alınana kadar bu olgunun, ne Arap bölgesinde ne de İslam dünyasının birçok ülkesinde fiili bir varlığı yoktu. Irak, Lübnan, Yemen, Suriye ve bazı Körfez ülkelerinde ortaya çıkan bu grupların, şerefli Ehlibeyt, bütün oluşumları ile Şii mezhebi ile hiçbir ilişkisi yoktur.
Ayrıca, şüphesiz büyük ve hoşgörülü İslam dini de bütün bunlardan beridir ve uzaktır. Bu olgunun da gerek Safeviler gerekse İslam’ın başlangıç döneminde ve sonraki tarihi aşamalarda ortaya çıkan diğer gruplar gibi yok olacağı ve ortadan kalkacağı kesindir.