Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Acı bir durum, fakat o kadar da değil!

İran İslam Cumhuriyeti liderleri, ABD ile ilişkileri İran iç siyasetinin merkezine oturttular.
Tahran'da iktidardaki mollalar iki taraf arasındaki mevcut gerilimlerin iktidar rejimlerinin çıkarına mı yoksa daha mı zararlı olduğu konusunda hala karar vermiş değiller.
Tahran'daki iktidara bağlı olan gruplardan biri, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ekonomik yaptırım paketini yeniden devreye koymasının İran rejiminin çıkarına olduğunu ve hatta rejime faydalı olduğunu iddia ediyor. Bu grup söz konusu yaptırımların ABD’ye daha çok zarar verdiğini düşünüyor.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Zarif, bir dizi araştırma merkezi ve çeşitli basın organlarıyla yaptığı görüşmelerde, her zamanki diplomatik zekasını kullanarak bu tezi savunmaya devam etti. Zarif, Donald Trump'ın son kararının ABD'yi küresel düzeyde bir ‘tecrit’ durumuna soktuğunu ve bunun karşılığında İran’ın ise çok fazla destek ve küresel çapta bir sempati kazandığını söyledi.
Devrim Muhafızları Genel Komutanı Hüseyin Selami, İslam Cumhuriyeti'nin ekonomik açıdan zararlı çıkmadığı gibi iddialarla bu durum karşısındaki iyimserliğini dile getirdiği açıklamasında, bunun aksine ülkenin hesaba katılması gereken küresel bir güç olma yolunda açık yolunda olduğunu söyledi.
General Hüseyin Selami, yakın tarihli bir konuşmasında şunları söyledi:
“Sonunda Akdeniz'in sıcak sularına ulaştık ve şimdi daha ileri gitmeye hazırlanıyoruz. Şu anda bölgede ve bölge dışında ABD’nin tüm askeri üslerini işgal edip ateşe verebilecek bir konumdayız.”
General Selami, İslam Cumhuriyeti’nin “Birleşmiş Milletler ambargosunun yeniden uygulanmasından” asla zarar görmeyeceğini düşünüyor.
İran basını kendi içinde eşit ölçüde bir bölünmeden mustarip. Hükümetin kontrolü altındaki kuruluşlar ve Devrim Muhafızları liderliğine bağlı organlar, yaptırımların İran'ın yerel ekonomisini geliştirmesine ilham verdiğini ve buna destek olduğunu iddia ediyorlar.
Hükümet medyası, İran'ın petrol ihracatına olan bağımlılığının tamamen sona ermesine yönelik büyük övgüler de bulunarak daha da ileriye gidiyor. 
İran Cumhurbaşkanı’nın Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri, yaptığı son açıklamada, petrol ihracatından elde edilen gelirin yıllık 7 milyar dolara düştüğünü söyledi.
İran'ın petrol satışından tamamen müstağni kalması, merhum İran Başbakanı Muhammed Musaddık'ın destekçilerinin en eski hayallerden biriydi. Özellikle 1951-1952 yılları arasında petrol ihraç etmeksizin hayatta kalabildiklerini gördüklerinde bu hayale daha sıkı bir şekilde bağlanmışlardı. Nitekim dünyadaki birçok ülke petrol ihraç etmeden hayatta kalmayı başardı.
Ancak İran siyasetinde son sözü söyleyen Devrim Rehberi Ali Hamaney’in bu önemli konudaki görüşü her zaman net değildi. İran'daki İslam devriminin temel amacının, ABD'yi -neredeyse- her ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırmak olduğunu söylediği zamanlar oldu.
Buna rağmen yaklaşık kırk yıl içinde gizli veya açık görüşmelerle bu “Büyük Şeytan” ile bir araya geldi. ABD Başkanı Barack Obama tarafından hükümete dikte edilen nükleer anlaşmayı da bizzat onayladı. Ayrıca İran’ın endüstri, ticaret ve bilimsel araştırma ekonomisinin büyük sektörlerini birkaç yabancı tarafın vesayetine verdi.
İran’da, Başkan Donald Trump'ın ülkedeki mevcut sorunlarının neredeyse tamamından sorumlu olduğu yönünde suçlamalarda bulunan bir başka grup daha bulunuyor.
Hüccetü’l İslam Ayetullah Hasan Ruhani bu grubun en önde gelen sözcüleri arasında yer alıyor. Bu bilge adamın yönetimi sırasında ülkenin para birimi, dolar karşısında 6 yıl içinde 3 binden 30 bine geriledi.
Ülkedeki enflasyon korkunç bir seviyeye, yani yüzde 50’lere yükseldi.
Bununla birlikte ülke ekonomisinde sürekli bir daralma yaşandı. Hükümet makamlarının verilerine göre nüfusun yüzde 30'undan fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve ülke genelindeki işgücünün dörtte biri atıl bir durumda bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bütün bunlara rağmen, uygulanan yaptırımların ülke ekonomisini iddia edilenden daha fazla etkilediğini belirterek şunları söylüyor:
“Amerikalılar, ülkemizin ekonomisine on milyarlarca dolar zarar verdiklerini söylüyorlar. Ancak hasar çok daha büyük. Son üç yılda ekonomide meydana gelen kayıplar 150 milyar doları aştı.”
Ruhani, İran hükümetinin korona salgını ile yüzleşmedeki başarısızlığını, Uluslararası Para Fonu'ndan 5 milyar dolarlık kredi alınmasını engelleyen Mike Pompeo’ya bağlıyor. Ayrıca Trump yaptırım paketini yeniden devreye koymasaydı halkın daha rahat bir yaşam sürebileceğini iddia etmeye ediyor.
Burada oldukça önemli şöyle bir soru soruyorum: İran devlet medyasının iktidardaki rejimin dış politika sorunlarını analiz etme konusundaki tutumlarındaki bariz bölünmenin gerçek nedeni nedir?
Bunun görünür sebeplerinden biri, iki farklı izleyici kitlesinin bulunuyor olması olabilir. Birinci izleyici, ABD’deki Demokrat Partililerden ve Barack Obama'nın ortaya koyduğu esaslar üzerinden bir anlaşma yapılmasını uman rejim içerisindeki bir kesimden oluşuyor.
Bu tür bir dinleyici kitlesini razı etmek için ABD Başkanı Donald Trump'ın İslam Cumhuriyeti'ne yönelik politikalarının başarısızlığını göstermek gerekiyor. Diğer izleyici kitlesi ise halkın bizzat kendisidir.
İran halkı, 6 yıl öncekinden daha yoksul bir durumda olduğunu hissediyor. Ayrıca İran hükümetindeki becerisizliği, yolsuzluğu ve hatırı sayılır bir dış politika oluşturmadaki başarısızlığı görüyor.
Bununla birlikte burada ikinci bir giriş olabilir. İran hükümeti, büyük şeytanla olan yüzleşmesinde yeni bir taviz veya geri çekilme konusunda yerel kamuoyunu hazırlama girişiminde bulunabilir.
Nitekim İran halkı yapılacak bir anlaşmanın ülkenin mustarip olduğu tüm sorunları çözmenin anahtarı olduğuna ikna olursa, muhtemelen bunu memnuniyetle karşılayacaklardır.
Sorulması gereken son bir soru kaldı:
Başkan Donald Trump’ın Beyaz Saray'da kalmasıyla birlikte hükümet bir taviz (veya zafer) ilanında mı bulunacak, yoksa mollalar iyi tanıdıkları “uğurlu küçük şeytan” Joe Biden’ın Beyaz Saray'ın eşiğine dek gelmesini mi bekleyecekler?