Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

ABD yine dünyaya liderlik edecek mi?

Seçim kampanyası sırasında, Başkan Joe Biden, rakibi Donald Trump’ın kullandığı ve bir adayın sloganı olmaktan çıkıp bir siyasi hareketin simgesine dönüşen “ABD’yi Yeniden Harika Yap” (Making America Great Again) sloganın büyüsüyle mücadele etmek zorunda kalmıştı.
Bu sloganla mücadele edebilmek için Demokrat adayın kendisi de bir slogan buldu; ABD’yi tekrar dünya lideri yapmak. Nitekim Foreign Policy dergisinde yayınlanan bu konuyla ilgili bir makale yazdı. Konuşmaları ve yazılarında ortaya çıkan imge, Başkan’ın büyük ölçüde dünyanın Cumhuriyetçilerin Trump liderliğinde üstlendikleri ABD yönetiminden önceki gidişatına geri dönme arzusunu yansıtıyor. Bu imge birkaç noktayla özetlenebilir; birincisi, ABD gerçekten de dünyanın tek süper gücü. İkincisi, askeri, teknolojik, sert ve yumuşak güçten oluşan bileşik gücüyle korku ve saygı uyandırıyor. Üçüncüsü dünyada ya da uzayda olsun, "küreselleşme"nin lideridir. Dördüncüsü, ABD güç unsurlarının yanı sıra, insanlar arasında demokrasi ve insan haklarını yayan idealist ve asil hedeflere de sahip.
ABD’nin içinde bulunduğumuz yüzyılda durumu yansıtan bu liderlik imgesi, ABD’nin ve bazen de dünyanın, ABD’nin kaderinin bu olduğu (yani dünyayı yönetmek) ve dünyanın da buna boyun eğmesi gerektiğine ikna olduğu dönemlere çok benziyor. Neo-muhafazakarlar, oğul George Bush'un yönetiminde Amerikan politikasına egemen olduklarında, bu liderlik imgesi, 20. yüzyıl nasıl Amerikan yüzyılıysa, 21. yüzyıl da böyle olmalı şeklinde ifade bulmuştu.
Ancak Biden, kendisini bu tür iddialardan uzak tutacak gerçekliğe sahip, çünkü arkasında ABD’nin gücünün büyük bir bölümünü azaltan 4 yıllık bir değişimin durduğunu biliyor. Dünyanın bu süre içinde bazıları liberal bazıları da muhafazakar, ama ikisinin de pratikte kıymeti harbiyesi olmayan sanrılar peşinde koşar hale gelen Amerikan siyasi seçkinlerinin hayal edebildiklerinden daha fazla değiştiğinin de farkında. Bir siyasi lider daha gerçekçi olduğunda, mümkün olduğunca fazla zaman kazanmaya çalışır. Biden da ABD’nin küresel ilişkilerine uygulamak için bilgisayar terminolojisinden sıfırlama veya “reset” terimini ödünç alarak bunu yaptı. İlk olarak, her ülke ve blok ile ilişkinin tek tek yeniden gözden geçirileceğinden, ikincisi ABD’nin her bir ülke ile arasındaki özel çıkarların yeniden tanımlanacağından, üçüncüsü de ilişkinin nasıl seyretmesi gerektiğinin özünün kavranmasından bahsetti. Göreve başlamasından sonra ilk haftalarda Biden, dış politika ve ulusal güvenlik ekibi de tam olarak bunu yaptılar.
Açıklamalar, ziyaretler ve işaretler, Washington’un bu aşamada neleri geri almak istediğini anlatma amacı taşıyordu. Böyle bir yaklaşımda, sıfırlamanın ne zaman sona ereceğine dair kesin bir tarih belirlenmemiş olması doğal. Her halükarda, ABD yönetiminin ve belki de dünyadaki tüm ülkelerin birinci önceliğinin, korkunç Kovid-19 salgınıyla mücadele olduğu biliniyor. Nitekim bir hafta önce Biden, gelecek Noel'e kadar normale dönülebileceği sözü veremeyeceği, bu sözün her türlü güven seviyesinde sunabileceği tek şey olduğu açıklamasını yaptı.
Biden ve ABD’nin dünya liderliği için ikilem, dünyanın mutlaka Beyaz Saray’ın gündemine veya saatine göre yürümemesidir. ABD’nin korona karşısındaki geri çekilmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik sonuçlar, örneğin Çin'in statüsünü ve etkisini başarılı bir biçimde ve önemli ölçüde genişletmesiyle karşılık buldu. Kendi açısından Rusya da Akdeniz ve Kızıldeniz’in stratejik çevresinde nüfuzunu genişletti. İran, daha önce nüfuz ettiği bölge ülkelerine daha da nüfuz etmek, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki etki ve saldırı çemberini genişletmek için sabırsızlanıyor gibi görünüyor.
ABD askeri üslerini hedef almak dahil saldırılarında büyük bir artış görülüyor. İsrail, ABD ile ilişkilerinin sıfırlanması dönemi bitene kadar yerleşim yerleri inşaatlarını durdurmayı veya kendisinden vazgeçmeyi kesinlikle düşünmeyecek. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun önünde Nisan’da düzenlenecek seçimler var ve İsrailli yerleşimcileri memnun ederek kazanmak istiyor. Seçim kampanyası sırasında Avrupa ve NATO ile ilişkileri eski haline döndürmek istediğine dair açıklamalar yapan Biden’ın sıfırlamanın hızlı ve kolay olacağını düşündüğü Avrupa’da bile bu süreç kompleksli geçecek görünüyor. Çünkü Doğu Avrupa’da sağcı, muhafazakar ve izolasyonist “Trumpçı” liderliklerin çoğalmasıyla Avrupa da eskisi gibi değil. İngiltere’nin AB’den ayrılması Brexit’i bir ayrılık aracına dönüştürdü ve Atlantik-Anglo-Sakson ittifakı için başka bir imge yarattı.
Aslında, Biden'ın liderlik yaklaşımı, Trump döneminde birçok kayıp yaşayan, çalışmalar, araştırmalar ve keşiflerle pozisyonlarını geri kazanmak isteyen çeşitli kurumlara çok güvendiği için ABD'yi içeride ve dışarıda yönetmek istediği yöntemle çok uygun. Bu kurumların hareketini zorlaştıran şey, Afganistan ve Irak'tan çekilme, Suriye'de kalan varlığını da sona erdirme gibi ABD yönetiminin alması gereken acil, kimisi de kritik kararlar. Bu noktada, İran ve Taliban gibi düşmanların tehditlerini artırdıkları bir dönemde dış müdahalelerden korkan Amerikan halkının görüşlerinin dayattığı dış politika algıları ile hareketli ve değişen gerçeklikle başa çıkmak birbirleriyle çelişiyor.
The National Interest tarafından 13 Şubat’ta “İsrail İran’a karşı savaşa nasıl hazırlanıyor” başlığıyla yayınlanan analizde, İsrail'in, Tahran'ın nükleer programına karşı daha büyük bir bölgesel çatışmaya yol açabilecek bir askeri seçeneğe açıkça hazırladığı bir dönemde, İran ve ABD üzerindeki baskısını artırdığından bahsedildi. İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Aviv Kochavi, 25 Ocak'ta yaptığı açıklamada, İsrail'in mevcut stratejisini tamamlamak için ordunun İran'a saldırı planlarını yenilediğini söylemişti. Kochavi, İsrail ordusunun önümüzdeki yıl içinde planlar geliştireceğini de eklemişti. Gelen haberlere göre, İran saldırısı için askeri seçenekleri geliştirmek üzere İsrail ordusu, Knesset’ten yıllık bütçesine ek olarak 918 milyon dolar talep etti. Biden’ın döneminin demokratik ve liberal bir dönem olması isteği göz önüne alındığında, ABD’nin bunun gibi kompleks sorunların çözümüne çok da önderlik edemeyeceği sonucu ortaya çıkıyor. Bilhassa liberalizm ve demokrasi düşüncelerinin daha fazla şiddet, kaos ve silahlı çatışmalarla eş anlamlı görüldüğü arenalarda.
Özetle, Biden ABD’yi yeniden dünya lideri yapma niyetinde samimi olabilir, ancak gerçekte bu görevi üstlenmeye hazır değil, çünkü yönetimi kararlar almak için daha fazla güç ve iradeye sahip olmasını gerektiren çok sayıdaki değişkeni hesaba katmıyor. Öte yandan yeni yönetimin bazı hedefleri, özellikle de demokrasi ve insan haklarıyla bağlantılı olanlar, mantıksız görünüyor. ABD'nin Irak siyaset mühendisliği deneyimini ya da Suriye'deki devrimlerin sonuçlarını dikkate almadığı gibi, geçen haftalarda ABD demokrasisinin yaşadığı deneyimi de hesaba katmıyor.