Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Dini lider rejiminin sembollerinin düşüşü

İran'daki teokratik rejim on yıllardır bölge ve dünya ülkelerinin iç işlerine müdahale etmeyi ve sınırlarını ihlal etmeyi alışkanlık haline getirdi. Uçak kaçırmalar, yıkıcı eylemler ve diğer ülkelerin egemenliğini ihlal etmeler gibi olaylar sahnesinin önde gelen şiddet aktörü oldu. Bölge, bu faşist rejim nedeniyle dünyanın en büyük savaş alanına dönüştü.
Uzun zamandır barışçıl bölge ülkeleri, paraları, askerleri ve siyasi ağırlıklarıyla Arap bölgesine hükmetme hayali kuran bu kötü rejimin kötülüklerini durdurmaya çalışıyorlar. Arap bölgesine hükmetmek amacını ve kontrol etmek istediği ülkelerdeki acımasız saldırılarını finanse etmek için ihtiyacı olan parayı temin etmek için bu rejim, uyuşturucu kaçakçılığından, fuhuş ve insan kaçakçılığına kadar dünya çapında kirli işler yürüten bir mafyaya dönüştü. İran'ın bölgedeki olayları ve kendisine direnemeyen ülkelerin kaderini şekillendirmedeki etkisini küçümsemek zordur. Bu güç, 2003'te Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra daha belirgin hale geldi. Çünkü İran için ana geçiş kapısı ve finansman merkezi olan Irak, Washington’un o dönemde bölge gerçeklerini okuma, krizi yönetme, yönetimi Iraklılara devretme ve yeni Irak’ı yeni koşullarıyla ele almaktaki başarısızlığından sonra ihlallere açık bir arenaya dönüştü.
O dönemde İran, kartondan yapılmış bir kaplan değil, kükreyen ve dişleriyle parçalayan vahşi bir kaplandı. 2003’ten sonra Irak, el-Kaide ile İran tarafından desteklenen milis güçler arasındaki çatışmaların kurbanlarının kanında boğuldu. Bu ikisi aynı hedefte birleşti ve Irak’ın bugünkü durumuna ulaşması için her biri diğerine yardım etti. Sonra sıra Suriye, Yemen, Bahreyn ve İran’ın tüm sömürgeleri arasında en kötü durumda olan Lübnan’a geldi. Uluslararası toplum bu vahşeti durdurmak için geç de olsa adımlar atmaya çalışsa da, kararsız ve tereddütlüydü, çünkü uluslararası hukuk sistemi mekanizması, İran’ın çılgınca ilerleyişine, rejiminin nükleer bomba elde etmek için zamanla yarışmasına ayak uyduramayacak kadar yavaş ve karmaşıktı.
Rüzgarı Tahran'ın tersine döndüren büyük dönüm noktası, ABD Başkanı Donald Trump'ın nükleer anlaşmayı yırtıp atması oldu. Bu adımın önemi, Trump döneminin en başında atılmasında yatıyordu ve rejimi kötü yılların beklediği anlamına geliyordu. Nitekim öyle oldu. Trump döneminde İran’a uygulanan ekonomik yaptırımlar, özellikle de enerji ve petrol ihracatıyla ilgili olanlar benzeri görülmemiş bir boyuta ulaştılar. Yaptırımların etkisi, İran’ın hedef aldığı ülkelerdeki silahlı faaliyetlerinin azalmasıyla belirgin bir şekilde görülse de, en kötüsü, tüm dünyanın tanık olduğu İran’ın kendi içinde yaşadıklarıydı. İran sokağının rejim ve sembollerini reddetmesi, yakılan dini merkezler, havzaların Mollaların doğum yeri ve dayanak noktası olduğunun kanıtıydı. Trump yönetimi bununla yetinmedi, Kasım Süleymani suikastı ile rejimin saygınlığını ve itibarını sarsan en önemli operasyona imza attı. Süleymani, sadece zeki bir asker, mükemmel bir planlamacı ve grubuna ilham veren birisi değildi, aynı zamanda dini lider vasfının taşıdığı tüm güç, kontrol, etki ve prestij ile Irak ve Suriye’nin dini lideriydi. Alternatifler olsa da Dini Lider Hamaney, özellikle Süleymani’ye neredeyse mutlak yetki vermişti. Bu nedenle, İran rejimi yurtdışındaki birinci adamını kaybettiğinde büyük bir maddi ve manevi gerileme yaşadığını hissetti. İran buna, nükleer ve balistik füze geliştirme programlarında gözlemlenen ihlaller ile karşılık verdi. Bu, kendisine karşı yürütülen savaşa bir başka silahın dahil edilmesine yol açtı; önemli nükleer bilimcileri hedef alındı. Alanları ne olursa olsun silah uzmanlarını tasfiye etmek, karşı tarafın canını acıtmak için kullanılan eski bir silahtır. Dolaysıyla İsrail’in son olarak İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’ye düzenlediği suikast da bir ilk değildir. Aksine Süleymani suikastı arkasındaki nedenler Fahrizade için de geçerlidir. Çünkü o da, rejimin sembol isimlerinden ve İran’ın tüm dünyaya karşı yürüttüğü faaliyetlerin manevi babasıdır. İran dünyanın farklı ülkelerindeki düşmanca faaliyetleriyle bilinse de bu, elde ettiği başarıların hala geçerli olduğu anlamına gelmez. Geçtiğimiz yıllarda İran istihbarat servisleri büyük başarısızlıklar da yaşadı. Örneğin, Suudi Arabistan’ın ABD büyükelçisi olarak görev yaptığı sırada Washington'da Adil el-Cubeyr’e karşı düzenlenen suikast girişiminin başarısız olması, planın ve ayrıntılarının ortaya çıkması gibi. İran istihbaratı ayrıca, 2018 yılında İranlı muhaliflerin (Halkın Mücahitleri) Paris’te düzenleyeceği konferansını sabote etmek için uzun zamandır planladığı terör eylemini gerçekleştirmekte de başarısız oldu.
Acımasız kaplan, aldığı yaralarla inleyen bir kaplana mı dönüştü? Bu açık ve net bir şekilde görülüyor. Fahrizade suikastı sadece Devrim Muhafızları istihbaratının sembollerini koruyamadığını gösterdiği için onu zor durumda bırakmadı. Öldürüş şekli onun için daha da utanç vericiydi. Zira gelen bilgilere göre, suikast timi Fahrizade’nin aracını geçişi sırasında uzaktan kumandalı bir patlayıcı ile patlatmaya çalıştı, ancak aracı patlamadığı için suikast girişimi neredeyse başarısız olacaktı. Bunun üzerine suikast timi araca ateş açtı, daha sonra da Fahrizade’yi araçtan çıkarıp vurdu ve öldüğünden emin olduktan sonra dakikalar içinde ortadan kayboldu. Bu, Somali, Yemen veya Nijerya’da değil istihbarat servislerinin gücüyle övünen İran’da yaşandı. İran, Fahrizade gibi önemli bir bilim adamının yanı sıra kendi topraklarındaki saygınlığını ve heybetini de kaybetti.
Bu anda akla gelen soru şu; Mossad İran içlerine ne kadar sızdı? Kendisine ne kadar uyuyan hücre oluşturdu? Seçilmiş ABD Başkanı Joe Biden’ın, Obama gibi kendilerine karşı daha esnek olacağını umut eden İran Devrim Muhafızları’nın zafiyetinin gölgesinde, rejimin sembolleri sinekler gibi peş peşe avlanıyorlar. Umutsuzluk ve çaresizlikte bu aşamaya ulaşması, rejimin İran'daki tabanının çürümeye başladığına işaret ediyor. Lübnan, Yemen, Suriye ve Irak’taki milis kuvvetlerinin güçlü olmasının tek bir nedeni olduğunu gösteriyor. O da, Dini Liderin adamlarının kaplan olması değil, söz konusu ülkelerin güvenlik açısından zayıf olması.