Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Laik birey, laik devlet

Tarih boyunca en gerilim alanların başında din-devlet ilişkisi gelmektedir. Din adına devleti yönetme  isteği hiç  son bulmamıştır. Modern dönemde dinin devleti yönetmesi fikri sorgulanmış ve terk edilmiştir. Din ve devletin birbirinden ayrılması gerektiği fikrine, modern dönemde insanlık ulaşmıştır. Laiklik ve din ve vicdan özgürlüğü,  dinin devleti yönetemeyeceğine ve bireylerin din alanında dış müdahalelere maruz kalmadan  istediği inancı bireysel veya toplu şekilde yaşayabileceğine imkan vermektedir. Türkiye’de 5 Şubat 1937 tarihinde anayasaya giren laiklik ilkesi, din-devlet işlerini birbirinden ayırmakta ve bireylerin din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almaktadır.  Mustafa Kemal, laiklik ve din ve vicdan özgürlüğü arasında sıkı bir bütünlük ilişkisi olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.”
Laiklik, sadece Batı kültürüyle sınırlı bir değer değildir. Hiçbir din ve ideoloji adına devletin  yönetilemeyeceği yaklaşımı, evrensel bir yaklaşımdır. Din ve ideoloji adına Fransa’da devletin  yönetilemeyeceği gibi, aynı durumun Çin’de de ve Türkiye’de geçerli olması gerekmektedir. Laikliği Avrupa tarihi ve kültürüyle  sınırlayıp din-devlet işlerinin ayrılmasının Müslüman coğrafyalarda  geçerli olmadığını iddia etmek suretiyle dinin devlet ve siyasetle özdeş olduğunu  savunan   siyasal dinbazlık şeklinde otoriter ve totaliter bir ideoloji vardır. Laikliğin zıddı, siyasal dinbazlıktır. Laiklik, siyasetin, eğitimin ve hukukun dini nitelikteki kişilerin, kurumların ve kuralların   güdümünde yapılmamasını gerektirirken siyasal dinbazlık, bunun tam zıddını savunmaktadır.
Laiklik, din-devlet-insan ilişkilerinde radikal bir  değişimi ifade etmektedir. Laiklik,  din ve devlet arasında   sıkı bir ilişkinin  olmadığını gerçekçi bir şekilde ortaya koymaktadır. Dinin amacı devleti yönetmek değildir. Dinin amacı, insanlara ahlaki ve manevi açılardan yaşamanın yollarını göstermektir. Dini devletten ve siyasetten ayıran laiklik, dini, insanla ahlaki ve manevi planda bütünleştirmektedir. Laiklik, devletin bir mezhep veya din tarafından yönetilmesine imkan vermediği gibi, ulema veya ruhban sınıfı gibi gruplar tarafından da yönetilmesine de izin vermemektedir. Devleti dinin tekeline veren,  dini alanı devletin müdahalelerine açan ve devlet işlerinin   inançların etkisinde yapılmasını sağlayan teokrasinin her çeşidi, laiklikle bağdaşmamaktadır.
Birey, din ve devlet karşısında özerk olması gereken bir varlıktır. Dinin   bir ahlak ve maneviyat yolu olarak  bir işleve sahip olması, kişinin özerk olması açısından önem taşımaktadır. Siyaset ve din olarak işlev gören bir din karşısında bireyin, özerk ve özgür olması mümkün değildir. Siyaset ve devlet gücüne sahip din, zor  kullanmak suretiyle  kendisini bireye ve topluma empoze edebilmektedir. Dinle özdeşleşen devlet, aslında kendisini kutsallaştıran devlettir. Kutsal olan devlet Tanrı adına insan hayatına müdahale edebilme hakkını kendinde bulmaktadır. Din ve devlet işlerini birbirinden ayıran laiklik, kutsal devlet ve din devleti   şeklindeki iki duruma imkan vermeyerek bireyin ve toplumun özgürlük ve hayat alanını   genişletmekte ve korumaktadır.
Laiklik anlayışına göre din ve devlet, birbirlerine bağımlı kurumlar değildirler. Din ve devletin birbirinden bağımsızlaşması, laikliğin, insan haklarının ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Din ve devletin birbirleri üzerinde vesayet kurmaya ihtiyaçları yoktur. Dinin alanı devlet değil, insan ve toplumdur. Siyaseti ve devleti ele geçirmediği sürece din, bireysel ve toplumsal hayatta  manevi ve ahlaki açılardan etkilerde bulunabilir.
Laiklik,  sadece devletle ilgili bir kavram değildir. Bireyin ve toplumun laik olamayacağı, sadece devletin laik olmasının  yeteceği  iddiası, sıklıkla ifade edilmektedir. Laiklik, birey, toplum ve devleti yakından ilgilendiren bir kavramdır. Din ve devletin birbirinden ayrılması için, devletin laik olması önemlidir, ama yeterli değildir. Devletin laik olması için, bireyin ve toplumun da laik olması gerekmektedir. Birey ve toplumun laik olmasından kasıt, din adına devleti ve toplumu yönetme şeklinde hiçbir çaba içine girmemek ve din-devlet ayrılığı prensibini içselleştirmektir. Dinin siyaset ve devlet olduğuna inanan ve bu inancın  gerçekleşmesi için çalışan bireylerin   ve grupların olduğu bir toplumda,  devletin sahici anlamda  laik olması mümkün  değildir. İnsan haklarıyla, çoğulculukla, demokrasiyle ve toleransla bağdaşmak için dinlerin, devlet ve siyaseti düzenleme  ve yönetme   obsesyonlarından vazgeçmesi gerekmektedir. Devleti ve siyaseti yönetme ve ele geçirme obsesyonundan kurtulmadığı sürece dinin, ahlak ve maneviyat alanlarında yol gösterici olma işlevlerini yerine getiremeyeceklerdir.