Bülent Şahin Erdeğer
TT

İlk Dönem İslam Tarihi: Ana hatlar dışında muğlak detaylar

İslam tarihi ya da daha doğru tabirle Müslümanların tarihi, Müslümanların bilinçaltını oluşturan zemindir. Kur’an merkezli bir epistemolojiye sahip olması gereken Müslümanlar maalesef Hz. Muhammed’in vefatının ardından 4 Halife döneminde yaşanan iç savaşlar ve sonrasında oluşan yeni müesses nizam (saltanat) sebebiyle siyasi/itikadi mezheplere bölünmüşlerdir. Bu ekollerin oluşumunda ise tarihi olaylar ve o olaylardaki siyasi cepheleşmeler belirleyici olmuştur. Bu sebeple Müslümanlar tarih üzerinden dini anlayışlarını belirlemiş ve meşruiyet zeminine oturtmaya çalışmışlardır. 

Peki bu “kutsal tarih” ne derece kesindir? 
Bundan dolayı bu zemindeki problemleri çözme sorumluluğu bütün Müslümanlar için gereklilik arz etmektedir. İslam tarihine ve hadise bakış Kur'an'a ve İslam'a bakışı şekillendirdiğinden bu tarihsel zemini tetkik etmek bidat ve hurafelerden arındırmak günümüz ilim ehlinin üzerindeki en önemli borçtur. İlim ehli demek eskinin mirasının üzerinde oturup, sadece geçmişi tekrarlayan, bu geçmişe ilim adına hiçbir katkıda bulunmayan bir “mirasyedilik” demek değildir.
Öncelikle şunu metodolojik olarak belirtelim. Hadis metodolojisi raviden söze/metne ve metinden kitaba doğru ilerler. Yani raviler sözü aktarırlar o metinleşir, metin sonra kitaba girer. (O sürecin de kendi içerisinde uzunca tartışılan problemleri olsa da kendi içerisinde tutarlı ve sistematiktir.) Ama Müslümanların Tarihi bunun tam tersidir. Tarihçi yazar önce bilgiyi yazar sonra ravisi meçhul rivayetleri tek bir anlatıcıdan toplar kitabına yazar. Aradaki boşlukları da kendisi kurgulayıp anlatıya doldurma yapar. İbn-i İshaq da Taberi de İbni Esir de böyledir. Özellikle Taberi ve İbni İshaq'ın aldığı bir kaç anlatıcı kaynak var tabi onlar da ravisiz kendi kurguları -boşluk doldurmaları- ile aktarıyorlar. O kaynakların bazıları tam profesyonel yalancılar. Olmayan şehirleri, kişileri vs. kurgulamışlar. Bunların başında Seyf b. Ömer geliyor.
Öte yandan İbn-i İshak boşlukları doldurmak için abartılı Yahudi anlatıcıları esas almıştır. Bu da İslam tarihinin abartılı kurgusal şişmelere yol açmış.  Bu durum da ilk siyer ve tarih kitabının yazarı İbn-i İshak’ın neden Medine Kadısı/Baş yargıcı İmam Malik tarafından “fitneci bir deccal” (bilgileri çarpıtan, provokatör, insanları yanıltarak saptıran) olarak tanımlandığını ve başkent Medine’ye giriş yasağı konduğunu da açıklar.
Özellikle Müslümanların tarihinde Yahudilerle ilgili spekülatif haberleri Yahudilerden almak ise baştan abartılı ve ajitatif propagandayı satın almak demek. Tarihteki yahudi, zındık, şii, devlet manüpilasyonlarını tespit etme açısından son dönemde bir dizi araştırma yapılmıştır.

Tarihi din edinmek dini tarihselleştirmek
O yüzden Müslümanların tarihinin sadece ana hatlarını esas almak ama detaylara hep büyüteçle bakmak gerekiyor. Mutlak hakikatmiş gibi baştan kabul etmemek ya da baştan tümden yalan görmemek gerekiyor. Günümüz itibariyle ana muhalefet Şiilik tarihi olaylar üzerinden itikad oluşturmuş kendisini tarihsel çatışma üzerinden var etmiş durumda. Ona karşı ana akım Müslümanlık Sünnilik de yine tarih içerisinden bir resmi tarih ve resmi itikad inşa etmiş durumda. Bu maddeler ana hatlarıyla Peygamber tasavvuru ve sünnet algısına, Kur’an tasavvuru ve akaid, kelam ve fıkha kadar pek çok ilim dalına etki etmekte. Ana tarihin mayınlı tarlaları şu maddeler genel olarak:

  1. Siyer konuları (571-632)
  2. İlk Halife Seçimi (10/632)
  3. Ridde Savaşları (10-13/632-633)
  4. Fetihler (10-40/632-661)
  5. Hz. Osman’ın dönemi iç karışıklılar- Halifenin öldürülmesi (650-656)
  6. Cemel Savaşı (36/656)
  7. Sıffın Savaşı (37/657)
  8. Tahkim/Hakem olayı (37/657)
  9. Nehrevan-Nuhayle savaşları  (38/658)
  10. Kerbela olayı (61/680)
  11. Harre olayı (63/683)
  12. Abdullah b. Zubeyr’in yenilmesi (73/692)

Müslüman Tarih kitaplarının siyer - megazi ve 4 halife dönemine dair verileri edindikleri 3 yazar vardır. Irak tarih ekolünün üç önemli temsilcisi:

  1. Seyf bin Ömer
  2. Avâne b. Hakem
  3. Ebû Mihnef

Şimdi yorum katmadan İslam Ansiklopedisi'nden bu zatları anlatan maddelerinden okuyalım:

1. SEYF BİN ÖMER
“Seyf (diğerleri Avâne b. Hakem ve Ebû Mihnef) ridde hadiseleri, fetihler, iç karışıklıklar ve Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle Cemel Vak‘ası’nın sonuna kadar Hulefâ-yi Râşidîn döneminin en önemli olaylarıyla ilgili haberleri aktaran önemli bir tarihçidir. Muhaddislerle cerh ve ta‘dîl âlimleri, ilk tarihçilerden Vâkıdî’ye benzettikleri Seyf’i de ağır biçimde eleştirmişler, onu hadis alanında zayıflık, yalancılık ve uydurmacılıkla itham ederek rivayetlerinin büyük çoğunluğuna itibar edilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir (İbn Ebû Hâtim, II, 278; Zehebî, II, 255-256; İbn Hacer, Tehẕîb, IV, 295-296)
Taberî’nin, eserini yazarken Seyf’in iki kitabından aldığı rivayetlere çok geniş bir yer vermesi, onun rivayetlerini Ebû Mihnef, Medâinî, İbn İshak ve Vâkıdî’nin rivayetlerine tercih ederek Hulefâ-yi Râşidîn dönemi tarihini büyük ölçüde onun rivayetlerine dayandırması Seyf b. Ömer’e büyük bir önem kazandırmıştır. Özellikle ilk fitne olayları ve Cemel Vak‘ası konularında Ebû Mihnef ve Vâkıdî rivayetleriyle Seyf’in rivayetleri arasındaki ciddi farklılık bu önemi daha da arttırmıştır.
Suriye fetihleriyle ilgili olarak Michael Jan de Goeje, onu izleyen Julius Wellhausen ve Leone Caetani, Seyf’in özellikle fetihlerin tarihini diğer râvilerden birkaç yıl önce gösteren rivayetleri nakletmesini eleştirmişler ve onun haberlerine güvenilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir.
Diğer taraftan Seyf b. Ömer’in hem tenkit edildiği hem de meşhur olduğu bir başka rivayetler silsilesi de İslâm dünyasında ilk fitnenin ve Şiîliğin ortaya çıkışında önemli bir rol oynadığı ileri sürülen Abdullah b. Sebe ve Sebeiyye hakkındaki haberleridir. Abdullah b. Sebe’nin bu olaylarla alâkası hakkındaki bilgilerin tek kaynağı olan ve yine Taberî tarihinde yer alan bu haberlerde Seyf b. Ömer, Hz. Osman’a karşı gerçekleştirilen isyan ve Cemel Vak‘ası’nın baş aktörü olarak bir yahudi dönmesi olan Abdullah b. Sebe ve arkadaşlarını göstermektedir. Bazı araştırmacılar, zayıf ve metrûk bir râvi olan Seyf’in kendi içinde de tutarsız olan bu haberleri, kaynaklarda adı hiç geçmeyen Yezîd el-Faka’sî gibi râvilerin ağzından uydurduğunu ileri sürmüşlerdir (Korkmaz, s. 12-15; DİA, I, 133-134).
İşte bu bilinçle yola çıktığımızdan bu yana İslam tarihinin ve hadis ilminin sorunlu bir alanı olan fitne dönemi olaylarında başrolü olduğu ifade edilen “İbn-i Sebe” isimli şahsiyetin aslında kurgusal/hayali bir malzeme olduğu tespit edilmişti. Muasır Irak'lı tarihçilerden Seyyid Murtaza el-Askerî'nin “İbn-i Sebe Efsanesi” isimli çalışması bu konuda yapılmış en önemli araştırma niteliğindedir. “Esatiru İbn-i Seb'e” Askerî'nin bu çalışması Seyf Bin Ömer isimli bir tarihçinin İslam tarihine ve hadis literatürüne kasıtlı olarak uydurma bilgiler soktuğunu kanıtlamaktadır. Seyf  b. Ömer'in profesyonel bir senarist, kurnaz bir yalancı olduğunu uydurduğu rivayetler göstermektedir.  Askerî'nin de ifade ettiği gibi maalesef mezhebi tartışmalarda üstün gelme kaygısıyla Taberî gibi kimi İslam tarihçileri Seyf'in kurgularını tahkik etmeden kitaplarına almışlardır.
Askerî Seyf'in İslam tarihini tahrifinde sadece İbn-i Seb'e isimli hayali şahsiyetle sınırlı kalmadığını da ifade etmektedir. Seyyid Murtaza el-Askerî “İbn-i Seb'e Efsanesi” isimli çalışmasının devamı olarak kaleme aldığı “Hamsûn ve Mie Sahâbiy Muhtelaq” (Yüz elli Uydurma Sahabi) isimli iki ciltlik çalışmasında (Daru'z Zehra, 6. Baskı, Beyrut 2006) Seyf b. Ömer'in yaşadığı ortamı incelemekte ve İslam'ı tahrif etmek için organizeli bir faaliyet yürüten Zındıklarla olan ilişkilerini araştırmaktadır.  El-Askerî, başta Irak ve Suriye'nin fethi olmak üzere İran'a yapılan İslam akınlarında, başta Kumandan Halid b. Velid olmak üzere sahabileri Seyf b. Ömer’in vahşi ve katliamcı olarak gösterdiğine dikkat çekmektedir. Yazar bu girişinden sonra Seyf b. Ömer'in rivayetlerinde isnat olarak dayandırdığı 150 sahabi'nin aslında hiç yaşamadığını ve Seyf'in uydurduğu kişiler olduğunu iddia etmektedir.
İlk planda Şii bir yazarın Sünniliğe karşı geliştirdiği yeni bir polemik olarak değerlendirilebilecek olan bu iddialar ve eleştiriler daha yakından incelendiğinde aslında Şii bir müellif, Şiilerin sahabeye yönelttiği bazı eleştirileri de geçersiz kılmaktadır. Bu açıdan Askeri, İslam tarihinin hakkıyla anlaşılmasına hizmet eden sorumlu bir tarihçilik örneği göstermektedir. Bilindiği üzere kimi şii kitaplarda Halid b. Velid hakkında ve Hz. Ebu Bekir (r) ve Hz. Ömer (r) dönemlerindeki fetihler hakkında zulüm yapıldığına dair iddialar bizzat Taberi'den delillendirilerek ifade edilmektedir.  Oysa el-Askerî'nin çalışması göstermektedir ki bu iddialar İbn-i Sebe'yi de uyduran Seyf'in kurgularından ibarettir. Bu ayrıntıdan konuya dönecek olursak İslam tarihçiliği ve hadis ilmi açısından önemli olan bu konu, “sahabe” tanımı ve sahabenin bir meşrulaştırma aracı olması açısından önemlidir. Sahabe kavramının hakkıyla tanımlanması Resulullah’ın dizi dibinde yetişmiş seçkin yoldaşlarıyla bu derece yakınlıktan pay alamamış kişilere aynı derecede otorite verilmesine son vermiş olacaktır. Bu konunun mezhebi kaygı ve taassuplardan bağımsız şekilde araştırılması bir zorunluluktur.
İslam tarihini mezheplerin resmi tarihleri değil de Müslümanların gerçek birikimi olarak göreceksek o zaman her türlü resmi tarih kurgusundan kurtulmamız gerekecek.
Resmi Sünni tarihçiliğinin başucu kaynaklarından olan Seyf b. Ömer'in önemi şurada yatıyor ki:

  • Toplamı 150  “muhadram” ve “sahâbî”yi uydurmuştur. (Allah’ın Rasûlü (s) döneminde müslüman olan, fakat Resulullah ile görüşmemiş kişilere muhadram denir.)
  • Sayısı belirsiz köy, kasaba vb. yerleşim birimleri icat etmiştir.
  • Bazı olayların tarihini değiştirmiştir.
  • “Ridde Savaşları” ile ilgili anlatımların yüzde 90’ı ona aittir.
  • Sahabeyi parmağında oynatarak tüm fitnelerin tek sorumlusu olarak gösterilen Yahudi “Abdullah b. Sebe” kurgusunun senaristi Seyftir.
  • Emevîlerin işledikleri gayriislami amelleri meşrulaştırmak için rivayetler üretmiştir.
  • Mâlik b. Nuveyra ile Ebû Zerr el-Ğıfârî (r) gibi Emevi muhalifi sahabilere olumsuz davranışlar isnat eden rivayetler de Seyf'ten gelmektedir.

Bu konuda zikrettiğimiz müellifin “İbn-i Sebe Efsanesi” isimli kitabıyla devamı niteliğindeki “Hamsûn ve Mie Sahâbiy Muhtelaq” isimli çalışmasının 1969'da kaleme alındığını ve 6 baskı yaptığını gözönüne alırsak,  bu tarihten bu yana bu teze herhangi bir anti tez kaleme alınmadığını da göz önüne alırsak tarihçilik ve ilim adamlığı açısından birikimimize bir katkı niteliğinde olan bu araştırmaların doğruluğuna kani olmamız gerekecektir.  Benzeri özgün, mirasyedi olmayan çalışmaların çoğalması ve dilimize aktarılması umarım.

2. AVÂNE B. HAKEM
Yine Diyanet İslam Ansiklopedisi'nden okuyalım:
“Avâne b. Hakem’in kaynaklarda zikredilen, ancak günümüze ulaşmayan iki eseri vardır:
1. Kitâbü’t-Târîḫ. Hicrî I. yüzyılda meydana gelen olaylara ayrılan eser, yapılan nakiller dikkate alınırsa, dört halife dönemini, irtidad hareketleri, fetihler, Hz. Ali-Muâviye mücadelesi, Hz. Hasan’ın halifelikten feragat etmesi ve Abdülmelik b. Mervân devri sonuna kadar Irak ve Suriye’de vuku bulan olayları ihtiva etmektedir.
2. Sîretü Muʿâviye ve Benî Ümeyye. İslâm dünyasında bir halife ve hânedan hakkında kaleme alınmış ilk kitap olması bakımından ayrı bir önemi vardır.
Olayları anlatırken çok defa Emevîler lehindeki Suriye kaynaklı rivayetlere ağırlık verdiği görülmektedir. Bu yüzden Emevî taraftarı olmak ve onların lehinde haber uydurmakla itham edilmiştir. Bununla beraber ondan yapılan nakillerde zaman zaman Emevî aleyhtarı Irak ve Medine menşeli rivayetlere de rastlanmaktadır.
Avâne b. el-Hakem hakkında ise İbn Hacer, "Osmanî olduğu ve Emeviler lehine haberler uydurduğu” bilgisini verir.

3. EBU MİHNEF
Son olarak Ebu Mihnef'e bakalım. DİA'dan yine:
Ebû Mihnef, Câbir el-Cu‘fî, Mücâlid b. Saîd, Sak‘ab b. Züheyr ve bazı meçhul râvilerden hadis almış, kendisinden de Abdurrahman b. Mağrâ ve Ali b. Muhammed el-Medâinî rivayette bulunmuşlardır. Cerh ve ta‘dîl âlimleri onun hakkında “leyse bi-me’mûn” (güvenilir değil), “metrûku’l-hadîs” (hadisi kabul edilmez) gibi hükümler vererek rivayet ettiği hadisleri kesinlikle reddederler. İbn Adî, Ebû Mihnef’in aşırı bir Şiî olduğunu söyler ve rivayetlerinin hiçbir senede dayanmadığını belirtir. Zehebî kendisinden “Râfizî” diye söz ederek onu Seyf b. Ömer, Abdullah b. Ayyâş ve Avâne b. Hakem ile aynı seviyede kabul eder.
Ebû Mihnef’in ridde savaşları, Suriye ve Irak’ın fethi, Cemel, Sıffîn ve Hâricîler gibi konular başta olmak üzere hicretin ilk asrındaki muhtelif hadiselere dair otuz üç kitap veya risâle kaleme aldığı ileri sürülmektedir. Bir kısmı ona nisbet edilen veya sonradan yapılan ilâvelerle tahrife uğrayan bu eserlerde çoğu kendi yaşadığı döneme ait olmak üzere Hâricîler’in ve Şiîler’in isyanlarına yer verilmiştir. Onun bâriz vasfı, eserlerine İslâmiyet’in ilk devrine ait olaylarla değil fetihlerle başlamış olması ve esas olarak Sıffîn Savaşı’ndan itibaren içinde yaşadığı dönem hakkında bilgi vermesidir. Taberî, hicrî 132 (749-50) yılına kadar cereyan eden olayları onun eserlerinden almıştır.
Gelenekçi çizgideki Ebubekir Sifil’in Hakem olayına dair kaleme aldığı "Sahâbeye Saygının Aşınması Ya Da Hakem Olayı’nın Aslı" başlıklı makalesinden (Rıhle Dergisi / Sayı-1) makalesinden okuyalım bu 3 kritik şahsı:
“Ezcümle Ebû Mihnef Lut b. Yahya hakkında Ebû Hatim "Metrûku'l-hadis'tir" (hadisleri terk edilmiştir)(İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve’t-Ta’dil. VII. 182.)
ed-Dârekutnî "Zayıftır"(ed-Dârekutnî. ed-Du'afâ.146.) ve İbn Maîn "Sika (güvenilir) değildir" ve "Bir şey değildir" demişlerdir. (ez-Zehebî. Mîzânul-İtidal. 3/419-420, İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân. IV. 492.)
İbn Adiyy bu zatın biyografisini verirken İbn Maîn'in yukarıda zikrettiğimiz ifadelerini aktardıktan sonra şunları söyler: "Onun hakkındaki bu tesbitte (diğer) imamlar da İbn Maîn ile muvafakat halindedir. (...) Bu zat fanatik bir şiidir...." (İbn Adiyy. el-Kâmil. VI. 93.)
İbn Adiyy'in burada kullandığı –ve bizim "fanatik" olarak çevirdiğimiz— ifadenin orijinali "yandı, helak oldu" anlamındaki ‘’حرق’’ kökünden " محترق’’ (muhterık) dır. Rical/Cerh-Ta'dil kitapları bu ifadeyi, itikadı görüşlerinde aşırıya kaçan, mensubu olduğu bid'at mezhebin ateşli bir şekilde savunuculuğunu yapan kimseler, özellikle de Rafıziler hakkında kullanır.
Dolayısıyla İbn Adiyy'in Ebû Mıhnef hakkında bu ifadeyi kullanması son derece anlamlıdır. Bilindiği gibi Hadis otoriteleri, bid'ati küfre varmadıkça, yahut bid'atinin propagandasını yapmadıkça şahsında güvenilir ve doğru sözlü olan bid'at ehlinin rivayetlerini kabulden imtina etmemişlerdir. Böyleyken Ebû Mihnet hakkında herhangi bir ta'dil ifadesi göremeyişimiz şaşırtıcı değildir.
Hafız ez-Zehebî güvenilirlik noktasında bu zatın, Seyf b. Ömer, Abdullah b. Ayyaş ve Avâne b. el-Hakem'in dengi olduğunu söyler ki (ez-Zehebî. Siyeru Alâmi'n-Nübelâ. VII. 302.) yine ez-Zehebî tarafından Mîzânu'l-İ'tidâl'de mezkûr zevattan ilk ikisi hakkında şu bilgilerin nakledildiğini görüyoruz: Seyf b. Ömer: Zayıftır. Beş para etmez. Bir şey değildir. Terk edilmiştir. Zındıklıkla itham edilmiştir. Hadislerinin tamamı münkerdir.(ez-Zehebî Mizânü’l-İ’tidâl II. 255)
Abdullah b. Ayyaş: Ahbarîdir, saduktur. (A.g.e. VII. 470 Burada geçen "sadûk’’ tabiri, ez-Zehebî tarafından "cerh" ifadesi olarak kullanılmıştır. Mîzânu'l-İ'tidâl'in başında (I. 4) ez-Zehebî, cerh-ta'dil lafızlarını mertebeler halinde zikrederken cerh tabirlerinin sonlarında 'sadûktur. Ancak bıd'atçıdır" ifadesini de zikreder ki. Abdullah b. Ayyaş hakkında da cerh maksatlı kullanıldığı açıktır.)
Avâne b. el-Hakem hakkında ise İbn Hacer, "Osmanî olduğu ve Emeviler lehine haberler uydurduğu bilgisini verir. (İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân. IV. 386.)
Şu halde, ez-Zehebî tarafından bu zatlarla aynı kefeye konan Ebû Mıhnefin, haberlerine güvenilmez birisi olduğu açıktır ve Hakem olayı da başka ve "güvenilir" bir ravi tarafından aktarılmadıkça şüpheyle karşılanmak durumundadır.

Sonuç yerine
Velhasılı kelam, Müslümanların tarihine yaklaşırken her aktarılanı peşinen kabul edip bunun üzerinden bir tarih eleştirisi getirmek eleştireni boşa düşürebilir. Daha da kötüsü bazı kimselerin bu aktarımlar üzerinen İslam’ı eleştirmeleri, Resulullah’ı ve sahabesini eleştirmeleridir ki bud aha da vahim bir hatadır.
Bir başka sorun da tersinden karşımıza çıkar. Tarihi Din edinme hastalığıdır bu. Kur’an ile çerçevelenmiş bir epistemolojisi olmayan bir teoriye tarihten, subjektif teorileri ek yapmak İlim ile zannın karışmasına yol açmaktadır. Zanni tarihi aktarımları kritize etmeden mutlak hakikatlermiş gibi kabullenmek bir de üstüne bunların üzerine itikad bina etmek en ufak sarsıntıda yıkılacak çürük bina inşa etmek gibidir. Şiiliğin tarihi olaylar üzerinden dini anlayışını şekillendirmesi ya da Onun teopolitik muhalefetine karşı savunma-reddiye-cevap geliştirmek için itikadi ilkeler, görüşler bina eden Sünniliğin de tarihi olaylar üzerinden kimi inançlarını şekillendirmesi bu açıdan sorunludur.
Mevzu uzun. Devamını bir başka çalışmaya bırakalım. Kalın sağlıcakla…