Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Feminizm-kurumsal din veya ataerkil din çatışması

Feminizm, modern dönemde kadın-erkek eşitliğinin gerçekleşmesi için  ortaya çıkan çok boyutlu   nitelikte  kadına dair bir düşünce, değer ve  aksiyon hareketidir. Ahlaki ve insani açılardan  kadının ataerkil kurumlar ve erkekler tarafından ezilmesine karşı çıkan ve  ataerkillikle mücadele eden  feminizm, dini kurumlar ve din adamları tarafından  şiddetle eleştirilmekte ve reddedilmektedir. Dini kurumlar ve din adamları, feminizme  din adına  karşı çıkmakta ve feminizmi dinsizlikle suçlayarak tekfir etmektedirler. Dini kurumların ve din adamlarının feminizme sistematik ve kasıtlı bir antipatisi vardır. Dini kurumların ve kişilerin  feminizm antipatisi, politik popülizm  tarafından da  kullanılmaktadır.
Dini kurumların ve  din adamlarının feminizme niçin karşı çıktıkları sorusu  önemlidir. Dini kurumlar ve din adamları, feminizme   aileyi, dini ve ahlakı yıkmak gibi suçlamalarda bulunmaktadırlar.  Dini kurumlara ve temsilcilerine göre feminizm, aileyi yıkmakta, kadınların kocalarını  terk etmesini teşvik etmekte, lezbiyenlik gibi ilişkilerin artmasını sağlamaktadır. Muhafazakar popülizm, feminizmden bir düşman ve tehdit üretme çabasındadır. 
Dini kurumların ve temsilcilerinin suçlamalarına baktığımız zaman, feminizm konusunda   yapay ve yüzeysel bir algılayışın olduğunu söyleyebiliriz. Ataerkilliği kurumsal ve geleneksel dinle özdeşleştiren dini kurumların ve temsilcilerinin feminizmi anlamadıkları ve anlamak için  de hiçbir çaba sarf etmedikleri görülmektedir. Ataerkil dini çevreler, feminizmi basit,  ciddiyetten yoksun, hafif ve alay konusu edilebilecek bir  ideoloji olarak sunma konusunda çok çaba göstermektedirler. Başka bir ifadeyle muhafazakar ve geleneksel çevreler, feminizmle  nitelikli olarak ilgilenmek yerine  ataerkil dinin alay edebileceği ve küçümseyebileceği bir feminizm imajı oluşturmakla ilgilidirler. Feminizmi ötekileştirmek için din adına ortaya konan  dini popülizm, kadın haklarının ve kadın-erkek eşitliği değerlerinin toplumsallaşmasını engellemeye çalışmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Modern dönemde ortaya çıkan feminizm, hukuk, eğitim, çalışma, ekonomi ve siyaset alanları başta olmak üzere hayatın her alanında  kadın-erkek eşitliğini savunan bir harekettir. Modern dönemde ortaya çıkan kadın-erkek eşitliği fikri, ataerkil ve pre-modern nitelikteki kurumsal dine çok yabancıdır. Geleneksel kurumsal dinde, kadın-erkek eşitliği yoktur. Daha doğrusu  geleneksel kurumsal dinde, kadının adı yoktur. Kurumsal geleneksel dinde var olan şey, ataerkilizmdir. Feminizm, kurumsal geleneksel dinin merkezinde yer alan ataerkilizmi  çok güçlü bir şekilde eleştirmekte ve ataerkilizmden  arınmış bir dindarlık inşasının mümkün olup olmadığı  şeklinde güçlü ve çetin bir meydan okuma ortaya koymaktadır.
Feminizm, kadını aileye ve erkeğe hizmet etmekle ilişkilendiren ve özdeşleştiren  geleneksel ve kurumsal dini söylemlere meydan okumaktadır. Feminizm kadının toplumsal hayatın her alanında   birey olarak var olmasını savunmaktadır. İş hayatında  kadınların eşit ücretini, siyasal yaşamda kadınların eşit temsilini, eğitimde kadınlara eşit imkanlar tanınmasını,  ekonomide ve üretimde kadınların eşit girişimciliğini ve  kazancını savunan feminizm,  kadının varlığını eve ve aileye sığdırmakla yetinmemektedir. Evliliğin bir kadının hayatının mutlak nihai amacı olmadığını savunan feminizm, kadının hayatın her alanında  kendisinin belirlediği farklı amaçları gerçekleştirme hakkına sahip olduğunu öngörmektedir. Feminizm, insana dair her aktiviteyi kadının yaşam alanı ve amacı haline getirmektedir. Geleneksel ve kurumsal din ise kadını aile, evlilik ve çocuk üçgeninde  özel hayatla sınırlamaktadır.
Feminizmin meydan okuması karşısında   ataerkil din temsilcileri, Tanrı’nın önünde   kadın-erkek bütün  insanların eşit olduğunu, dünyada ise kadın-erkek eşitliğini sağlamanın mümkün olmadığı şeklinde cevaplar üretmektedirler. Tanrı’nın  huzurunda eşit olan kadın ve erkeğin,  dünyada niçin  eşit olmadığı sorusuna  tatmin edici bir cevap verilmiş değildir. Tanrı’nın huzurunda eşit olan kadın ve erkeğin  dünyada da eşit olmasının önündeki engelleyici güç, erkeklerdir.  Erkekler, dünya hayatında kadınlarla eşit olmayı kabul etmemektedirler. Kadın-erkek eşitliğinin önünde engel olan güç, Tanrı değil, erkektir. Kadın-erkek eşitliğine dair yapılacak bir tartışma, sorunun kaynağı olarak Tanrı’yı değil, erkeği görerek  başlamalıdır. Kurumsal ve muhafazakar dinler, kadın-erkek eşitliğini teolojilerinin merkezi sorunu haline getirmedikleri gibi, ataerkilliği sorunun kaynağı gören yeni bir yaklaşım  geliştirmekten de uzaktırlar.
Kurumsal ve geleneksel  din, feminizmi aileyi  ve aile etrafındaki değerleri yıkmakla suçlamaktadır. Buna karşılık feminizmin de kurumsal dinler hakkında çok ciddi endişeleri bulunmaktadır. Feminizm, geleneksel dinlerin kadın ve insan haklarını zayıflatmasından, din kaynaklı radikalleşmenin ve  şiddetin artmasından endişe duymaktadır. Kadın ve insan haklarının gelişimine  dini kurumların katkısının  çok az olması ve radikal dini hareketlerin  popülizmden beslenerek güçlenmeleri,  kadınlar için  çok ciddi bir kaygı ve korku anlamına gelmektedir. Din kaynaklı tutuculuktan, radikalizmden ve  şiddetten en çok  kadınlar mağdur olmaktadırlar.
Feminizme ve kadına dair eşitlikçi, çoğulcu ve özgürlükçü nitelikte anlamlı, yeni ve verimli  söz söyleme ve pratik ortaya koyma açısından geleneksel ve kurumsal dinler, yeterli ve olgun bir düzeyde değildirler. Din, muhafazakarlar ile kadınlar için  aynı anlamı ifade etmemektedir. Tutucular için din, geçmiş dönemlere ait metinleri, uygulamaları ve kişilikleri günümüzde  gündeme getirmek ve onların tek doğru din olduğunu öne sürmek demektir. Kadınlar ve feminizm açısından din,  ataerkil baskının bir aracı anlamına gelmektedir. Ataerkilliği sürekli olarak üreten, erkek merkezcilikten vazgeçmeyen, erkeklerin iktidarını devam ettirmek için erkekler  tarafından  yorumlanan ve üretilen dini görüş ve uygulamaların, kadınların dünyasında olumlu bir karşılığı yoktur. Din ve ataerkilliğin birbirinden ayrılması, geleneksel kurumların önünde duran çetin bir problemdir. Dinin kadınların ve feminizmin dünyasında yeni ve taze bir anlama kavuşması, kurumlar ve gelenekler yerine maneviyat ve haklarla bütünleşen yeni bir dindarlık  anlayışının ve pratiğinin geliştirilmesiyle mümkün olabilir.  Dinler, kadını ve feminizmi insan hakları, özgürlük ve çoğulculuk bağlamında anlamaya çalışmalıdırlar. Dinlerin, kadın ve feminizm konusundaki anlayışlarını değiştirmeleri ve kadına dair  yeni bir anlam  dünyası ortaya koymaları için  dindarlık  ve ataerkilizmin birbirinden ayrılması gerekmektedir.