Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Erdoğan Batı’ya savaş açıyor

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) Avrupa Birliği ülkelerinin yakın gelecekte Türkiye'nin desteklediği bir İslami aşırılık dalgasıyla karşı karşıya kalabileceği konusunda uyardı. Geçen hafta Güney Lefkoşa’da (Nicosia) düzenlenen üçlü görüşme sırasında Sisi’nin, Türkiye'nin tüm bölgesel çatışmalara dahil olması ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bunlara katılmasının ve İslam faktörünü alenen kullanmasının iki ülke için bir tehdit oluşturduğunu belirttiği nakledildi. Mısır, Yunanistan ve GKRY liderleri 21 Ekim’de bir araya gelerek ortak bir bildiri yayınlamış, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki “yasadışı eylemlerini” kınamışlardı. Türkiye’nin uluslararası alanda tanınmış Yunan ve GKRY karasularında petrol ve doğalgaz sondaj çalışmaları yürütmesi, siyasi ve askeri gerilimlerin yükselmesine neden olmuştu.
Türkiye’nin daha önce Libya'daki uluslararası tanınırlığa sahip Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklemek için Aralık 2019’da savaşın parçaladığı Libya’ya Suriyeli paralı askerler göndermesi gibi, Yunanistan sınırına da paralı askerler gönderme hazırlığında olduğuna dair iddialar var. Son olarak Rusya, Fransa ve Ermenistan da Dağlık Karabağ’da patlak veren son çatışmalarda Türk hükümetini, Azerbaycan’a Suriyeli ve Libyalı paralı askerler göndermekle suçlamışlardı. Bahsi geçen Suriyeli paralı askerler, büyük ölçüde Suriye Ulusal Ordusu mensubu. Bu ordu, Ankara’nın 2016 yılında DEAŞ örgütüne karşı güney sınırlarını güvenceye almak, 2018-19’da ise Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt milis güçlerini püskürtmek için kullandığı Suriyeli muhalif silahlı gruplardan oluşuyor. Türkiye, Azerbaycan’a SİHA’lar gibi gelişmiş askeri teçhizat veriyor. Bu da, Azerbaycan ordusuna Karabağ ve komşu topraklardaki Ermeni kuvvetlerine karşı savaş alanında bir avantaj sağlıyor.
Daha rahatsız edici olan, Türkiye'nin daha da alevlendirdiği olayların Suriye'de olduğu gibi diğer katılımcıları da çekmesi olasılığıdır. Suriye’de bu, sivillerin kaderini önemsemeden gizli ve aleni yardımlar sunan üçüncü tarafların müdahalelerinin önünü açmıştı. Her ne kadar, komşu ülkelerin en azından şu ana kadar çatışmaya müdahil olmak istediklerine dair bir gösterge olmasa da Türkiye’nin bu tutumu, Karabağ meselesinde de çatışmanın yıllarca sürmesine yol açabilir.
Kendisini Batı’daki İslamofobiye karşı çıkan mazlum Müslümanların lideri sayan Erdoğan'ın durumu göz önüne alındığında, Erdoğan’ın bu savaşı bir “onlar ve biz” yani ötekine veya Batıya karşı Müslümanlar savaşına dönüştürme dileğine karşı hazırlıklı olmalıyız. Maalesef Batı’da da Müslümanlar ile Müslüman olmayanları kapsayan herhangi bir çatışmayı, ulusal, bölgesel ya da herhangi bir maddi çıkar yerine medeniyetler veya kültürler arası çatışma olarak görmeye hazır pek çok kişi var. Özellikle de aşırı sağcılar arasında.
Bu konuda görüşüne başvurduğum kişiye göre, Erdoğan bu yolu izlerse, Türkiye'yi sadece Batı'dan değil, Araplar ve İran'daki Farslılar ve diğer küçük etnik gruplardan da izole etme riskini alıyor demektir. Bu küçük etnik gruplar Müslüman olsalar da, Osmanlı İmparatorluğu’nun asırlarca yaptığı gibi ulusal kaderlerini Türkiye’nin belirlemesi konusunda hevesli değiller. İran nüfusunun yüzde 25’ni oluşturan ve mezheplerine değil, milliyetleri ve etnik kökenlerine göre hareket eden Azeri Türkleri de bunu söyleyecektir.
Rusya bile bu ay içinde Türkiye’yi stratejik bir müttefik değil de güvenilir bir ortak olarak gördüğünü kaydetti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçen hafta katıldığı bir radyo programında bu ilişkiyi açık bir şekilde tanımlayarak, “Türkiye hiçbir zaman stratejik bir müttefik olmadı ve onu asla böyle sınıflandırmıyoruz” diye konuştu.
Rusya ve Türkiye, Suriye ve Libya’da her biri savaşın farklı taraflarını destekleseler de görünürde ekonomik ortaklıklarını sürdürüyor ve Batı'ya karşı ortak bir güvensizliği paylaşıyorlar.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıp Erdoğan'ın tam desteğini alan Ersin Tatar kazanana kadar Erdoğan'ın bir fırsatı yoktu. Erdoğan, Türkiye'nin Kıbrıs Türk toplumunun beklentilerini temsil etmesinin önünü açacak bir strateji benimsedi. Nitekim Tatar, Ankara’nın KKTC’deki adamı olmakla övünüyor. Konuşmacıma göre, Ankara, GKRY hükümeti ile müzakereleri bu yeni siyasi bağlama göre yürütecek ve Türkiye’nin çıkarları Kıbrıs Türklerinin çıkarlarından daha önemli olacak. GKRY ile müzakereler açısından, Tatar’ın seçilmesi ikincil bir önem taşıyor çünkü kendisi Ankara’nın direktiflerini takip ediyor ve kendisinden istediklerini yerine getiriyor. Seçilmesinin önemi ise, gelecekte adanın Rum kesimi ile yapılacak müzakerelerde Türkiye’nin kendi siyasi ajandasını dayatmasını kolaylaştıracak olmasıdır. Rum Kesimi, Tatar’ın seçilmesinden sonra adanın birliğinin sağlanmasının mümkün olmadığını düşünüyor. Adayının zaferiyle gurur duyan Türkiye geçen cuma, NATO’nun Yunanistan ile Ege Denizi’nde düzenleyecekleri tatbikatı iptal etmeye karar verdiklerini açıklamasından saatler sonra 27-28 Ekim’de bir deniz tatbikatı gerçekleştireceğini açıkladı.
Korona salgınının Türkleri kasıp kavurduğu ve ekibinin zayıf mali yönetimi nedeniyle Türk ekonomisinin kan kaybetmeye devam ettiği bir dönemde Erdoğan, genişleme ve yayılma politikalarına devam ediyor. Pazartesi sabahı Türk lirası dolar karşısında en düşük seviyesine (8 lira) gerilerken Erdoğan, ülkesinin Rus yapımı S-400 füzelerini denemesi nedeniyle kendisine yaptırım uygulama uyarısında bulunan ABD’ye meydan okumaya devam ediyordu.
Her zaman olduğu gibi Erdoğan sadece kendisine inanıyor, etrafındaki her şeyin güllük gülistanlık olduğunu ve kendisinin galip olduğunu düşünüyor. Cumartesi günü Malatya’ya düzenlediği bir ziyaret sırasında, evine ekmek götüremediğinden şikâyet eden bir esnafa, “Bu bana abartılı geldi… Keyif çayı bu, bu çayı iç” karşılığını vermişti. Erdoğan’ın bu sözleri, Fransız Devrimi patlak vermeden önce Kraliçe Marie Antoinette’nin söylediği sözlere benziyor.
Türkiye’nin karmaşık ve iç içe geçmiş durumu, ABD ve Avrupa Birliği'ni zor bir ikilem içine sokuyor. Erdoğan'ı Güney Kafkasya, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz'deki maceralarından vazgeçmeye zorlamak için mali yaptırımlara mı başvurmalılar? Bu, Türkiye'de bir mali çöküşe yol açıp mültecilerin Avrupa'ya akın etmesine neden olur mu? Erdoğan'ı dini ve milliyetçi maceralarından vazgeçirmek için hedefli yaptırımlar mı uygulamalılar?
Erdoğan'ın manevraları bir caydırıcılıkla karşılaşmadan ilerliyor, rotasını tersine döndürecek olsa bile bunu ancak, destekçilerine Arapların ve Türkiye'nin komşularının Batı’nın değil kendi söylemlerine göre hareket ettikleri mesajını verdikten sonra yapacaktır. Ancak muhatabımın da dediği gibi, bu tehlikelerle dolu çünkü ülkesini Ortadoğu'daki Müslümanlara ve gayrimüslimlere Osmanlı hâkimiyetinin mirasçısı olarak göstermeyi seviyor. Buna karşılık Araplar ve diğerlerinin, Osmanlı egemenliği dönemine bakış açıları daha farklı. Nitekim şimdi Suudi Arabistanlılar, pazarlarındaki tüm Türk mallarını boykot etme çağrısı yapıyorlar.
Muhatabım şunu da ekliyor; Erdoğan, Başkan Donald Trump ile kişisel ilişkisi üzerine çok fazla bahis oynadığı için yaklaşan ABD başkanlık seçimleri konusunda endişeli. Bazıları, NATO ve ABD ulusal güvenliğine yönelik tehlikesine rağmen Rusya'dan füze savunma sistemini satın aldığı için Türkiye'ye yaptırım uygulamayı reddeden Trump'ı manipüle etmeyi başardığını söylüyor. Rakibi Joe Biden’ın ise kazanması durumunda, "Capitol Hill'de ivme kazanmak üzere olan" yaptırımları uygulama baskısını durdurması pek olası görünmüyor. Nitekim Biden, Türkiye konusunda daha kararlı bir duruş sergileyeceğini ve Erdoğan'ın bedel ödemek zorunda olduğunu vurgulamıştı.
Erdoğan ile Biden arasındaki derin düşmanlık, Biden’ın başkan yardımcısı olduğu günlere uzanıyor. Biden, Türkiye’ye yaptığı bir ziyaret sırasında muhalif şahsiyetlerle görüşmüş, bu da Erdoğan’ı öfkelendirmişti. Öyle ki, özel bir toplantı sırasında Biden’ın eşine, kocasını kontrol etmesi gerektiğini söylemişti.
Biden kazanırsa, Erdoğan’ın macerası sona erecek. Elbette ekonomik durumun da kötüleşmesiyle birlikte. Zira Aralık ayındaki zirvesinde AB, Türkiye’ye yaptırım uygulamaya hazırlanıyor. Aynı şekilde Erdoğan, bir sonraki seçimlerde modern Türklerin kendisi gibi Osmanlı dönemini gururla anmadıklarını görebilir. O dönem geride kaldı ve zaman değişti.