Hazım Sağıye
TT

Abdunnasır’dan Hizbullah’a, Arap siyasetinde onur meselesi

Onur ya da İngilizcede “dignity” denilen şey, bireysel bir kavramdır.
Modern varlık, onurunu, özel olarak ona ve onura sahip olduğu şeklinde tanımlanan zamansal veya metafizik güçlerden alır. O, onuru kendisine ait olduğu sürece, onura sahip olandır. Kendisi de bu onuru, saygılı bir şekilde pratiğe döker, böylece onuru ne olduğunun, ne yaptığının, neye inandığının ve nasıl yaşadığının bir ifadesi haline gelir.
Onur sahibi insan, başkalarına kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa öyle davranır. Görüşlerine saygı duyar, elinden geldiğince özgürlüklerini ve onurlarını koruma haklarını savunur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi bu kelimenin İngilizcesi olan “dignity”nin Latincesi “dignitas”tır ve bir kişinin değeri ve layık olduğu (worth) demektir. Yani ifade, belirli bir kişi içindir ve siyaset, devlet, ulus, ordu veya kavga ile hiçbir bağlantısı yoktur.
Meşruiyetten yoksun ve sürekli bir seferberlik haline ihtiyacı olan askeri rejimlerle birlikte, bu kavram bireysel anlamından soyutlandı ve ulus, siyaset ve savaşa bırakıldı. Onur artık insanın kim olduğu ve ne yaptığı anlamını kaybetti. Savaştığı ve direndiği şey anlamına gelmeye başladı. Eski orijinal anlamında kişi, ulusu aşağılanmış ve başka bir güce boyun eğmiş olsa bile onurlu olabilirdi. Aynı şekilde ulusu savaşçı ya da muzaffer olsa bile onursuz olabilirdi. Şimdi ise, bu kavram birey ile kendisi arasındaki ilişkiden kaynaklanmıyor, artık gerçek veya hayali bir düşmanla olan ilişki temelinde belirleniyor.
Modern Arap tarihinde askeri- güvenlik temelli devletlerin babası olan Cemal Abdunnasır’ın en ünlü sloganı ‘Başını dik tut ey kardeşim’di. Bu slogan yeni anlamıyla onurlu olmaya bir çağrı olarak yorumlandı. Ancak, sloganın örtülü devamı şu şekildeydi, “Lidere tapın, polis ve gardiyana boyun ey.”
Bireylerin değil, ulusun olduğu söylenen özgürlük gibi haysiyet de kolektif ve politik bir kavram haline geldi. Ulusun özgürlüğü denen şeyin ancak bireylerin özgürlüğünün ihlal edilmesiyle sağlanabileceği, o zamanlar daha net bir şekilde anlaşılmamıştı.
Ulus, zorunlu olarak ölümsüz bir liderle ilişkilendirileceği için, bireyin bu lidere boyun eğmesi gerektiği yeni onur kavramının dışında bırakıldı. Oysa gerçekte, bunun tam aksi yaşandı. Askeri rejimlerin gölgesinde söz konusu bireyin, görüşleri dışında hiçbir sebep olmaksızın hapsedilme, meydanlarda toplanmak ve lideri alkışlamak için çağrılması ihtimali çok yüksekti. Her zaman lidere tapması ve şu ünlü “Kanımız ve canımız sana feda olsun ey …” sloganında belirtildiği gibi onun için hayatını feda etmeye istekli olmalıydı.
Diğer bir deyişle, onurun yeni anlamı başta bireyin aklen ve bedenen kendi üzerindeki egemenliğini kaybetmesi başta olmak üzere orijinal anlamının tamamen karşıtı haline geldi. Çünkü bu rejimlerde birey, aşağılanır, hapsedilir, cezaevinde işkenceye maruz kalır ve insanlığından soyutlanır hale geldi. Elbette, resmi düşünceye aykırı bir fikir belirtmek veya bir parti kurmak bir yana otoritenin tanımadığı bir partinin üyesi olması bile yasaklandı. Bütün bunlara rağmen, sadece lideri Batı ile savaştığı veya savaşmakla tehdit ettiği ya da İsrail ile çatıştığı için birey onura, onur da bireye atfedildi.
Hepsinden daha şaşırtıcı olanı, yenilgilerin bile bu onur anlayışını bozamamış olmasıdır. 1967’deki savaşta alınan tantanalı yenilgi bile birçoklarını şu ahmakça ifadeyi tekrarlamaktan alıkoymamıştı, “Abdunnasır Araplara saygınlık kazandırdı.” Yenilgiler askeri rejimlerin neredeyse kesin bir sonucu olduğu sürece, yeni anlamıyla onurun üstlendiği misyonlar katlanarak arttı. Sözgelimi; mağlup olanı kazandığına, onurunun azalmak yerine çoğaldığına ikna etmek gibi.
Dolayısıyla, Suriye devriminin ve Suriyelilerin ilk sloganlardan birinin “Suriye halkı aşağılanamaz” olması boşuna değildir. Bu slogan, onurun gerçek anlamına itibarını iade ediyordu.
Onurun yanı sıra direnişçi politikalar kendisine yakın bir başka kavramı da ele geçirdiler. Bu kavram, şereftir. Şerefliler artık yaşamları ve davranışları ile şerefi temsil edenler değil, belirli bir liderin veya inancın arzusuna uygun siyasi bir duruş benimseyenler oldu. Bu noktada, yeni anlam, kabileci anlamlar ve davranışlarla, yani soyluluk ve asalet, yeni şereflilerin şerefsizlik olarak görmedikleri namus cinayetleri ile övünmeyle bir arada var oldu. Aynı şey onurun yeni anlamı için de geçerlidir. Kabileci mirasa, sözgelimi Amr bin Külsûm’un şiirleri ile küstah kendine güveninin yanı sıra eski kahramanlara ve savaşlarına dayanma akımı ortaya çıktı.
Anlamlardaki bu tersine dönüşüm, bugün Lübnan'da en parlak haliyle görülüyor. Ekonomik ve siyasi çöküşe karşılık, onur ve şeref, direnişin devam ettiğini vurgulamayı, taviz veya geri adım olarak görülebilecek her şeyi inkar etmeyi gerektiriyor. Direnişin bu iki çöküşteki rolüne işaret edenlere ise insanların en şereflileri, “lidere feda olsun” karşılığını veriyorlar.