Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Solistin sansasyonel vedası

Gazeteciler mesleklerinin doğası gereği, felaket haberlerinden beslenirler, yani ülkelerin veya bireylerin trajedilerinden. Mantıklı ve ılımlı kişiler onların dikkatini çekmez. Okurların da onlar gibi sıcak olaylara doyamadıkları güvencesiyle heyecanlı, öfkeli, gürültülü, sansasyonel kişi ve olayları tercih ederler. Normal ya da ortalama bir ülkenin bile başkanı ilgi çekici ise gazeteciler bayram edip onu hemen takibe alırlarken, söz konusu dünyanın süper gücünün dikkat çekici başkanı olduğunda durumun nasıl olacağını söylemeye gerek yok. ABD dünyanın bütün ülkelerinin içinde değilse kıyısına yerleşmiş bir ülke olduğundan, Beyaz Saray’da yaşayan bu ilgi çekici kaptanın haberlerini günlük olarak takip etmeliydik. Bunun için de Twitter halkının arasında yaşamalı ve derinlere inmeliydik, çünkü Başkan yaşlı basın kalelerinin yayınladığı yalan haberler sayfasını kapatmak istiyordu.
Burası ABD, muz cumhuriyetleri ya da ürkütücü Ortadoğu’da olduğu gibi hiç kimse Beyaz Saray’a bir tank üstünde gelemez. Güçlü olan rakibini ortadan kaldıramaz. Seçimleri, ilham verici ölümsüz lidere biat etmek için yapılan bir referanduma dönüştüremez. Donald Trump kaleye kapısından yani seçim sandığından girmeliydi. Gerçekten de yadsınamaz bir ustalıkla, kırmızı kravatlı, kışkırtıcı bir söyleme sahip, ABD’nin büyüklüğünün gerilemesi nedeniyle hüsran içinde olanların duygularına oynamakta üstün bir beceriye sahip bir isim olarak öne çıkıp partisinin adayı oldu. Cumhuriyetçi Parti geleneksel kulübünün dışından birinin eline geçti. Ardından Beyaz Saray seleflerinin sözlüğünün dışından bir adamın eline geçti.
ABD başkanı basit cümleler ve kesin yargılarla freni olmayan bir tren gibi yola çıktı. Ne Bill Clinton ve Barack Obama gibi üniversitelerin ürünü, ne de Çin kıtasını açan Richard Nixon gibi uluslararası denklemlerde rahatsız edici değildi. Yahut baba George Bush gibi yönetim koridorları ve kurumlarında deneyim kazanmamıştı. İkna olması halinde basit fikirleri bile pazarlama becerisiyle Ronald Reagan’a biraz benzese de o, farklı bir zamanın ve sözlüğün çocuğuydu.
Dünya daha önce böyle bir şeye tanık olmamıştı. ABD Başkanı imparatorluğunu ve dünya ile ilişkilerini tweetlerle idare ediyordu ve bir tweetçi doğası gereği bir solisttir. Fakat Oval Ofis’in sahibi, solist değil güvenlik, ekonomi ve dış politikadan sorumlu kişilerin raporlarının ortaya çıkardığı müzik parçalarını çalan bir orkestranın şefi olmalıydı. Bu solist, müziğin her halükarda kendi etrafında döndüğüne, kaderinin onun becerisine bağlı olduğuna inandı. Her zaman güçlü ve tavizsiz bir dil benimsedi. Ama bu katı tarzı beklenmedik samimiyet oyunları da içeriyordu. Örneğin, Kuzey Kore lideri ile görüşmelerinde ortaya çıkan ve hiçbir gerekçesi olmayan samimiyet gibi. Açtığı yaralarla ilgilenmeden rakiplerine sırasıyla darbeler indirdi. Sanki düşmanlarının ve ittifaklarının çoğalmasından korkmuyordu. Bu nedenle, ekibinde çalışmak gergin bir ip üzerinde yürümek gibi zordu. Yalnızca istediği kararları dikte eden bir yapıya sahip olduğundan değil, aynı zamanda dışişleri ya da savunma bakanını her an incelenmemiş ve görüşülmemiş bir inisiyatif ile şaşırtabileceği için de.
ABD’yi yeniden büyük yapmak ve ekonomisini canlandırmak, dünyayı yönetmesinden doğan yükünü hafifletmek, müttefiklerden daha fazla ödemelerini istemek, ABD ve halkının zararına olduğunu düşündüğü anlaşmalardan ayrılmak, işte Trump görevde olduğu sürece tekrar tekrar bunları yaptı. Ne en başından kendisine düşman olanları ikna etmek ne de gri bölgede duranları yanına çekmekle ilgilendi. Bileşenler, yerliler ile göçmenler arasındaki ilişkilerde yaralar açmaya neden olsa da derin ABD’ye hitap etme yeteneğine güvenen birisi gibi davrandı. ABD’yi yeni bir savaşa sokmadı. Onun müdahalesiyle parçalanan bir ülkenin yeniden inşa etme yükünü taşıtmadı.
Anlaşmalar adamı ustalığına güveniyor gibiydi. Gücü ile tehdit ediyor ama kullanmıyordu. Bunun yerine yaptırımlar yöntemini tercih ediyordu. Nitekim onun döneminde yaptırımların etkili ve acı verici bir silah olabileceği görüldü.           
Ortadoğu’nun 4 yılı tweetlerinin etkisiyle geçirdiğini söylersek mübalağa etmiş olmayız. İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve kendisine sert yaptırımlar uygulaması, hiçbir şekilde basit değildi. Keza Dini Liderinin aklına ve kalbine en yakın olan Kasım Süleymani’yi öldürme kararı da.  Bunun yanı sıra Arap-İsrail çatışmasının seyrinde meydana getirdiği büyük değişim, bölgeyi gelecekteki bölgesel güç dengelerinde iz bırakacak yeni verilerle karşı karşıya bıraktı.
Döneminin 3 yılı gürültülü bir şekilde geçti. Rakamlar hep onun lehineydi. Bu nedenle ikinci dönem başkanlığı hak ettiğini düşünüyordu. Ama hiç beklemediği bir sürprizle karşılaştı. Mao’nun ülkesinde görülen, oradan dünyaya yayılan ve güçlü bir şekilde ABD’nin üzerine atlayan bir virüs. Trump “Çin virüsünün” tehlikesini, öldürme, yayılma ve ekonomileri yıpratma gücünü yanlış hesapladı. Kovid-19 virüsünün empoze ettiği gibi endişe verici bir atmosferde, insanlar başkanlarından ihtiyatlı ve dikkatli olmasını, örnek teşkil etmesini ve güvenlik önlemlerine uymayı teşvik etmesini beklerler. Ama Trump gerçekten de inatçı bir solist gibiydi. Bu krizle birlikte gemi batmadan önce müdahale edecek danışmanlardan veya bu tür danışmanların var olduğu ama kendisinin onları dinleme becerisinden yoksun olduğu ortaya çıktı.
Koronavirüs ona karşı oylamaya aktif bir biçimde katıldı. Rakibi Joe Biden, kurumlardan güç almak yerine onlara zorbalık yapan tweetçi bir başkandan duyulan korkudan çok yararlandı. Medyanın Trump nefreti de bu savaşa katkıda bulundu. Sonuç, Joe Biden’ın zaferi oldu.
Güçlü birisinin başına gelebilecek en kötü şey, inanması gereken bir şeye inanamamasıdır. Trump yenilgisini kabullenemedi. Aslında Biden da kendisine öldürücü bir darbe indiremedi, onu sadece birkaç puanla yendi. Beyaz Saray’ı kaybeden Trump, seçimlerde aldığı oyları partisi içindeki etkisini korumak veya 4 yıl sonraki seçim turuna hazırlanmak için kullanabilirdi. Ama güçlü boksör maçın sonucunu kabul etmedi. Kazananı küçük düşürmek, zor durumda bırakmak veya meşruiyetini sorgulamak gibi yöntemlerle onu rahatsız etmek yerine kitleleri kışkırtma hatasına düştü. Öfkelilere, kitlelere ve öfkelerine başvurma oyunu, her zaman saatli bir bomba gibiydi ve sahibinin elinde patladığı olmuştu. Trump’ın başına da bu geldi.
Ringi terk etmeyi reddeden boksör, altındaki kaygan zemini ve sonuçları düşünmeden attığı yumrukla başını ringin, Kongre ve anayasanın direklerine vurmayı tercih etti. Nakavt vuruşunu Joe Biden değil, bizzat Trump kendisine yöneltti. Şimdi Washington onun sansasyonel vedasıyla meşgul. Başkan son günlerinde bir yüke dönüştü. Kimi azledilmesini, kimisi istifasını veya yetkilerini kullanmasının engellenmesini talep ediyor. En sert çıkan sesler de bir zamanlar kendisini övenlere ait. Soliste gürültülü bir şekilde veda ediyorlar. Burası ABD, hoşgörülü ve bağışlayıcı görünür ama özelliklerini koruması gerektiğinde hemen dişlerini gösterir. Trump, Biden’a üzerinde yürüyeceği ateşten bir halı hazırladı. Ama onun ayağı kaydı ve üzerinde yürümek zorunda kaldı.