Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Fransa-Cezayir öncülüğünde özür-özeleştiri beklentisi

Geçmişin rövanşını konuşmaktan bugünün sorunlarını konuşamadığımız şu günlerde, bugünün problemlerini geçiştirmenin bir yolu da zannediyorum geçmişi ısıtıp ısıtıp tekrar gündeme getirmekten kaynaklanıyor. Bazen haksızlıkların önünü kesmek, bazen haklı çıktığını iddia etmek, bazen faturasını ödemek zorunda kaldığımız, kendi faili olduğumuz sorunları geçiştirmek, bazen kendi sorumluluğumuzdaki faturaları başkalarına ödetmek için sık sık geçmiş gündem yapılıyor. “Özeleştiri ver bakalım” kuyruğunda, sıranın kendisine gelmemesi için hatayı hep başkalarında arama takıntısında bir türlü kurtulamayanların, nazik olduğu ve kendi sırasını kendisinden sonrakilere verdiği ilk ve tek yer olan “özeleştiri kuyruğunun” tek gündem maddesini de bugün değil maalesef geçmiş oluşturuyor. Sürekli geçmişi konuştuğunuzda ise bugüne dair konuşacağınız bir şey kalmıyor. Bu ciddi bir problem ve konuşabilmenin önündeki en büyük engel. Bu engeli aşabilmek için, geçmişle hesabı kapatıp, bugün için ise karşınızdakine duyduğunuz hastalıklı nefretin telafisine yönelmeniz gerekiyor. Yani işlediğiniz tüm hatalardan dolayı özürden, tazminata kadar her imkanı deneyip sonrasında karşınızdakilerden bir özeleştiri beklemeniz gerekiyor, yani sıra “özeleştiri verin bakalımcılarda”… eğer bu hesap kapatıldıysa, geçmişi bir daha kurcalamadan bugünkü problemleri konuşabilmenin imkanı doğuyor. Türkiye’deki laik/seküler kesimlerden yasakçılığı savunanlardan tutun da, Fransa’nın Cezayir sömürgeciliği ve işgali sırasında yaptıklarından ötürü dilemediği özre kadar birçok alanda bu “geçmişçilerin” entrikalarıyla uğraşmaktan maalesef önümüze bakamıyoruz. “Özeleştiri verin bakalımcıların” ve geçmişte yaptıklarını telafi etmemek için topu başka yöne atanların yılgınlık verici tahrikleri arasında geçmişle yüzleşilecekse, bunu en baştan başlayarak yapmanın gereğine inanan biri olarak, “özeleştiri verin bakalımcıların” özeleştiri beklerken ancak kendi verecekleri özeleştiriyi tamamladıktan sonra özeleştiri kuyruğunun en arka sıralarına doğru bakabileceklerini hatırlatmayı görev biliyorum.
Fransa’nın ya da Afrika ve Ortadoğu’da sömürgecilik faaliyeti yürüten Batılı ülkelerin, sömürgecilik faaliyetlerinin ve bağımsızlık savaşı veren ülkelere karşı işledikleri savaş suçlarının, savaş tazminatlarının neredeyse hiçbirisi ödenmediği, üzeri örtüldüğü, hatta özür bile dilenmediği için sık sık bu anlamda geçmiş gündem oluyor ve bugün konuşmamız gereken şeyler sürekli erteleniyor. Ya da laik/seküler yaşam tercihine sahip olanların, inanan ve o doğrultuda bir yaşam biçimi belirleyenleri yönetme hakkını kendinde görmeleri yani eşit olduklarını kabul etmemeleri sonucunda geçmişle devam eden hesaplaşma bitmediği için geçmiş kargaşaların bazen farkında olmaksızın, bazen farkında olarak altında eziliyoruz ve yine bugüne dair konuşmak mümkün olmuyor. “Özeleştiri yapması gereken” ancak bunu sürekli erteleyenlerin, kendi yaptıkları hatalarla yüzleşemeyenlerin, hatta “laik, seküler, Batılı” olmayı kendisini sorgulanamaz yaptığını sananların, biraz esmer, oldukça Müslüman olanlara hükmetme ve hatta sömürgeleştirme gibi insanlık dışı uygulamaları yapabilmeyi kendilerinde bir hak olarak görmesi sonucunda vermedikleri özeleştiri ve bu özeleştiri gereğini “öteki” addettiklerine havale etmeleri, ayan beyan ortada dururken ancak görmezden gelinirken zannediyorum bıkkınlık verse de yeniden yeniden hatırlatmak gerekiyor; fazla geçmişe gittiğinizde özeleştiri sırası sizden başlıyor.
Kendi gündemimize gerekli atıfları yaparak Fransa örneğinden devam edecek olursak…
Fransa, Cezayir topraklarını tam 132 yıl boyunca sömürdü… Cezayir halkının Fransız sömürgecilere karşı 1954’te başlattığı bağımsızlık mücadelesi sırasında 8 yılda 1,5 milyon insan hayatını kaybetti. Tabi Cezayir çok uzun yıllardır haklı olarak Fransa’dan bir özeleştiri, bir özür ve haklı olarak tazminat istiyor. Çünkü Fransa’nın Cezayir halkına yaptıkları sömürgecilik, işgal ve soykırıma varan katletmeyle sınırlı değil. Fransa aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sırasında, diğer sömürgelerinde yaptığı gibi binlerce Cezayirliyi zorla cephelere sürdü ve hiçbir alakalarının olmadığı bir savaşta binlerce Cezayirli hayatını kaybetti. Körüklenen “etnik milliyetçilik” propagandası sonucunda da Fransa yanında Cezayir’e karşı savaşan “”Harkiler” ortaya çıktı. Yani Cezayir halkı bir yandan da birbirlerine kırdırılıyordu. Tabi aynı Fransız sömürge yönetimi, Cezayir Çölü'nde 13 Ekim 1960 ve 27 Aralık 1960 tarihlerinde gerçekleştirdiği ilk nükleer denemelerinde 42 bin Cezayirliyi "deney faresi" olarak da kullanmıştı. Cezayir bu tarihsel arka plan nedeniyle, Fransa etkisiyle kendini kolay kolay toparlayamayacak bir ülke haline geldiği için, sorunlu yönetimler her ne kadar Fransa’dan özür ve tazminat bekleseler de gerektiği gibi adımlar atamadılar, attıklarında ise cevap alamadılar. Birkaç gün önce savaşın yıldönümünde Fransa Cumhurbaşkanı Macron, yaptıkları için özür dilemeyeceklerini açıkladı. 2012 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Hollande da özür dilememişti… Tabi haklarını yememek lazım, göstermelik de olsa birkaç adım attılar, komik bir miktar da olsa tazminat ödendi… ama kime? Fransa lehine Cezayirlilere kurşun sıkan Cezayirli Harkilerden birine; 15 bin avro… Bugün özür dilemeyeceğini açıklayan Macron, 2018’de ise Cezayir’den değil ancak Fransız askerlerinin ve polislerinin işkence ederek öldürdükleri, bağımsızlık yanlısı bir öğretmen için özür dilemişti.
Genel olarak Fransa, Fransız siyasetçiler yaklaşık 60 yıldır Cezayir’in taleplerini erteliyorlar ya da küçük bireysel tazminatlar, özürler ile meseleyi geçiştiriyorlar. Cezayir’in yeni yöneticileri, eski yöneticiler kadar sessiz değil ve Fransa’dan sömürge dönemine ait belgeleri, Paris’teki insan müzesinde Fransa’nın “zafer anısı” olarak sergilediği, sömürge döneminde kafaları kesilen direnişçilerin kafataslarını, insanlık adına bir özrü talep ediyorlar. Bugün olanlar için özür dilemeyen Macron, 2019’da sömürgeciliğin "büyük bir hata" olduğunu söyleyerek tarihte bir sayfayı kapatma çağrısında bulunmuştu. Aynı Macron, seçim kampanyası boyunca Fransa'nın Cezayir'i kolonileştirmesinin insanlık suçu olduğunu söylemişti ve 2017 yılında katıldığı televizyon programında, Fransa'nın Cezayir'deki uygulamalarını barbarca olarak nitelemiş, "Özür dileyerek geçmişimizle yüzleşmek zorundayız" demişti. Ama iş kendisine gelince Macron, Cezayirlilerden bir özür bile dilemedi. Kendi sırasını savuşturdu…
Geçmişle yüzleşmenin kolay olmadığı, sürekli geçmişe dair özeleştiri beklentisinin uzun vadede bir fayda sağlamadığı malum. Sürekli geçmişi ısıtıp ısıtıp getirmedin de bir hayrını görmedik. Ancak geçmiş hesaplar kapatılmadıkça ne bugünü konuşabiliyor ne de gelecek için sağlam bir zemin oluşturabiliyoruz. Bu nedenle herkesin geçmişteki pisliklerini temizlemesi gerekiyor. Ancak önümüzdeki problem sadece siyasi ve tarihi de değil. Yerleşik zihinsel bir ayrımcılığının muhatabı olmak zorunda kalıyoruz; beyaz, laik, Batılı olmanın bir üstünlük ve ayrıcalık olduğunu düşünenlerin siyah, dindar/Müslüman, Doğulu olanlarla eşit olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Hak ihlallerinin, faşizmin, ötekini yok saymanın sekülerlerde hiç görülmediğini kim iddia edebilir? Cezayir’de, Lübnan’da, Suriye’de, Yeni Zelanda’daki bir camide, Afrika’da, Norveç’te bir adada, Irak’ta, sömürge döneminde ve hatta birkaç yıl önce gördüğümüz katliamın failleri beyaz seküler adamlar değil miydi? Fransa’da ya da Türkiye’de bir mahkemede dindarlara karşı hak ihlali yapanlar laik ve seküler eğitimin yetiştirdiği hakimler ve savcılar değil miydi? “Siyasal İslam”, “İslami terör”, “dindar, kindar” diyerek söze başlayan ve bunların birer baskı aracı olarak kullanıldığını iddia edenlerin kendilerinin birlikte yaşama kültürü edindiğinin, eşitliği sağlama çabası güttüklerinin, hak ve hürriyetlere saygılı olduğunun garantisi ne? Özeleştiri vermenin sadece ama sadece bir kesime ait olduğunu zanneden bir anlayışın, özeleştiriden anladığı konuşabilme imkanı oluşturmak değil karşısında konuşacak kimse bırakmama isteğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla özeleştiri kuyruğu oluştururken geçmişe dönülecekse ilk sırada kendilerinin oturması gerekiyor. “E sizin de şimdi eleştirdiğiniz şeylerin oluşmasında payınız yok mu?” diyenlerin, kendilerini baştan tümüyle hatasız görmesi zaten sorunları çözümsüz hale gelmesinin nedeni... Bu nedenle ilk olarak hesap sorma hakkını sadece kendisinde görenlerle işe başlamalı, hesap sormak için hesap verebilir olmak gerekiyor, hesap sormadan önce hesabını verin de artık önümüze bakabilelim… Unutmayalım ki, mağrurlar ve mağdurlar ansızın değişebilir, dün mağdur ettiklerinizin bugün karşınıza mağrur olarak çıkmasındaki payınızı düşünürken, hesap sorarken, hesap verdiğinizden, özeleştiri yaptığınızdan emin olun ki, hesap sorabilesiniz.
Yazının fazla uzadığının, okurun “Hoca bitir artık” dediğinin farkında olan bir yazan olarak son cümlelerimle toparlayayım…
Oryantalizm, Batılı, beyaz, laik anlayışın, Doğulu, Müslüman, siyah/esmer insanları yönetme hakkını gayrı meşru olsa da kendisinde görme hastalığıdır. Bu illet, sömürgeciliğe zemin hazırlayan en önemli motivasyondur. Sadece coğrafi olarak Doğu-Batı arasında kalmayan bu sakat anlayış, sorunlu Batılılaşma, zorunlu laikleştirmenin olduğu merkezlerde de üst sınıf-alt sınıf fikrini oluşturur ve kendisini medeni, çağdaş olarak gören kesim, kendisi gibi olmayanın cüheladan oluştuğunu kanıksar. Bunun sonucunda cühela gördüğü kesim üzerinde her türlü tasarrufta bulunmayı kendisinde hak olarak görür. Bu bazen Macron’da vücut bulur, bazen Breivik gibi teröristlerde ete kemiğe bürünür, bazen dindar bir entelektüele üç beş laik ezber cümle dışında herhangi bir entelektüel birikimi olmadığı halde hesap sorma hakkını kendinde gören tiplemeden neşet edebilir. Böyleleri Macron örneğinde olduğu gibi Cezayir’den özür dilemez ama Müslümanlardan hesap sorma hakkını kendinde görür ve hatta İslam’ı sorun görerek Fransa’daki Müslümanları fişleyen yasaları hayata sokmaya çalışır. Terörün Müslümanlardan geldiğini iddia eder ama Breivik örneğinde olduğu gibi insanları otomatik silahlarla tarar.  Türkiye örneğinde olduğu gibi 15 yıl yasakladığı insanlardan özür dilemesi gerekirken, parmak sallayarak özeleştiri hesabı sorar ya da Araplara ırkçılık yapmayı gelişmişlik zanneder. Oysa az gelişmiş ya da hiç gelişmemiş olan kendisidir. Gelişimini tamamlamış olsaydı zaten bugün bu ve buna benzer yüzlerce yazıyı defalarca yazmak zorunda kalmazdık, ilk yazıldığında anlamış olurlardı.