Sam Mensa
TT

İran’a karşı kararlılık ve değişkenlik

Bir tarafta İran diğer tarafta ABD ve İsrail arasında zaman zaman ilan edilen, bazen de gizlenen savaş yakınlaşması, bölgede bazıları gerçekleşmiş ve bazıları da beklenen üç siyasi gerçekliği hesaba katmayı gerektiriyor;

  • İsrail’in İran’ın nükleer silah edinmesini engelleme kararlılığı
  • ABD başkanı seçilen Joe Biden’ın nükleer anlaşmaya geri dönme arzusu
  • İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında devam eden normalleşme süreçleri

İran, yaklaşık 1 yıl önce Kasım Süleymani’ye düzenlenen suikasttan ve İran içerisinde meydana gelen patlamalardan İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’nin Tahran yakınlarında nitel bir saldırıda ölümüne kadar art arda maruz kaldığı darbelere karşı sabır gösterdi. İranlı yetkililer, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin son yılında gerçekleşen bu saldırıların, bu yönetimin ve İsrail’in, ‘Trump’ın kaybetmesi durumunda nükleer programa en büyük zararı verme ve nükleer anlaşmaya geri dönüşü imkansız değilse de en zor hale getirme’ çabalarından kaynaklandığının farkında. İran rejiminin sakinliği ve aşağılanmaya tahammül etme kabiliyeti, Avrupa’nın nükleer anlaşmaya verdiği önceliğin ve Washington’un İran’a uygulanan BM silah ambargosunu uzatma başarısızlığının yanı sıra, yalnızca Biden hükümetinin getirmesi beklenen yeni gelişmelerle açıklanabilir. Bu nedenle Tahran’ın, Washington’a, kendisine karşı yeni bir uluslararası koalisyon arayışına girmesi için herhangi bir bahane sunmamaya dikkat ettiğine tanık oluyoruz.
Ancak İran’ın sabrı, vekilleri aracılığıyla bölgedeki iradesini hâlâ empoze ettiği için, sınırlarına çekilmek üzere olduğu anlamına gelmiyor.
Krizin derinleştiği Lübnan’da Hizbullah, kendisinin lehine ve aleyhine hesap yapan diğer siyasi güçlerin dağılması ortasında, siyasi koşulları ve iç dengeleri değiştirme yönünde güçlenmeye ve ağırlığını koymaya devam ediyor. Suriye’de ise İsrail’in İran tesislerine ve Tahran yandaşı milislere karşı saldırılarının yoğunlaşması, Rusya’nın ‘Suriye bataklığındaki kafa karışıklığını’ ve ‘İran’ın buradaki etkisini azaltmak ve sınırlarından 80 km mesafedeki milislerini uzaklaştırmak için İsrail'e verdiği sözleri yerine getiremediğini’ gösteriyor.
Ancak Irak’ta Mustafa el-Kazimi hükümetinin İran yanlısı milisleri dizginlemede kısmi başarılar elde etmiş olmasına rağmen bunlar, bize ‘İran’ın arzulamadığı şeylerin gerçekleştiğini’ söyleme hakkı vermeyen, kesin olmayan başarılardır. İran yanlısı güçlerin, zamanın kısalmasına ve Trump’ın son dönemindeki hesaplanamaz ve yıkıcı ABD tepkilerini tahmin etmeye boyun eğdiği doğru. Ancak Mukteda es-Sadr’ın muğlak hareketleri, İran’ı hedef alıyor gibi görünürken, İran destekli milislerse hala Yeşil Bölgeyi bombalıyor ve siyasi aktivistleri kaçırıp öldürüyor. Yemen’de ise Husilerin, ister Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde krize siyasi bir çözüme ulaşma uzlaşmazlığı açısından, isterse de Suudi Arabistan topraklarına balistik füzeler göndermesi açısından olsun İran’ın talimatlarını uygulamak için sürekli olarak tetikte olduğu görünüyor.
İran’ın sabrı, ‘ilk olarak İran rejiminin bu yaptırımların halk üzerindeki yansımalarına ve hayatlarının her alanında yaşadıkları acılara kayıtsız kalması, ikinci olarak faaliyet gösterdikleri ülkelerdeki vekillerinin gücü olmak üzere’ çeşitli nedenlerden dolayı yaptırımlar karşısındaki kararlılığına da eşlik ediyor. Dolayısıyla İran’ın, uluslararası arenada onlarla kart olarak oynayarak bu ülkeleri ve toplumlarını, rehin aldığını söylemek mümkündür. Bu çeşitli nedenler çerçevesinde üçüncü olarak İran, büyük ticari çıkarlara sahip Çin’den destek alıyor. Çin, İran’ın ABD’nin strateji hanesine düşmesinin, bölgedeki İpek Yolu projesine ağır bir darbe teşkil ettiğini biliyor.
Bu bağlamda İran’ın soğukkanlılığını ve maruz kaldığı acı darbelere karşı tepkisizliğini, bölgenin mevcut gerçekliğini anlama ölçüsünde bir geri çekilme ve Biden’in, İran’a karşı daha yumuşak olması için bir bahis olarak yorumlamak zor. Bu İran bahsi başarılı olacak mı? Biden yönetimi, Trump yönetiminden daha esnek olacak mı?
Tahran, yeni ABD yönetiminin Trump yönetiminden daha zor olmayacağını, yeni yönetimin onun gibi ya da daha yumuşak olacağını biliyor. Ancak İran’ın, Barack Obama yönetimi sırasında imzalanan aynı koşullarda nükleer anlaşmaya geri dönme ve üzerindeki yaptırımları kaldırma olasılığına inanacak kadar saf olmadığını unutmayın. Aynı şekilde İran, Biden’ın, Trump’ın tüm politikasını feshetmeyeceğinin ve sıfırdan başlamayacağının da farkında. Öyle ki Biden, özellikle terörizme verdiği destek ve istikrarsızlaştırıcı bölgesel davranışıyla ilgili olanlar hususunda, istese bile yaptırımları kaldıramayacaktır. Nitekim İran’ın da boğazı sıkılıyor, izlediği çarpık ekonomi politikaları, ona uzun süre fayda sağlamayacak ve sözde kararlılığının sürmesine izin vermeyecektir. Bunun yanı sıra İsrail’e karşı direniş ve onu yok etme sloganı, Hizbullah unsurlarını güçlendirme ve bölgede ona sadık olma sloganı başta olmak üzere bölgeye girmek için Truva atı olarak kullandığı tüm sloganlar devrildi. Filistin meselesinin adaletine olan inancımızdan ve bunu Filistin halkıyla adil bir şekilde çözme gerekliliğine inancımızdan bağımsız olarak bugün Arap ülkeleri, yüksek çıkarlarını güvence altına almaya yöneliyor. Bu bağlamda bazıları ve İsrail arasında son haftalarda yaşanan barış süreçlerine tanık olundu. Bu bağlamda ikinci slogan, Arap Şiilerin sonunda anavatanlarında kalacakları ve İran’ın onlar üzerindeki otoritesinin onlara hiçbir fayda sağlamayacağı bilinci ışığında azalmaya başladı.
ABD tarafında, Biden’ın kişiliği ve onu seçen ekip, Tahran ile doğrudan müzakerelere başlamak için acele etmeyeceğini gösteriyor. Ancak aynı zamanda ve bu çaba ortasında onu, 20 Ocak’ta iktidara geldiği tarihten ayıran gelecek günler, tıpkı son zamanlarda İran içerisinde ABD - İsrail askeri eylemi gibi sürprizlere gebe olmayacak. Ayrıca bu günler, İran’ın balistik füzeler geliştirmesinin ve bölgedeki kollarını bunlarla donatmasının yanı sıra uluslararası ve bölgesel değişiklikleri dikkate alarak, New York Times’a verdiği bir röportajda belirttiğine göre nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmaya kararlı göründüğü sürprizleri de barındırmayacak.
Ilımlı mevcut adayları devirmesi beklenen Haziran ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Biden’in, İran’a yönelmesi pek olası değil. Ancak çözüm arayan değil, dünyaya şantaj yapmak için sorunları sürdüren anlayışsız bir oyuncu olduğu kanıtları ortasında yeni ABD yönetiminin, bu durumla ilgilenirken önceliklerini yeniden düzenlemesi faydalı olacaktır. Biden’ın, röportajında söylediğinin aksine İran’ın dünyayı tehdit ettiği nükleer bomba, ayı derisinin yakalanmadan önce satılmasından başka bir şey değildir. İran’ı kontrol altına almanın yolu, İsrail ve Körfez ülkelerine yakın Lübnan, Suriye ve Yemen’de olası yayılmacılık için nükleer bombadan daha büyük bir gerçek askeri tehlike oluşturan balistik ve hassas füzelere odaklanmayla başlıyor. Tüm bunlar, mollaların rejimine karşı halkın kızgınlığının artması, Devrim Muhafızları’nın devlet üzerindeki neredeyse tam kontrolü ve Rehber Hamaney’in, yolunu izlediği hilafeti güvence altına almak için uyguladığı katı politika dahil olmak üzere, İran içerisindeki değişiklikleri de dikkate alıyor.
Özetle Washington ve Tel Aviv’den geleceklere hazırlık olarak herkes, Biden’ın dosyalarını ve hesaplarını gözden geçirme sürecindedir. Joe Biden, Binyamin Netanyahu’yu siyasi sahneden çıkarabilecek, yaklaşan İsrail seçimlerinin sonuçlarından yararlanabilir. Netanyahu’nun gitmesi, mevcut en önemli değişkenler ortasında Ortadoğu’daki yeni kronik meselelere farklı bir yaklaşım sağlar. İsrail ile Araplar arasındaki normalleşmeyi hızlandırmanın da yoludur.