İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Almanya: Radikal dinciliğe karşı uyanış

Son birkaç gün içinde Alman polisi, Berlin ve Brandenburg'daki çeşitli mahallelerde baskınlar ve arama operasyonları düzenleyerek, bazıları selefi bazıları da doğrudan DEAŞ üyesi radikal dinci unsurları tutukladı. Baskınlar, Berlin eyaleti yerel yönetiminin, Berlin Grubu olarak da bilinen Selefi Cihad Grubunu yasaklama kararından sonra gerçekleşti.
Bu haber akla ilk olarak şu soruyu getiriyor; Almanya nasıl İhvan-ı Müslimin’den DEAŞ’a radikal dinci akımlar için ikinci favori ülke haline geldi?
Görünen o ki Kanadalı yazar Ian Johnson’un “A Mosque in Munich” (Münih’te bir camii) adlı kitabının üzerinde durmadan yukarıdaki soruyu yanıtlamamız zor. Söz konusu kitap, Almanya’nın İhvan-ı Müslimin başta olmak üzere bu gruplarla acı dolu yolunun başlangıcına parmak basıyor.
Kitabın detayları, uzun zamandan beri Avrupa'dan ABD’ye, çelişkileri manipüle eden Batı'nın büyük hatasını bize gösteriyor. Kitaba göre, Hitler ilk olarak Almanya’daki Türkleri kullandı. Daha sonra Führer’in Kahire’de Hasan el-Benna liderliğindeki İhvan-ı Müslimin’i ile geniş iletişim kanalları açtığını görüyoruz. Hasan el Benna da bunu Mısır içinde cemaat üyelerinden 50 bin kişilik bir ordu kurmak için iyi bir fırsat olarak gördü. Bu fikir hayata geçmese de Müslüman Kardeşlerin kendi temel hedeflerini gerçekleştirmek, yani ülkeye ve zenginliklerine el koymak ve kontrol etmek için Batılı veya Doğulu ya da herhangi bir taraf ile işbirliği yapmaya daha o dönemden hazır olduğunu açığa çıkarıyor. Nitekim bunu 2012’de Mısır’da fiilen hayata geçirmeye çalıştı.
Bütün terörist grupların öncüsü Müslüman Kardeşler Cemaati, Almanya'daki kurumsal varlığını güçlendirmek için Almanlarla erken temaslarından yararlandı. Köktendinci görüşlerini yayma yolunda Soğuk Savaş'ın kendisine en büyük ve en önemli hizmeti sağlayacağına dair hiçbir fikirleri yoktu. Peki, olaylar nasıl gelişti?
Kısaca bahsedecek olursak, bu dönemde ABD, Sovyetler Birliği’ne veya Ronald Reagan’ın (söz konusu efsaneyi yıkan adam) tanımıyla Şer İmparatorluğu’na karşı çevreleme vizyonunu benimsedi. Dulles Kardeşler Reagan’a “teolojik çevreleme” teorisini önerdiler. Bu teorinin içeriği, Avrupalı ve Amerikan kanatlarıyla Batı’nın, bilhassa dinsizliği, materyalizmi ve Marx, Engels ve Lenin’in diğer düşünce ve açıklamalarından nefret ettiği için, komünizmle mücadelede özellikle İslami dini boyutu aktifleştirmesi üzerine kuruluydu.
ABD, Naziler gibi Alman topraklarında bulunan köktendincilerden yararlanma yoluna gitti ve Almanya’nın diğer yarısı ve Sovyetler Birliği’nin kontrolü altındaki diğer bölgelerde yürüttüğü anti-komünizm mücadelesinde onları koçbaşı olarak kullandı.
1960'lardan bu yana, Almanya ve ABD, özellikle Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinin doğurduğu büyük fırsat ile daha sonra terörist öbekleri oluşturacak bu köktendinci İhvan (Müslüman Kardeşler) gruplarına pek çok olanak sağladı. Sovyetler Birliği’ne karşı savaş, Arap gençlerinin duygularını harekete geçirip akıllarını ve kalplerini doldururken, Batı’nın ana hedefi, Moskova’yı içinden çıkamayacağı bir tuzağa düşürmekti.
Bu noktada insan en dikkat çekici ve göz önünde olan soruların cevabını bulabilir. Örneğin; Müslüman Kardeşler Alman topraklarında, özellikle de siyasi kurumları ve bazı istihbarat çevrelerinde nasıl bu kadar büyük bir rahatlıkla hareket edebiliyor, dahası bu rahatlıktan da büyük bir etki ve nüfuza sahip olabildi? İş ve finans dünyasındaki etkilerine gelince, bu konuda serbestçe konuşabiliriz. Müslüman Kardeşlere bağlı şirketler ve finans kurumları Almanya’da öyle bir gelişti ve serpilip büyüdü ki şimdi bazılarının değeri milyar dolarları geçiyor Aynı zamanda Avrupa kıtası etrafında, zihinlerine hükmeden “öğretici olma” projesi ile en büyük hedefleri olan İhvan’ı dünyaya yayma projelerini kamufle etmekte kullandıkları ağlar örmeyi başardılar.
Almanya daha önce topraklarını El Kaide'nin, bugün de DEAŞ’ın yuvası yapan başka hatalar yaptı mı?
Geçmiş yıllarda, özellikle de sahte Arap Baharı yıllarından sonra kuşkusuz başka hatalar da yaptı. Bu dönemde bazı terörist unsurlar Almanya'ya ulaşmayı ve siyasi sığınma hakkı elde etmeyi başardılar. Burada, manipülasyonları için bu köktenci gruplardan yararlanmayı, dönüştürüp gerektiğinde Arap ülkelerine karşı bir hançer gibi kullanmayı amaçlayan bazı Avrupa politikaları sürdüğü için Alman istihbaratı bunlara göz yumdu veya kendisinden göz yumması istendi.
Almanya ayrıca, fikir ve ifade özgürlüğü sloganları altında televizyon kanallarını ve web sitelerini köktendinci gruplara açıp, öldürücü zehirlerini yayınlamalarına olanak tanıyarak da hata yaptı.
Almanya, son olarak İhvan’ın torunları olan DEAŞ unsurlarının Aşağı Saksonya'daki Hildesheim Camii gibi bazı camileri yandaş toplamak ve Almanya'dan Suriye ve Irak'a savaşçı göndermek için kullandıklarını fark ettikten sonra uyandı.
Bugün Almanların karşı karşıya olduğu felaket söz konusu grupların yandaş toplamak için  Araplar, Asyalılar ve Afrikalılar arasında sürdürdükleri propagandanın artık Alman kuşakları da hedef alması ve cihatçı fikirlerin onlar arasında da yayılmaya başlamasıdır. Bu düşünceler, kuru laiklik ve kötüleşen ekonomik durumun bir sonucu olarak boş kalan, Almanya çatısı altında, artık aşırılık yanlısı milliyetçilik veya yurtdışında cazip bir cihat deneyimi dışında bir şey bulamayan genç kuşakları da etkiler hale geldi.
Almanya, bu grupları insan hakları bayrağı altında topraklarında barındırmasının başına açacağı felaket konusunda Arap dünyasının kendisine verdiği tavsiyeleri görmezden geldi. Aynı ölçüde, ABD’nin daha sonra aynı gruplarla baş çıkamadığını da göz ardı etti. Alman vatandaşları arasında ağır insani kayıplara yol açan terör hücrelerinin sızmasına izin verdi. En büyük kaybı ise, bu sayede cihatçı fikirlerin artık Alman topraklarında dilediğince kanat çırpma imkanı bulması.
Almanya bu mücadelede geç mi kaldı?
Her halükarda geç de olsa bir şey yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.