Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Dini despotizmden tanımak

İnsanın dindarlık şeklinde bir yönelimi olduğunu, evrensel insanlık tecrübesi göstermektedir. Birçok insan, iç dünyasında Kutsal denilen alanı yaşamakta, Kutsal tecrübesi sayesinde umudunu, sevgisini, coşkusunu, huzurunu ve motivasyonunu korumaktadır. Manevi ve ruhsal motivasyon kaynağı olarak dindarlık, insanların psikolojik yapılarında birçok sübjektif duyguya, düşünceye ve davranışa kaynaklık etmektedir. İnsanın dindarlık tecrübesini din şeklinde dizayn etmek isteyen, şekillendiren ve kontrol eden yapılar tarih boyunca var olduğu gibi, bugünde var olmaya devam etmektedirler. Din, dışarıdan insanın iç dünyasına ait dindarlığı form ve muhteva olarak kurgulayan kurumdur.
İnsanın dindarlığını sapkınlıklara karşı koruma, yönetme ve yönlendirme adıyla kurgulanan dinler, Kutsal adına değişmez kurallar, kaynaklar ve kurumlar ortaya koyduklarını iddia etmektedirler. Değişmez kurallara, kaynaklara ve kurumlara sahip olduğunu iddia eden dinler, insanların hayatı ve kişiliği üzerinde tahakküm etme şeklinde bir ayrıcalık talebinde bulunabilmektedirler. Değişmez olduğu iddia edilen dini kurumların, kuralların ve kaynakların Kutsal adına birey ve toplum üzerinde tahakküm kurma iddiası, dinlerin kolaylıkla despotizme dönüşmesine yol açmaktadır. Bireyin,  değişmez olduğu iddia edilen her türlü ideolojiye, kuruma, kurala, referansa, değere ve pratiğe karşı kendini koruma ihtiyacı vardır. Birey, değişmezlik iddiasındaki bir inanca, ideolojiye veya kuruma karşı kendisini korumadığı takdirde, kolay bir şekilde varlığını despotizmin dini veya dini olmayan şekillerinin esiri haline getirebilir.
Siyasal ve sosyal alanlarda insanları harekete geçiren temel motivasyonel gücün ne olduğu sorusunun cevabı, bireyin dinin despotik bir öze sahip olup olmadığını tanıması açısından büyük önem taşımaktadır. Despotizm, insanın insana tahakküm etmesi için korku etrafında kurulan sistemin adıdır. Despotizmin başında, ortasında ve sonunda korku vardır. Bir dinin despotizm şeklinde kurgulanıp kurgulanmadığını anlamak için o dinin korku ilahiyatına bakmaya gerek vardır. Korkuyu teoloji, ibadet ve pratik haline getiren dinler, despotik korku kurumlarıdırlar.
Despotizmde akıl, adalet ve ahlak yoktur. Despotizmin günümüzdeki en yaygın biçimi olan popülizm, aklın, ahlakın ve adaletin inkarından başka bir şey değildir. Akıl, adalet ve ahlak yerine popülizm, sürekli olarak milliyetçiliği, kültürcülüğü, cinsiyetçiliği ve dinbazlığı kullanmaktadır. Dinin dinbazlık olarak popülizm tarafından kullanılması, despotizmin maneviyat adına üretilmesini, yaygınlaşmasını ve meşrulaşmasını sağlamaktadır.
Korku teolojisi etrafında inşa edilen dinlerin hakim olduğu yerlerde, hakim siyasal ve sosyal yapı despotizmdir. Korkuyu dinin ana esası haline getiren, Kutsal’ı bir korku ve dehşet nesnesine indirgeyen inançlar, bireysel ve sosyal hayatta despotların ve tiranların ortaya çıkmasına imkan vermektedir.
Korku yerine akıl, adalet ve ahlakı esas alan dindarlık anlayışları, Allah’ın huzurunda her insanın birbirine karşı sorumlu bir şekilde yaşaması gerektiği ve insanların bütün davranışlarından dolayı Allah tarafından   hesaba çekilecekleri bilincini canlı tutmaya çalışırlar. Kişinin ruhunda Kutsal ve İnsan bilincine birlikte sahip olması, aklın, adaletin ve ahlakın bir gereğidir. Kutsal adına korkuyla insanlara tahakküm etmeye kalkmak, sürekli olarak Allah’ın sopasıyla insanları tedip etme azgınlığında bulunmak, Allah’ın ve insanın inkarından başka bir şey değildir.
Teolojik açıdan despotizm, belirli bir kişinin, kurumun veya otoritenin kültür, milliyet, cinsiyet, din ve kimlik açılarından en otantik olanı temsil etme, kadim medeniyet değerlerinin sahibi olma  iddiasında bulunması demektir. Despotizm, siyasal, sosyal ve dini ruhbanlık demektir.  Özgürlüğe ve fıtrata dayalı dindarlık tecrübesi, dini, bilimsel, ekonomik, sosyal ve siyasal alanların tamamında ruhbanlığın her çeşidini yasaklamıştır.
Despotizmde kuralla, kişilikle ve kurumla otoritenin kendisini sınırlaması yoktur. İlahi ve insani olana karşı sorumluluk duymayanın bir kişilik, kurum ve kural bilincine ve sorumluluğuna sahip olması düşünülemez. Despotizm, bir kişiliksizlik, kurumsuzluk ve kuralsızlık halidir. Bütün despotların hayatlarını kişiliklerin, kurumların ve kuralların ortadan kalkmasının hikayesi olarak okuyabiliriz. Akıl, hukuk ve ahlak bilincini ortadan kaldıran despotizm, bir kişinin ve grubun keyfini ve kaprisini kanun haline getirmektedir. “Kanun benim!” azgınlığıyla hareket eden herkes, aslında despottur. Her dediğinin ve yaptığının mutlak uyulması gereken kanun olduğu şeklindeki vehimle hareket eden kişinin ve grubun ne söyleyeceğini ve ne yapacağını öngörmek mümkün değildir. Keyfiliğin ve kaprisin kanunlaşması, doğal olarak aklı, adaleti ve ahlakı ortadan kaldırmaktadır. Despotizmin aksine akıl, ahlak ve adalet, kişilerin kişilikle, kurumla ve kuralla sınırlanmasını, ne yapıp edecekleri konusunda makul bir öngörüde bulunmayı gerektirmektedir
Her insan tahakküm etmek ister. Aziz Augustine, kişinin tahakküm eğilimini “hakimiyet şehveti (libido dominandi)” olarak ifade etmektedir. Kişilerin ve grupların hakimiyet şehveti, hukukla, ahlakla, kişilikle ve akılla sınırlanmadığı takdirde, o toplumda adaletsizliğin, akılsızlığın ve ahlaksızlığın   egemen olması kaçınılmazdır. Gücü ele geçiren despotizm,  korku yoluyla bireylerin ve toplumların hayatına hükmetmeye başlar. Milleti ve Kutsalı temsil eden en üst irade olduğunu vehmeden despotik güçler, hakimiyet şehvetlerini sınırsız bir şekilde tatmin etmeye başlarlar. . Hakimiyet şehveti, insanı her türlü günahı, kötülüğü ve zulmü yapmaya yöneltebilmektedir. Allah, insanın hakimiyet şehvetini günahlarla kontrol altına almayı ve sınırlamayı amaçlamıştır. Günah işleme özgürlüğü şeklinde bir ayrıcalığa sahip olduğunu düşünmek, aslında despotizmin kendilerine Allah tarafından verilen bir imtiyaz olduğunu iddia etmek anlamına gelmektedir. Allah, hiçbir kişiye, kuruma, güce, gruba hakimiyet şehvetlerini tatmin etme şeklinde despot olma imtiyazı vermemiştir.
Özgürlük ve demokraside hiç kimse, Kutsal ve millet adına tahakküm etme ayrıcalığına sahip değildir. Hakimiyet şehvetinin kölesi olmaması için Allah, insana şah damarından daha yakın olduğunu söylemektedir. Allah’ın insana şah damarından daha yakın olması demek, insanın ahlakla, adaletle ve akılla sınırlanması anlamına gelmektedir. Allah’ın insana şah damarından daha yakın olması demek, insanın insan tarafından fethedilmesinin ve yağmalanmasının yasaklanması demektir.
Despotizm korkudan beslendiği gibi, özgürlük ve fıtratta akıldan, ahlaktan ve adaletten beslenmektedir. Korku, ruhları tüketen en tehlikeli durumdur. İnsana şah damarından yakın olduğunu bildiren Allah, insan ruhunun tükenmemesini, umudunu, canlılığını, coşkusunu ve dinamizmini kaybetmemesini istemektedir. Despotizm korku yoluyla insanın ruhunu tüketmeye çalışırken, doğal dindarlık Allah’ın insana şah damarından yakın olduğunu tecrübe ettirerek insan ruhunu canlı, sevgi, tutku ve umut dolu   kılmaya çalışmaktadır. Dindarlık, insan ruhunu sahici anlamda yaşatma tecrübesidir. Despotizm, insan ruhunu zorbaca yok etmek demektir.
Ekonominin, eğitimin, diplomasinin, siyasetin, ticaretin ve ilişkilerin hukuk, ahlak ve akıl çerçevesinde yapılması, doğal dindarlık tecrübesinin bir gereğidir. Her konuda insanları Kutsal’ın sopasıyla korkutan otoriter ve totaliter teolojiler, aslında despotizmi dinbazlık olarak dayatmaktadırlar. Dinbazlık despotizmi beslerken, özgürlük ve umudu esas alan doğal dindarlık ise demokrasiyi desteklemektedir. Sahih ve sahici dindarlık, despotizmin bütün çeşitlerine karşıdır. Despotizmin insanlara hükmeden zalimliği ile insan ve Allah sevgisi birbiriyle bağdaşmamaktadır. Kadın ve erkeğin eşit hak, onur ve özgürlüğe sahip olduğunu tanıyan fıtri dindarlık tecrübesi, insanın insanı keyfi bir şekilde kullanmasını ve sömürmesini en büyük günah olarak kabul etmektedir. Kadın ve erkeğin insan onurunu, özgürlüğünü ve hakkını korumak için insanın akılla, ahlakla ve adaletle sınırlanması, insan olmanın ve ruhumuzu yaşatmanın bir gereğidir. Dinin despotizmi besleyip beslemediği sorusu, insanlığımızı ve ruhumuzu korumak açısından büyük önem taşımaktadır. İnsanlığımızı gerçekleştirmenin yolu despotizmi besleyen bütün dinbazlıkları reddetmekten ve fıtri bir maneviyat tecrübesini özgürce verimli bir şekilde yaşamayı gerçekleştirmekten geçmektedir.