Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

İran terörüne İran’da karşılık verilmeli

Irak’ta son yaşananlar ve denklemlerin çatıştığı ve çeliştiği, Irak’ın gerçeklerinden biri haline gelen üstün bir İran gücü var olduğundan beri yaşananlar, Irak’ın karar alma iradesinin artık mezhepçi örgütlerin elinde olduğunu gösteriyor. Söz konusu örgütler Veli-i Fakih’e değil de Hüseyin Selami liderliğindeki İran Devrim Muhafızları’na bağlı.
Sadece Irak da değil, insanları kandırır gibi halen “Ebedi mesaj sahibi birleşik Arap ulusu” sloganını yükselten Suriye, Lübnan ve Yemen’in Husiler kontrolündeki bölgesinde, halkı Arap halklarının en iyilerinden ve artık ne birleşik ne de Cemahiriye rejiminin hakim olduğu Libya’nın bazı bölgelerinde maalesef artık belirleyici kararları veren kişi odur.
Sorun şu ki, İran ile 8 yıl süren, herkesin bildiği ve inkar edemeyeceği fiili bir Arap desteği ile kazandığı savaştan sonra Saddam Hüseyin, Humeyni’nin yenilgi ve aşağılanma gözyaşları içinde, bir zehri içer gibi ateşkesi kabul ettiğini deklare etmesinden sonra İran’ın çökmesiyle doğuya yönelmek yerine güneye yönelip Kuveyt’i işgal etti. Oysa Kuveyt, o zamandan bugüne Irak dahil desteğe ihtiyacı olan her Arap ülkesine yardım elini uzatmıştır. Irak- İran Savaşı sırasında ve öncesinde, hatta hiçbir şekilde uğurlu olmayan Abdulkerim Kasım döneminde her zaman Irak’ı desteklemiştir.
Irak’ın İran’ı yenilgiye uğratmasından sonra kardeş Arap ülkesi Kuveyt’e, iyi kalpli ve samimi halkına, değerli liderliğine, top tüfekle karşılık vermek yerine, peş peşe yaşadığı tüm yıkıcı krizlerde Irak’ı yalnız bırakmayan cömert ve yüce gönüllü halkına şükran ve minnettarlıkla dolu bir el uzatmalıydı. Muzaffer kuvvetlerini Kuveyt yerine doğuya, işgal altındaki bir Arap toprağına, Ahvaz (Arabistan) bölgesine yönlendirmeliydi. Şeyh Hazal Cabir el Kabi’nin liderlik ettiği direnişe rağmen, İranlılar bu bölgeyi Nadir Şah Afşar döneminde, 1925 yılında işgal ettiler. O dönemde İran kuvvetlerinin başında da Rıza Han bulunuyordu. Irak’ın bir parçası olan bu bölgenin işgalinin gerekçeleri, doğal kaynaklar açısından zengin olması, tarıma uygun topraklara, zengin bölgenin en büyük ve önemli nehri olan Karun Nehri’ne ev sahipliği yapmasıydı. İran 8 yıl süren savaştan sonra çok kötü bir durumdaydı. Bu nedenle muzaffer Irak ordusu, Irak ve birçok kardeş Arap ülkesini destekleyen ve yardım elini uzatan güneydeki Arap ülkesi yerine Ahvaz bölgesine yönelmeliydi. İranlılar büyük bir yenilgi almış, Iraklılar da büyük bir zafer kazanmış oldukları için böyle bir savaşta zaferin onların olacağı kesindi. Saddam Hüseyin’in neden kendisine hedef olarak, kapıları bugün de tüm Araplara açık bir Arap ülkesini seçtiği halen anlaşılmaz. Halkı yiğitçe direnmeye ve İran’ın idam sehpalarında peş peşe şehit vermeye devam eden Irak’ın bu bölümünü geri almak için neden bu uygun tarihi andan yararlanmadığını anlamak mümkün değil.
Her halükarda, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal edip, 30 Aralık 2006’da da Saddam Hüseyin’i idam ettikten sonra Irak’ın sınırlarını İranlılara açarak büyük bir akılsızlık ve ölümcül bir hata yaptıklarını belirtmeliyiz.
İran bazı mezhepsel faktörleri kullanarak bu Arap ülkesini fiilen kontrol altına aldı ve halen de onun kontrolünde. Doğrusu bunun bütün sorumluluğu, işgal ettikleri bu ülkenin kapılarını İranlılara açan Amerikalılara aittir. İran da 8 yıllık savaşta kaybettiklerini geri almak için bu tarihi lahzayı bekliyordu. Eski başkan Barack Obama dönemindeki gibi Washington, görünüşe bakılırsa İran’ın Irak’a açılmasını ve ilişkilerinin düzelmesini bekliyordu ama sonuç, İran’ın kontrolü ele geçirmesi oldu. Obama yönetimi bu politikasıyla ABD’nin önümüzdeki uzun bir dönem bedelini ağır bir şekilde ödemeye devam edeceği siyasi bir akılsızlığa da imza atmıştı.
ABD, Saddam rejimini devirip kendisini infaz ettikten sonra Irak’ın kapılarını İran’a açarak tarihi bir hata ve akılsızlık yaptığını şüphesiz artık herkesten iyi biliyor. Zira İran, daha önce Irak’a karşı aldığı yenilgiye karşılık, mezhep faktörünü bir kalkan gibi kullanarak bu Arap ülkesinin kontrolünü ele geçirdi. Bu konu tartışma kabul etmeyecek kadar net ve aşikardır. Öldürülmeden önce Kudüs Tugayı komutanı Kasım Süleymani’ye bağlı olan Irak’ın karar mekanizması, şimdi de Tahran’daki Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami’ye bağlı. Süleymani, 3 Ocak 2020’de Şam’dan sonra ziyaret ettiği Irak’ta, Iraklı Ebu Mehdi Mühendis ile birlikte olduğu araca Uluslararası Bağdat Havalimanı yakınlarında ABD’nin düzenlediği hava saldırısıyla tasfiye edilmişti.  
Şimdi büyükelçilikleri Bağdat’ın merkezindeki Yeşil Bölge’de bulunan ve yerin yüz metrelerce altında saklanan Amerikalıların, sonuncusu gibi Iraklı ellerle gerçekleşse de aslında İranlı olan roket saldırılarına verebilecekleri tek karşılık, Irak’taki askeri varlıkları devam etse de bu büyükelçiliği kapatmak. ABD artık İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan’ı tamamen, Yemen’in ise bir bölümünü kontrol ettiğini biliyor. Bu konu net ve açık, söz konusu ülkeler dahi bunu inkar etmiyorlar.
Halihazırda Beyrut’un güney banliyösünden Lübnan’ı yöneten Hasan Nasrallah bilindiği gibi, her şeyde İran’a güvendiğini alenen itiraf etmişti. Aslında bu, Irak’taki tüm mezhepçi örgütler ve Suriye’deki İran kuvvetleri, Yemen’deki Husiler için de geçerli. Bu, tüm bunlardan kurtulmak için İran ile fiili bir yüzleşmenin gerekli olduğu anlamına geliyor. Etkili ve aktif mücadele İran’ın kendi topraklarında yürütülmeli. Bunun için esas olarak, İranlı muhalif güçlere ve dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar kendisine karşı çıkıp alternatif arayanların peşlerine düşen bu otoriter ve despot rejime artık katlanamaz hale gelen İranlılara güvenilmeli.
Bu nedenle, Meryem Recevi liderliğindeki Halkın Mücahitleri Hareketi ile tüm iç ve dış İranlı muhalif gruplar desteklenmeli. Bu noktada, yakında görevi sona erecek olan Başkan Donald Trump’ın tehdit ettiği ve gözdağı verdiği herhangi bir ABD darbesinin, bu rejimi zayıflatmaktan ziyade güçlendireceği göz ardı edilmemeli. Daha önce de belirtildiği gibi, Mollalar rejimi mezhepçi yayılmasını bu bölgenin tamamına dayattı. Bu yüzden, eğer ona karşı bir mücadele yürütülecek ise bu, birçok Arap ülkesinde terörist uzantılara dönüşen kendisine bağlı tüm mezhepçi örgütlere karşı da yürütülmelidir. İran’a verilmek istenilen karşılığın, başka hiçbir yerde değil, kendi topraklarında olması gerektiği de unutulmamalıdır.