Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Güle güle Trump, hoşgeldin Biden

İngiltere Kralı 3. Henry öldüğü sırada oğlu Edward cephede savaşıyordu ve Kraliyet Konseyi kendisinin derhal tahta geçmesine yönelik bir karar çıkararak “Taht boş kalamaz ve ülke kralsız kalmayacak” duyurusunda bulunmuştu. Aynı şekilde Fransa’da da 6. Charles öldüğünde hemen oğlunun tahta geçtiği duyurularak iktidarda boşluk olmaması adına şu ünlü söz söylenmişti: “Kral öldü. Çok yaşa kral!”
Joe Biden başkan. ABD bir imparatorluk. İktidar boşluğu ve bunun üzerindeki ihtilaflar bu imparatorluğu tehdit eden en büyük tehlike. Bu yüzden başkanlık düzenlemeleri boşluğun, şüphenin ve kaosun oluşmasına izin vermiyor. “Seçilmiş Başkan” görev süresi sona eren başkanın koltuğu bırakmasının ardından Yüksek Mahkeme Başkanı önünde 35 kelimeden oluşan başkanlık yeminini ediyor.
ABD sistemine göre kargaşa ve şüphelere rağmen Biden’ın göreve başlayacağı kesindi; çünkü Trump’ın davasını reddeden en yüksek yargı makamı (Yüksek Mahkeme) ve en yüksek yasama otoritesi (Kongre) de dahil olmak üzere meşru yollar bunu destekliyordu. Trump, beraberindekileri, bakanlarını ve partisinin liderlerini ikna etmede başarısız oldu. Trump’a karşı çıkan ve istifa eden Adalet Bakanı kendisine “Seçimlerin şaibeli olduğuna ilişkin söyledikleriniz asılsız. Etrafınızdakiler bir grup palyaçodan ibaret” demişti. Hepsi seçimlere hile karıştığına ve başkanlık koltuğunun kendisinden çalındığına yönelik hikayede peşinden gitmeyi reddetti. Ancak Trump’ın gidişi ülke içinde ve dışında bıraktığı büyük izleri silmeyecek. Örneğin yeni yönetimin kaynaklarının da doğruladığı gibi Çin ile mücadele -ABD’nin en büyük sorunu- devam edecek.
Peki bölgemiz hakkında yeni başkan ve ekibinin tutumu ne olacak?
Gelecek adımların ne olacağını kesin olarak söylemek pek mümkün olmasa da Biden’ın politikasının Obama’nın izlediği politikanın bir uzantısı olarak değerlendirilmesiyle endişeler abartılmış olabilir. İşin doğrusu Biden’ın adaylığını duyurduğu isimlerin çoğu Obama’nın kadrosundan olsa da onların varlığı aynı politikanın izleneceği anlamına gelmiyor. Obama başkanlık döneminde özellikle Arap Körfez ülkeleri ile İsrail’e, İran ile karşılıklı iş yapmayı dayatma konusunda politikasını pazarlamakta başarısız oldu. Daha sonra Trump geldi ve İran’ın kollarını kuşatarak mali ve ekonomik gücünü baltaladı. Dolayısıyla Obama’nın bıraktığı noktaya geri dönmek neredeyse imkansız. Geçtiğimiz dört sene boyunca yeni olaylar yaşandı; Rusya Suriye’de çatışmaya girdi, İran ABD’nin çıkarlarına ters bir şekilde Irak’ın sınırlarını ihlal etti, İran petrol ticaretinin yapıldığı deniz yollarını tehdit etti, İran’a karşı Körfez-İsrail ittifakı kuruldu ve bunun yanı sıra İran Yemen ve Lübnan’da yıkıcı faaliyetlerini sürdürdü.
Başkan Biden’ın ve ekibinin muhalefetteyken yaptıkları açıklamalar ve seçim kampanyalarının zamanlaması endişe uyandırıyor; ancak son birkaç gündür iyimserliğe teşvik ediyor. Zira Savunma Bakanı adayı Kasım Süleymani’nin suikastının destekleyip takdir etti ki hiç şüphesiz bu İranlıları şoka uğratan bir tavır oldu. Aynı şekilde Dışişleri Bakanı adayı Anthony Blinken Husileri kınayarak Yemen’de olup bitenlerden onları sorumlu tuttu. Blinken’in Husilerin iktidarı ele geçirmesinin ardından savaşın patlak verdiği sırada Dışişleri Bakanı Yardımcısı olduğunu da unutmayalım. O zamanlar 2015 yılında yaptığı bir açıklamada şöyle demişti:
“Suudi Arabistan ve müttefiklerinin yaptıkları şeyler oldukça önemli. Suudi Arabistan Husilere ve onun müttefiklerine Yemen’i zorla istila edemeyeceklerine ve bozdukları siyasi geçiş sürecine geri dönmekten başka bir seçeneklerinin olmadığına dair güçlü bir mesaj gönderdi.”
Yeni önemli bir gelişme oldu. Blinken iki gün önce Kongre önünde Körfez ülkelerinin ve İsrail’in İran ile ilgili herhangi bir nükleer müzakereye dahil edileceğine dair söz verdi ki bu, onları dışlamak ve gizlice yönetmek isteyen Obama’nın politikasından tamamen farklı bir tutum sayılıyor.