Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Hamas Batı Şeria’ya hakim olursa ne olur?

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın, kararlarını kendisi değil, Türkiye-İran-Katar ittifakının aldığı Hamas Hareketi ile 2007’deki birlik deneyimini tekrar etmeyeceği kesin.
Çünkü bunun sonucunda, Fetih Hareketi ile Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Gazze’den çıkarılıp Batı Şeria’ya taşınmasına yol açan geçmişteki kanlı askeri darbe gerçekleşmişti.
Bütün bu son gelişmeler ve İsrail hükümetinin, hem kendi vaatlerine hem de ABD Başkanı Donald Trump’ın vaatlerine rağmen, Knesset’ten Batı Şeria’da 4 bin 900 yerleşim birimi inşa etme kararını geçirmesinden sonra (bu, daha fazla Filistin toprağını topraklarına katmaya devam edeceği anlamına geliyor) Mahmud Abbas’ın zorlu ve tehlikeli koşullarla karşı karşıya olduğuna şüphe yok.
Bütün bunlar, Filistin birliğinin bir gereklilik haline geldiği anlamına geliyor. Ancak sorun, Hamas’ın Filistin halkının mücadelesine, ulusal bir Filistin örgütünden ziyade Uluslararası Müslüman Kardeşler (İhvan) Örgütü’nün bir kolu olarak katılmış olduğu gerçeğidir.
Hamas’ın karar alma yetisi İhvan’ın Mısır’dan çıkarılmasından sonra İstanbul, Doha ve Tahran arasında dağıldı. Mürşidi, ne Filistin ne de kutsal davası ile ilgisi olmayan Recep Tayyip Erdoğan oldu.
Nitekim Türkiye’nin, kırklı yılların sonundan bugüne kadar, İsrail ile "diplomatik" temsil ilişkilerini sürdürdüğü biliniyor.
Bu bağlamda şunu da belirtmeliyiz; kontrolü kendisinin değil İhvancı Türkiye-İran-Katar ittifakının elinde oldukça Hamas’a güvenilemez.
Fetih Hareketi’nin lideri ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin Başkanı olarak Mahmud Abbas ile müzakere ederken, Gazze’de gerçekleştirdiği darbe benzeri bir askeri darbe hazırlığında olmayacağını hiç kimse garanti edemez. İsrail ile belki de Türkiye ve Katar aracılığıyla zaten bir anlaşmaya varmış olduğu olasılığı göz ardı edilemez.
Bu nedenle, Filistin Ulusal Otoritesi, söz konusu “intihar sayılacak birlik adımını” atmadan önce acele etmemeli, son dönemde Arap ülkeleriyle ilişkileriyle ilgili olarak nelerin değiştiğini gözden geçirmelidir.
Tüm Filistinli liderler, özellikle de Halid Meşal ve İsmail Heniyye ile 2007’deki Mekke Anlaşması deneyimini tekrarlamakta hiçbir inandırıcı ya da yeterli gerekçe olmaksızın hevesli olanlar arasında, Mahmud Abbas’ın bunu en iyi bilen lider olduğu kesindir. Zira Uluslararası İhvan Örgütü’nün bu iki isimden, Fetih Hareketi ile Ulusal Otorite’ye karşı bir darbe yapmalarını, maceracı Erdoğan liderliğindeki İhvancı Katar-İran ittifakına tabi hale gelen Gazze’nin kontrolünü ele geçirmelerini istediği kanıtlanmıştır.
Mekke Anlaşması’nın özellikle Türkiye ve İran tarafından başarısızlığa uğratılmasıyla, Mahmud Abbas ve Filistin Ulusal Otoritesi’ni zayıflatmaktan ziyade Suudi Arabistan’a zarar vermenin ve kendisini küçük düşürmenin amaçlandığı kesindir.
Katar, Yemen’deki Husiler ile Lübnanlı Hizbullah örgütünü ve Suriye’yi de kapsayan bu “şeytani” ittifak, Riyad’ı kendisine, hedeflerine ve Arap bölgesindeki rolüne karşı en büyük tehlike olarak görüyor. Bu nedenle Filistinli grupları barıştırmaya yönelik herhangi bir girişimini mutlaka engellemesi gerektiğini düşünüyor.
Filistin halkının ve FKÖ ile Fetih Hareketi’nin başkanı olarak Mahmud Abbas’ın, dönemin Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz’in himayesinde 2007’deki Mekke Anlaşması’nı imzaladığında, Hamas, Müslüman Kardeşler ve onlara kucak açan ülkeler ile “acı” deneyimleri gereği, bu anlaşmanın uzun sürmeyeceğini ve Hamas’ın aleyhine döneceğini bildiğine şüphe yok. Nitekim aynı yıl (2007) içinde bu gerçekleşti.
Bu yüzden, Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile istişare etmeden Mahmud Abbas’ın kendisini sırtından vuran, Suudi Arabistan, halkını ve liderliğini küçük düşürmeye çalışan Hamas ile yeniden anlaşmayacağı kesindir.
Bütün dalgalanmalarıyla, 1948 öncesi ve sonrasından bugüne, uzun yıllar boyunca Suudi Arabistan’ın Filistin ve davasına yönelik pozisyonu olduğu gibi kaldığı sürece, bu gerekli ve son derece önemlidir.
Suudi Arabistan’ın Filistin ve davasına karşı pozisyonun değişmediğinin kanıtı, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan’ın geçtiğimiz günlerde Washington’da Yakın Doğu için düzenlenen sanal bir konferansta yaptığı açıklamalardır.
Prens Faysal şöyle konuşmuştu: “Nihayetinde, Ortadoğu'da kalıcı barış ve istikrar sağlayabilecek tek şey Filistin-İsrail anlaşmasıdır”. Bu, Suudi Arabistan'ın iki taraf arasındaki müzakerelere geri dönülmesi, Filistinliler ve İsrailliler arasında bir anlaşmaya varılması temeli dışında bir anlaşmaya varma olasılığını dışladığının açık bir göstergesidir. 
Başa dönecek olursak, Mahmud Abbas bütün bunları biliyor ve bundan emin. Yani Hamas’ın, büyük bölgesel ve küresel denklemde küçük bir sayıdan ibaret olduğunu, kendisi ile Fetih ve Ulusal Otorite arasında bahsedilen müzakerelerde söz sahibi olmadığını, asıl kararın, İhvan ve elbette Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar, İran ve Lübnan’daki vekili Hizbullah’ın elinde olduğunu biliyor. İranlılar, Türkler ve elbette 1967’den bugüne Golan Tepeleri’ni işgal eden İsrailliler gibi tarafların kontrol ettiği Suriye’nin ancak küçük dağınık kısımlarını fiili olarak kontrol edebildiği için, Beşşar Esed’in bu yemekte bir tuzu olmadığı kesindir.
Sonuç olarak; daha devlet başkanlığı görevini üstlenmediği ve Oslo Anlaşması gibi önemli kararların sahibi Filistinli liderlerden biri olduğu dönemlerde dahi, Mahmud Abbas’ın dikkatli bir değerlendirmede bulunmadan önce hiçbir tutum benimsemediği ve bir karar almadığı bilinmektedir.
Bu nedenle, sonu 2007’deki Mekke Anlaşması olacağı sürece, Hamas ile bahsedilen “birlik” adımını atmayacağı kesindir.
Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, böyle bir kararı alacak olanların Hamas ve liderleri Halid Meşal ile İsmail Heniyye değil, Müslüman Kardeşler, Doha, Tahran ve Erdoğan oldukları kanıtlanmıştır.