Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Irak ve Suudi Arabistan: Öncü adım

Kral Selman bin Abdulaziz, İran'ın bölgeye yönelik müdahalelerine karşı uluslararası çözüm bulmak, İran'ın kitle imha silahları elde etmesini, balistik füze programı geliştirmesini, yakın ve uzak ülkelerde barış ve güvenliği tehdit etmesini önlemek için ulusal bir duruş sergilenmesi çağrısında bulunduğunda şüphesiz Velayet-i Fakih devletinin Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki işgalci müdahalesini kastediyordu. Tahran’ın Arap dünyasının bu kısmına alenen hâkim olmaya, sadece mezhep açısından değil, siyasi ve coğrafi olarak da ilhak etmeye çalışmasından bahsediyordu. Nitekim Tahran geçmişten, Şah Rıza Pehlevi ve babası Şah Muhammed Rıza zamanından beri bunu amaçlıyordu. Daha sonra Pehlevi yönetimini deviren devrimle (Şubat 1979) başa geçen Humeyni de bu hedefi benimsedi.
Aslında Sünni’si ve Şii’si ile Iraklıların büyük bir bölümü, Irak esasen bir Arap ülkesi olduğundan Arap dünyasına geri dönmesini sağlamak için ciddi bir şekilde çabalıyorlar. Irak, Arap Birliği’nin kuruluşunda öncü bir rol oynamıştı. Arapların tüm ulusal savaşlarına aktif bir şekilde katılmıştı. Filistin savaşlarında ve 1973’te Golan Tepeleri’ndeki savaşta Arap kardeşlerini desteklemişti. Bağdat’tan hareket eden tanklar ve zırhlı araçlar, başkent Şam’ı korumuş ve savaş alanında Suriye ordusuyla birlikte savaşmıştı. Iraklılar ile Suudiler, ulusal ve tüm Arap ulusunun mücadelesi olarak gördükleri bu savaşta Suriyelilere yardım etmişlerdi.
Suudi Arabistan Kralı, İran’ın müdahalelerine karşı bu kararlı ve sert çağrısını yapmadan önce bir Suudi heyeti Irak’ı ziyaret etmişti. İran’ın kendisine bağlı mezhepçi grupların yanı sıra istihbarat ve güvenlik organları aracılığıyla sabote etmeye çalıştığı bu iki Arap ülkesi arasındaki yakınlaşmanın, ulaşmış olduğu korkunç dağılmadan sonra Arap dünyasını bir araya getirmenin ilk adımı olduğunu düşünenler var. Lübnan ve Suriye’yi kapsayan ziyaretinden sonra gittiği Bağdat’ta ABD’de tarafından tasfiye edilen Kasım Süleymani’nin arkasında bıraktıkları ile Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Arap dünyasındaki bu bölünme ve dağılmışlığın devam etmesini istedikleri açık ve nettir.
Türkiye (Recep Tayyip Erdoğan), Hamaney ya da Humeyni İranı ve diğerlerinin, Suriye’yi ve Irak’ın Kürdistan bölgesini askeri, siyasi ve ekonomik olarak paylaşmak için anlaştıkları biliniyor. Fakat bu noktada, Ürdün sınırında, Dürzi Suveyda ile Dera şehirleri arasında kalan Horan bölgesinde birkaç gün önce, İran ile Rusya arasında bir etki ve çıkar çakışması nedeniyle askeri çatışmalar yaşandığını belirtmeliyiz.
Bu ülkeler ve tabii ki İsrail, Arapların kendilerini toparlamasını ve Irak-Suudi yakınlaşmasının bunun başlangıcı olmasını istemiyorlar. Arap dünyasının bu kötü durumdaki gerçekliğinin kendisine trajik bir şekilde yansıdığı, Mısırlıların deyimiyle “Bir şeye şahit olmayan bir şahide” dönüşen Arap Birliği’nin durumunu düzeltmenim ilk adımı olmasından endişeleniyorlar. Ne var ki bazı Arap ülkeleri –denildiği gibi- sürüden ayrı kalmakta ısrar ediyor. Tabii ki bu sözlerle açık ve net bir şekilde Katar’ı kastediyoruz. Katar, Müslüman Kardeşler, Türkiye (Osmanlı) ve İran’ı (Fars) içeren sisteminin bir parçası haline geldi ve bu, Arap dünyasının ele alması gereken bir konudur.
Iraklıların ve Suriyeliler başta olmak üzere Arapların çoğu; Şehinşah ve ardından Hamaney ve Humeyni İranı’nın Arapların yoğun olduğu Ahvaz bölgesi, Atatürk Türkiyesi’nin de 3 Mart 1929’dan beri Suriye’nin İskenderun sancağı üzerindeki hakimiyetine karşı bir ölüm sessizliği içinde bulunuyorlar. Şimdi, Arap-Arap ilişkilerinin yanı sıra Arapların yakın ve uzak diğer ülkelerle ilişkilerinin de yeni bir format kazanması gerekiyor. Bu kötü koşullar kesinlikle kabul edilemez. Arap Birliği'nin de bu kabul edilemez haliyle oynaması gereken rolü oynayamayacağı kesindir. Dolayısıyla, Suudi Arabistan-Irak ilişkilerinde atılan bu adım gerçekten gelecek vaat etmekte ve Arap dünyasının durumunu eski haline getirmenin başlangıcını teşkil etmektedir. Bu sefil ve trajik durumdan kurtulmalıyız çünkü bu durum devam ettikçe İran, Türk ve ayrıca İsrail yayılması sürekli ve sonsuza kadar kalıcı olacaktır. Şanlı bir tarihe ama ümitsiz ve utanç verici bugüne sahip olan ülkeler ve halklar olarak Araplar, ne bir mesaj sahibi olacak ne de arzu edilen ulusal birliklerine ulaşabileceklerdir.
Bu iki ülkenin, yani aslında birbirlerine rakip olan İran ve Türkiye’nin Rusya’nın da katılımıyla bölgede durumu kontrol etmek için bir ittifak teşkil ettikleri biliniyor. İttifakın fiili ve gerçek amacı, şimdi olduğu gibi Irak, Suriye ve Libya’da nüfuz, çıkar elde etmektir. Erdoğan, Osmanlı Devleti’nin varisi, Doğu Akdeniz ve onunla Libya’nın bir kısmı Türkiye’ye bağlıymış gibi davranmaya başladı. Humeyni ve Hamaney İranı, bilhassa Mustafa el-Kazimi’nin başında olduğu mevcut vatansever ve milliyetçi hükümet kurulmadan önce silahlı milis grupları aracılığıyla Irak devletini ortadan kaldırıp Irak’a el koyma girişiminde bulunmuştu. Mustafa Kazimi şu an birçok sorunla yüzleşiyor ama Suudi Arabistan başta olmak üzere ülkesinin ait olduğu Arap dünyasına açılarak bunların üstünden gelmeye çalışıyor.
Suudi Arabistan, komşu Irak’a açılarak atmış olduğu bu hayırlı adımı, onunla şimdiye kadar devam eden (ve kesinlikle sonsuza kadar devam edecek) tarihi bağlantıları nedeniyle atmıştır. İran kardeş, büyük, ekonomik, askeri ve kültürel açıdan güçlü bu iki devlet arasındaki yakınlaşmaya şüphesiz sessiz kalmayacaktır. Buna kesinlikle direnecektir. Iraklı taraftarlarını ve kendisine bağlı bazı küçük Arap ülkeleri, Yemen’deki Husileri, Lübnanlı Hizbullah’ı, yakın ve uzak bazı ülkelerdeki mezhepçi milis güçlerini devreye sokacaktır.
Suudi Arabistan’ın attığı ve büyük vatansever Mustafa Kazimi’nin başbakanı olduğu vatansever Irak hükümetinin karşılıksız bırakmadığı bu hayırlı adımın, İran’ın pek çok engeliyle karşılaşacağına şüphe yok. İran, 2003 yılından itibaren bu büyük ve stratejik Arap ülkesine sızmayı, karar mekanizmalarını ele geçirmeyi başardı. Aynı şey Suriye ve tabii ki Lübnan ile belirli sınırlar içinde Yemen için de geçerli. İki kardeş ülkenin attığı bu adım, büyük olasılıkla hatta mutlaka engelleme girişimleri ile karşılaşacak ama bunların hepsi başarısız olacaktır. Ne yazık ki bu girişimler, İran ve Erdoğan Türkiyesi ile sınırlı değil. Sembol isimleri Tahran-İstanbul-Doha arasında gidip gelen Müslüman Kardeşler cüppesine bürünmüş, ittifaka ve başkalarına bağlı Arap ülkeleri de buna dahildir. Ancak bu ittifakın bütün girişimleri şu ayeti kerimedeki gibi başarısızlığa ve yok olmaya mahkumdur; “Köpük ve çerçöpe gelince, akar gider yok olur. İnsanlara yarar sağlayan şeylere gelince, su ve madenler gibi dipte kalır. İşte Allah örnekleri böyle açıklar.”