Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Barış süreci: Arafat ve Rabin'den kurtuluş, ancak sonraki daha kötü olabilir!

Mısır’ın başkenti Kahire’de gerçekleşen Filistin-Filistin diyaloğundan sonra Fetih Hareketi Merkez Komitesi Sekreteri Cibril er-Recub tarafından yapılan açıklama, barış sürecine ilişkin güncel gelişmeler olduğunu gösteriyor. Söz konusu süreç, Ebu Ammar’ın, 1982 kuşatmasından sonra kendisini Beyrut’tan çıkarıp Tunus’a götürecek olan bir gemiye binmek üzereyken bir gazeteciye yanıt olarak Filistin’e gittiğini söylemesinden bu yana uzun yıllardır askıdaydı.
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Tunus’a yerleşmesinin ardından barış sürecine giden uzun yolun başladığı biliniyor. Gerçekten de o dönem oldukça zor ve tehlikeliydi. Ortada Filistinli ‘reddedici örgütler’ olarak isimlendirilen taraflar vardı. Filistin meselesiyle ilgili her şeyde Filistinlilerin kendilerinden bile daha önemli olduklarına inan Arap ülkeleri vardı.
O dönemde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 242 ve 338 sayılı kararlarını tanımak, Filistin Ulusal Şartı'nın İsrail'in var olma hakkını reddeden bazı hükümlerini ve İsraillilerle herhangi bir anlaşmaya aykırı maddeleri kaldırmak kolay değildi. 1993’te Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nin, Filistin ulusal konseylerinin en zoru olduğunu belirtmekte fayda var. Oturumlardan biri akşamdan sabaha kadar sürmüştü. Dr. George Habaş, Filistin Yönetimi üzerindeki baskının artması ve onu İsrail’in var olma hakkını ve barış sürecine dahil olmak için gerekli değişiklikleri tanımaya mecbur edilmesi üzerine ağlamaya başlamıştı.
Elbette ki 13 Eylül 1993’te Oslo Anlaşmaları ve İlkeler Beyannamesi Anlaşması vardı. Bu iki anlaşmadan önce de 1991 yılında ünlü Madrid Konferansı yapılmıştı. 1996'da Gazze'de Ulusal Konsey’in yirmi üçüncü oturumu gerçekleştirilmişti. 1998'de ABD Başkanı Bill Clinton bir ziyaret gerçekleştirmişti. 4 Kasım 1995’te ise Tel Aviv’deki ‘İsrail Kralları Meydanı’nda (Rabin Meydanı) barış sürecini destekleyen bir miting sırasında Yitzhak Rabin, Yigal Amir ismindeki İsrailli bir ‘aşırılık yanlısı’ tarafından suikasta uğramıştı.
Bu uzun girişin amacı, İsrailli karar mercilerinin çoğunun barış sürecini geçmişte de şimdi de reddetmekte olduğunu doğrulamaktı. Yitzhak Rabin suikastından sonra Filistin Devlet Başkanı’ndan kurtulma planları yapılmaya başlanmıştı. Ariel Şaron’un, Ebu Ammar’dan kurtulma ve onu hedef alan bir suikast gerçekleştirme tehdidinde bulunduğu bir konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı: “Arafat, hak ettiğini bulacak. O İsrail’in düşmanı ve tüm bu bölgenin istikrarı için bir tehdittir!” ifadelerini kullanmıştı.
Arafat’tan ‘kurtulmanın’ üst düzey resmi bir İsrail kararı olduğunu gösteren şey, Ramallah’taki Mukata binasında onu hedef alan kuşatmaya bazı İsrail tahminlerine göre yaklaşık 20 bin İsrail askeri, 500 tank, 50 savaş uçağı ve 80 askeri buldozerin katılmış olmasıdır. Bunun yanısıra ofisindeki su ve elektrik kesilmişti. Arafat bu sırada “Beni ya mahkum, ya kaçak ya da ölü bir adam olarak istiyorlar. Ben onlara beni şehit olarak ele geçirebileceklerini söylüyorum” diyordu. Burada kesin olan, tüm bunların İsrailli bir kişinin bireysel kararı olmadığı, daha çok İsrail hükümeti ve devletin kararı olduğudur. Büyük olasılıkla bu tekrar yaşanacak. Çünkü kesin olan şu ki, bu hükümet dönemindeki İsrailliler ve Likud grubu barış sürecini temelden istemiyorlar. Bu aşırılık yanlılarının İsrail devletini yönetmeye devam etmesi halinde Yitzhak Rabin’i öldürenler, başkalarını da öldürecek. Ebu Ammar’ı kuşatma altına alanlar Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı (Ebu Mazen) da kuşatacak.
Ebu Ammar’a uygulanan kuşatmanın zirveye ulaştığı noktada kardeş Mahmud Abbas’la (Ebu Mazen) telefonla görüşüp ona Devlet Başkanı Arafat’ın durumunu sordum. Sesinden acı ve keder damlayan bir sesle: “Çok kötü durumda. Onunla konuşmalısın. Seninle konuşmak genelde ona iyi geliyor” dedi. Bunun üzerine onu aradığımda bana şöyle cevap verdi: “Beni yendiler dostum.” Ertesi gün tedavi için Paris’e sevk edildiği ve sonunun trajik olduğu malum. İsrail yönetiminde radikal bir değişiklik olmazsa bu durum kendini tekrar edebilir.
Burada Filistinlilerin İsraillilerle başkenti Doğu Kudüs olan, 1967 sınırlarında bir Filistin devleti ve aynı sınırlarda bir İsrail devleti temelinde iki devletli çözüme ulaşma konusunda ciddi olduklarını vurgulamakta fayda var. Ama sorun şu ki, Binyamin Netanyahu başkanlığındaki bu İsrail hükümetine kesinlikle güven olmaz. ABD Başkanı Joe Biden’dan istenen mezkur verilere dayanarak çözüm bulmak amacıyla İsraillilere baskı konusunda ciddi olması. Aksi takdirde, bu çatışma uzun yıllar devam edecek ve önceki tüm savaşlardan daha kanlı savaşlara yol açacaktır. Bu, İranlıları bu bölgede nüfuzlu hale getirecek. Birçok faktörden dolayı bunları gerçek ve kesin olarak bilen Amerikalılar tarafından anlaşılmalıdır.
Filistinliler ve onlarla beraber olan Araplar, hepsi değilse de, çoğu bu tarihi çatışmayı ancak adil ve kabul edilebilir bir çözüm temelinde sona erdirme konusunda oldukça ciddidir. Bu nedenle, Amerikalıların, yani bu demokrat yönetimin, İsraillileri buna zorlamak için müdahale etmesi zorunludur. Washington’un, İslami direniş hareketi Hamas’ın Fetih Hareketi’ne İsrail devletinin yanında 1967 sınırlarında bir Filistin devleti kurulmasını içeren iki devletli çözüme bağlı olduğunu vurguladığı mesajdan Filistinlilerin ciddi olduğunu anlaması gerekir. Hamas söz konusu mesajda silahsız bir halk direniş hareketi olacağını, yani, İsraillilerin bu tarihi girişime gerçekten cevap vermesi halinde bu hareketin silahlarını ve füzelerini bırakmaya hazır hale geldiğini ancak İsrail bununla ciddi bir şekilde ilgilenmezse bağlı kalmaya devam etmeyeceğini vurguladı.
Hamas ve aralarında Fetih Hareketi’nin de bulunduğu tüm Filistinli grupların İslami Cihad Hareketi tarafından kınanan ve Filistin arenasında hiçbir etkisi olmayan böyle bir adımı atmayacağı kesin. İslami Cihad Hareketi, Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yaklaşan Filistin Ulusal Konseyi seçimlerinden sonra Yahya Sinvar'ı otomatik olarak ‘Askeri kanadın yetkilisi’ ve Gazze Şeridi'ndeki İslami Direniş Hareketi HAMAS lideri olarak kabul etme konusunda isteksizdi. Bu adıma ciddiyet kazandıran, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'in bu konuda yaptığı açıklamada iki devletli çözümün en iyisi olduğunu vurgulaması ve Netanyahu başkanlığındaki mevcut hükümetten farklı bir İsrail hükümeti olmadıkça bu alanda ciddi bir adım atılamayacağını söylemesi oldu.
Sonuç olarak bu ‘olumlu’ dönüşümleri istikrarsızlaştıran şey, Filistin milli servetinin, el-Fetih Hareketi ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile paylaşılmasını talep etme girişiminde bulunan İslami Direniş Hareketi Hamas’tır. Buna hızlı yanıt, bu talebin özünde Filistin projesini etkilediğini ve ulusal bir zenginlik olarak ‘gazın’ Filistin Devleti ve meşru Filistin hükümetinin yetki alanına ait olduğunu söyleyen Filistin Halk Partisi'nden geldi. Geriye yeni bir Yitzhak Rabin başkanlığında bir İsrail hükümeti olmazsa, o zaman bir sonraki hükümetin daha kötü olacağı ve barış olmayacağı, barış süreci bile olmayacağının vurgulanması kalıyor.