Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Okulda felsefe

Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan Eğitim Bakanı'nın, felsefe ve eleştirel düşünceyi eğitime dahil etme niyetine ilişkin ifadelerine dikkat kesildim. Bakan Dr. Hamad Al Şeyh, Uluslararası Hoşgörü Günü’nde Ulusal Diyalog Merkezi'nde konuşma yaptı. Bakan düşünce ve hoşgörü özgürlüğüne olan inancı güçlendirmeyi, fanatizmi ortadan kaldırmayı ve öğrencilerin yaşamlarında eleştirel ve felsefi düşünmelerini sağlamayı amaçladıklarını söyledi. Krallık'taki kültürel durum göz önüne alındığında bu plan, modernite yönünde atılan oldukça geniş bir adımdır. Ayrıca Suudi toplumunun beklentilerine tam bir şekilde uymaktadır.
Aslında bu tüm Arap toplumlarına ve çevrelerindeki Müslümanlara bir çağrıdır. Geçtiğimiz yirmi yılda yaşanan tecrübeler, hoşgörüsüzlük ve fanatizm oranının yüksek olduğunu, barış kültürünün gerilediğini, ayrılık ve soğukluğun hayatın çeşitli alanlarına hakim olduğunu ve bu nedenle toplumlarımızın dini ve siyasi aşırılık için münbit bir alana dönüştüğünü gösterdi. Araplara ve Müslümanlara atfedilen şiddet ise dünya günlüklerinde sabit bir durum haline geldi.
Bakan ifade özgürlüğü ile eleştirel düşünmeyi hoşgörü ve taassubun reddedilmesiyle ilişkilendirerek iyi bir noktaya parmak bastı. Felsefe eğitimi ve eleştirel düşünce zorunlu olarak çok sayıda zihinsel seçimle uğraşmak, yani çeşitliliği ve kültürel çoğulculuğu kabul etmek anlamına gelir. Kanımca aşırılık, şiddet ve her türlü nefrete karşı en iyi silah budur. Aynı zamanda alçakgönüllülüğün ve kibirden kurtulmanın en geniş kapısıdır.
Eğer tedavi, söylendiği üzere parmağın yaraya konulması şartına bağlıysa, Arapların ve Müslümanların kültürünün çok kültürlülük ilkesine dayanmadığı ve fikir farklılıklarını dikkate almadığı söylenmelidir. Bunun Araplara ve Müslümanlara mahsus olduğunu söylemek doğru değildir. Bu olgu, baştan sona tüm dünya tarihine damgasını vurmuştur ve bu hususta milletler arasında herhangi bir fark yoktur. Bununla birlikte Allah, son üç yüzyılda Avrupa'yı ‘çeşitlilik ilkesinin yaygınlaşması, inanç ve ifade özgürlüğüne saygı’ ile nimetlendirmiştir. Bu onları bilim, sanat, edebiyat ve hayatın her alanında büyük bir rönesansa götüren bir gelişmedir. Bize gelince, işler tam tersi yönde seyretti.
İslami dini metninin fikirlere saygı duymayı, düşünmeyi teşvik ettiğini ve dini teklifi özgürlük ve tercihle ilişkilendirdiğini biliyorum. Ayrıca dini ve nassı fıkıh kafesine hapsetmenin, onları daralttığının ve sanki yasaklarla doluymuş gibi gösterdiğini de biliyorum. Bu nedenle eğitime felsefe ve eleştirel düşüncenin eklenmesinin özelde şeri ilimlerin akademisyenleri ve genel olarak kültür ve tebliğ alanındaki aktivistler için bir uyarı olmasını umuyorum. Bu uyarı, insanların ayet ve hadis içeren her sözü, selefe nispet edilen her hikayeyi ya da dini bir kılıfla anlatılan her kıssayı kabul ettikleri zamanın geride kaldığını gösteriyor.
Gelecek nesil, İslami hükümlerin akli temelleri üzerinde daha talepkar olacak ve geçmişte olanlarla daha az ilgilenecektir. Normal olan da budur. Çünkü tarih başka türlü olamaz. Bu, bir ya da birkaç yıl gecikse bile gerçekleşecektir. Ey basiret sahipleri, ibret alın!