Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Seçimlerden sonra ABD'yi bekleyen savaş

ABD’deki sahne, özgür dünyayı yöneten bir ülkeye yakışmıyordu, aksine onu bir “üçüncü dünya” ülkesine benzetiyordu. Bunun, sürpriz ve şaşırtıcı olduğunu söyleyemeyiz ama yine de ABD ve dünya genelinde birçokları için trajik olmaya devam ediyor. 
Tüm seçim sürecini sorgulamak, mahkemeye başvurmakla tehdit etmek ve seçmenlerin oylarını sayım süreçlerinin dışında bırakma girişimleri, bütün bunlar, dünyada ABD demokrasisinin imajını sarstı. Ayrıca Beyaz Saray çevresindeki barikatların artırılması, olası yağma eylemlerine karşı vitrinlerini tahta plakalarla kaplayan mağazaların görüntüsü, insanların şiddet olayları ve silahlı çatışmaların patlak vermesiyle ilgili endişelerinden bahsetmesi, bütün bunlar, bu sefer ABD seçimlerini çevreleyen gerginliğin bir göstergesiydi.
Önemli eyaletlerde daha oy sayımı tamamlanmadan, Başkan Donald Trump, dün sabah çıkıp seçimlerde sahtekarlıktan ve "ABD halkının büyük bir aldatmacayla karşı karşıya olduğundan” bahsetti. Oy sayımını durdurmak için Yüksek Mahkeme’ye başvurma sözü verdi ve kendi açısından seçimleri kazandığını söyledi. Açıklamalar, birçok çevrede hoşnutsuzluk uyandırdı çünkü her an dengeyi taraflardan birinin lehine değiştirecek bir dizi eyalette sonuçlar daha açıklanmamıştı. Güçlü bir gerekçe olmadan ve sahtekarlığa dair hiçbir kanıt olmadan yüz binlerce insanın oyunu dışlamak kabul edilebilir değil. Bu yüzden Joe Biden'ın kampanya ekibi, hemen yanıt vererek Trump'ın oylamayı durdurma girişimini "eşi görülmemiş iğrenç bir eylem" olarak niteledi. Başkanın Yüksek Mahkeme’ye başvurma tehdidini yerine getirmesi halinde yasal yüzleşmeye hazır olduklarını ifade etti. Biden’ın kendisi, Trump’tan önce destekçilerinin karşısına çıkıp, tüm oylar sayılmadan önce hiç kimsenin seçim sonucuna karar verme hakkına sahip olmadığını vurguladı. Herhangi bir adayın sonucu belirlemesinin kabul edilemez olduğunu çünkü kazananı halkın belirleyeceğinin ve seçeceğinin altını çizdi.  
Aslında Trump aylar öncesinden sahneyi böyle bir yüzleşme için hazırlamıştı. Sürekli  bir biçimde seçimlerdeki muhtemel ihlaller ve sahtekarlık hakkında konuşmuş ve Demokratları ondan zaferini çalmayı planlamakla suçlamıştı. Kampanya ekibi, birkaç eyalette seçmenleri diskalifiye eden ve posta yoluyla kullanılan oy pusulalarının geçerliliğini sorgulayan 40’tan fazla dava açtı. Ancak, yetkili makamlar bu davaların çoğunu reddetti, herhangi bir ihlal veya sahtekarlık kanıtı olmadığını vurguladı. Örneğin Pennsylvania için, Yüksek Mahkeme geçen Eylül ayında, 3 Kasım ve öncesine ait posta pulu taşıyan ve en geç 6 Kasım Cuma gününe kadar oy merkezlerine ulaşan oyların da listelenmesi ve sayılması gerektiği kararı aldı. Kuzey Carolina’da seçim kurulu, 3 Kasım’a kadar postalanmış olan tüm oyların 12 Kasım'a kadar oy merkezlerine ulaşması halinde kabul edilmesine karar verdi.
Trump, mahkemelerin ve seçim kurullarının tüm bu kararlarını reddettiğini erkenden açıklamış ve kaybederse savaşı yargıya ve Federal Yüksek Mahkeme'ye götürmeye hazır olduğunu vurgulamıştı. Twitter’dan yaptığı paylaşımlarda ve seçim mitinglerinde birçok kez geç ulaşan oyları kabul etmenin ABD halkı için bir felaket olduğunu ve Demokratların seçimleri çalmak istediklerini belirtmişti.
Başkan’ın posta yoluyla kullanılan oyları geçersiz sayması ve geçerliliklerini sorgulaması, Biden kampını zayıflatmaya yönelik bir taktiktir. Çünkü, geçmiş seçimlerle kıyaslandığında, Cumhuriyetçilere kıyasla Demokratlar posta yoluyla oy kullanmaya daha meyilliler. 2000 yılındaki seçimlerde de Florida’da oyların geçersiz sayılmasından ve kısmen yeniden sayımından sonra George Bush (oğul) zaferi Demokrat rakibi Al Gore’un elinden almayı başarmıştı. Bugün posta yoluyla kullanılan oyları Trump için daha da önemli kılan, yoğun kutuplaşma ve koronavirüs salgının koşulları nedeniyle çok sayıda Amerikalının 3 Kasım’dan önce ya posta yoluyla ya da erken açılan seçim merkezlerinde oy vermeyi tercih etmesi. Öyle ki, toplam 160 milyon olan seçmen arasında bu şekilde oy kullananların sayısı 100 milyonu aştı. Bu ise ABD seçimleri için bir rekor.
Tüm bu dramdan sonra, kim kazanırsa kazansın, kaybeden ABD gibi görünüyor.  Demokratik imajı benzeri görülmemiş bir şekilde sarsıldı ve iç kutuplaşma, birçok kırılma ve keskin bir bölünmeden muzdarip bir toplumda halen çok güçlü. Trump durumu daha da kötüleştirmiş olabilir ama seçim sisteminin kendisi sorunlar yaşıyor ve gözden geçirilmesi gerekiyor. Nitekim ABD’li araştırmacılara göre, seçmenlerin kayıt süreci diğer batılı demokrasilere göre daha geri ve birçok insanın oy kullanma fırsatını kaybetmesine neden oluyor. Oy sayma işlemi sonuçların açıklanmasını geciktiriyor. Son olarak da seçiciler kurulu sistemi, doğrudan halk oylamasında kaybeden bir adayın bile seçiler kurulunun oyları yoluyla başkanlığı kazanmasını sağlıyor. Bu sistem, her eyalete seçiler kurulunda belirli sayıda sandalye veriyor. Ancak, birçoklarına göre bunu yaparken, küçük eyaletlere hak ettiklerinden daha fazla ağırlık verirken yoğun nüfuslu eyaletlere haksızlık eden, dolayısıyla sonuçlarda bir adaletsizliğe ve dengesizliğe yol açan kriterlere dayanıyor.
Federal Yüksek Mahkemeye başvurma konusunu bu kez Trump gündeme getirdiğinden, bu mahkemede görev yapan yargıçların atanma yöntemi konusundaki tartışmalara da ışık tutmuş ve  yenilemiş oldu. Özellikle de liberal yargıç Ruth Bader Ginsburg’ın halefi olarak hemen ve seçimlerden önce Amy Coney Barrett’ı atamakta ısrar ettiği için. Bu ısrarın nedeni, Trump’ın Barrett’ın atanmasıyla Yüksek Mahkeme’de muhafazakarların güçleneceğini, bunun da seçim sonuçlarına itiraz etmesi ve itirazının büyük bir yargı savaşıyla sonuçlanması durumunda kazanma şansını güçlendireceğini düşünüyor olmasıydı. Bazıları, Yüksek Mahkeme yargıçlarının başkan tarafından aday gösterilmesi ve Senato tarafından oylanarak atanması yönteminin, mahkemeyi yürütme ve yasama organlarının etkisi altında bırakmak anlamına geldiğini iddia ediyor. Adli bir savaşla sonuçlanması halinde mahkemenin başkanlık seçimlerinde oynayabileceği role özellikle dikkat çekiyorlar.
ABD, seçim sistemi nedeniyle yine zor durumda. Bu sefer durum, George Bush'un yargı savaşını kazandığı 2000 yılı veya Rusya’nın seçimlere müdahale ettiğine dair tartışmaların ortasında Trump’ın Hillary Clinton’a karşı kazandığı 2016 yılında olduğundan daha zor görünüyor. Bugün ABD, sadece seçim sonuçları üzerinden yargı savaşları yaşama ihtimaliyle karşı karşıya değil, aynı zamanda seçimlerden önce ve ona eşlik eden keskin kutuplaşmanın ışığında şiddet olaylarının patlak vermesinden korkarak nefesini tutuyor. Dünya da hem ABD içinde hem de uluslararası sahnede geniş yankı uyandıracak sonucun belirlenmesi sürecini takip ediyor ve sonucunu bekliyor.