Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Musa, Sistani’nin otoritesinden bahsetti ve Rai konuştu!

Amr Musa Arap Birliği Genel Sekreteri olarak 10 yıl boyunca görev yaptığı sırada biriktirdiği anılarını anlattığı bir kitabında Irak’a Araplar olarak her bakmamız gerektiğinde göz önünde bulundurmamız gereken bir şeyden bahsetti!
Musa 2005 yılında Mezopotamya bölgesine bir ziyaret düzenlemişti. Ziyaret programının başında Necef kentinde oturan Irak’ın en yüksek Şii dini otoritesi Ayetullah Ali Sistani ile görüşmek vardı. Aralarındaki resmi görüşme faslı sona erdiği sırada Sistani birkaç dakika yalnız görüşme talebinde bulundu. Tabi doğal olarak Arap Birliği Genel Sekreteri’ne eşlik eden heyet üyeleri salonu terk etti ve salonda yalnızca ikisi kaldı!
Salon boşalır boşalmaz Sistani hızlıca şöyle dedi:
“Sayın Genel Sekreter, sevgili kardeşim Amr Musa sana hatırlamanı istediğim bir şey söyleyeceğim ‘Irak’ı İran’ın kollarına atmayın!’”.
Adamın beş kelimelik ifadesi beni sarstı ve bu sözlerin sahibine iki kez özür borçlu olduğumuzu hissettim; ilki olayların üst üste gelmesinden ötürü 15 yıl önce Arap Birliği Genel Sekreteri’ne verdiği tavsiyeleri çoğu zaman unuttuğumuz için ikincisi de bu sözlerin sahibine işaret ederken her defasında filancanın Şii dini otoritesi diye söz edip bu sınıflandırmanın veya bu tanımlamanın uygun olmadığına ve gerçeği yansıtmadığına dikkat etmeyerek çoğu zaman hata yapmamız dolayısıyla.
Bu şekilde ondan bahsederek hata yapıyoruz. Bu hatayı gelecekte tekrarlamamamız lazım. Biraz önce yaptığım gibi geriye baktığımızda hemen hatamızı düzeltmeliyiz. Böyle bir kişiden söz ederken en uygun lakap Irak’ın en yüksek dini otoritesidir, en yüksek Şii dini otoritesi değil. Sürekli böyle söylemek zorundayız. Ancak asla kendisinin Şiiliğini azaltma arzusundan dolayı değil ki zaten Şii olduğu da sır değil. Böyle söylemeliyiz çünkü kendisi de her tavrında Iraklılığını Şiiliğinin önüne koyuyor. Halk hakkında her konuştuğunda mesele bir aidiyet ve bağlılık meselesiyse, vatanın kendisi için ilk sırada yer aldığını ve diğer her şeyin bir alt kademede olduğunu gösteriyor.
Sistani kendisi için bunun anlamını her etkinlikte dile getirdi ve bunu söyleyip vurgulamaya da devam ediyor. Umarım hayatımızda bunun anlamı sözden fiiliyata dökülür. Sistani bu konudaki düşüncelerini sahada atacağı adımlara ilk çeviren ve bunu basitçe, güven içerisinde, iddiasız ve gösterişsiz bir şekilde uygulayan ilk kişi oldu ve hala da böyle olmaya devam ediyor.
Belki de Papa Franciscus’un bu ayın dördünde Irak’a yaptığı ziyaret sırasında Babil topraklarındaki gezi programında Şii Ali Sistani olmadan önceki Iraklı Ali Sistani ile görüşmeye özen göstermesinin sebebi buydu. Ülkenin güneyinde Necef'te bir araya geldiklerinde, bölgedeki ve dünyadaki en güçlü ılımlı seslerden ikisi arasında ender rastlanan bir buluşma gerçekleşti. Görüşme sırasında, insan aklına hâkim olup yerleşmesi ve tüm insanlık düzeyine taşınması gerçekleşmedikçe ne bölge için ne de dünya için bir kurtuluşun olduğu ılımlılığın galip gelmesi çağrısında bulundular!
Irak’ta Sistani gibi bir sesin daha yüksek çıkması gerekiyor. Her durumda geçerli olan tonunun yerini hiçbir şey dolduramaz. Amr Musa’ya verdiği tavsiye gibi tavsiye, her Arap politikacının Bağdat’a doğru baktığında zihninde olması gerekiyor!
Bu üst düzey dini otorite, konuşmasını birçok kez Tahran’a yöneltti. Konuşmalarında İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in hükümetinin dikkatini şuna çekmekten çekinmiyordu:
Irak’ın İran ile direkt komşu olması, bu komşuluğun İran’ın Irak’ın egemenliğini çiğnemesi, hakkı olmadan ülkenin iç işlerine karışması ve izin almadan aralarındaki sınırın üzerinden atlamasını haklı çıkarmaz!
İranlılar Sistani’nin gücünü bildikleri ve ülkedeki konumunun öneminin farkında oldukları için verdiği tavsiyeleri her seferinde sessiz bir şekilde dinliyorlar. En güçlü zemine bastığını çok iyi bildikleri için onunla bir diyaloğa girmekten ya da ayrılığa düşmekten kaçınıyorlar. Zaten vatanseverlik nasıl en güçlü zemin olmasın ki?! Bizi biraz iyimserliğe iten şey, Sistani’nin bu günlerde bölgede kendi sesine benzer bir ses bulması ve artık vatanın diğer her şeyin üstünde tutulması, aynı ülkenin insanlarını birleştiren bir değer olarak vatanseverlik duygusunun benimsenmesi ve bölgemizde vatanları takdir etmeyen ve ne bir ağırlığı ne de bir değeri olan amaçsız çağrılara cevap verilmemesini söyleyen tek ses olmaması!
Bu ses Lübnan Maruni Patriği Mar Beşara Butros er-Rai’nin sesi. Nitekim Rai de her sabah kalkıp yüksek sesle insanlara Lübnan’ın daha iyisini hakettiğini ve bunun da ancak ve ancak Lübnan’ın, siyasi tabakasının hırslarına galip gelerek mümkün olacağını söylüyor!
Lübnan Maruni Patriği bu ayın 14’ünde Pazar Vaazı sırasında şu ifadeleri kullandı:
“Ordu, Lübnan’ın korunmasından sorumlu tek meşru güçtür. Bu nedenle, ordunun silahlarının yanında herhangi bir yasadışı silahın varlığına meşruiyet verilemez!”
Lübnan Maruni Patriği Lübnan’ın, uluslararası bir konferansa son derece ihtiyacı olduğunu ve Lübnanlıların böyle bir şemsiye olmadan birbirleri ile uzlaşamadıkları sürece bu şemsiye altında toplanmaları gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Rai, böyle bir teklifte bulunan bir adama yakışmayacak şekilde yeterince eleştiri aldı ve sanki hatalı olan oymuş da Lübnan’ı her gün aşağılayanlar çok doğruymuş gibi gösterildi!
Bkerki’de ikamet eden Rai kendisi için hiçbir şey istemiyor. Çağrılarının arkasında bir mevki hırsı yok. Ne şan şöhret ne de para pul derdinde. Saray’da bir sandalye de istemiyor. Ancak mevkiden ve pozisyondan daha yukarıda bir şey istiyor. Her Lübnanlı ile birlikte Rai de, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın söylediği gibi sedir ülkesinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu görünce üzülüyor. Her Lübnanlı ile birlikte Rai de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Lübnan'daki siyasi sınıfın ülkesini hak etmediğini söylediğini duyduğunda sıkıntı ve ıstırap çekiyor. Maruni Patriği, bildiğimiz Lübnan’ı ayrım gözetmeksizin tüm halkına yeniden vermek istiyor. Hiç şüphesiz böyle bir isteğin içinde kişinin mevkisi ne olursa olsun yalnızca ülkenin çıkarı yatar. Nasıl bir pozisyonda olursa olsun ölüp gidecek bir kişi için çalışmak yerine vatanın geri kalanını kurma arzusu yatar!
Lübnan Maruni Patriği’nin bu çağrısı, daha önce Birleşmiş Milletler (BM) tarafından çıkarılan 1559 sayılı kararı destekleyen çağrısından farklı değildi. Söz konusu kararda ülkede ordunun silahlarından başka silahların tanınmadığı ifadeleri yer alıyor. Dolayısıyla Hizbullah’a ait olsalar bile başka hiçbir silah, ordunun silahları ile rekabet edemez. Ancak bu kez çağrı vatanseverliğinden hiçbir şekilde şüphe edilemeyecek Lübnanlı bir adam tarafından geldi, dışarıdan uluslararası bir kararla sınırların ötesinden değil!
Sistani’nin sesi sadece Irak'ta değil, tüm bölgede ve tüm kuytu köşelerde duyulmalı. Aynı şekilde Lübnan Maruni Patriği’nin sesi de Beyrut’ta duyulmalı. Her ikisi de halka açık bir şekilde söylenmesi gerekenleri ifade etme cesaretine sahip. Ancak en önemli olan şey de piyasada zor bulunan bir özellik olan ya da bölgenin her şekilde tutunmak istediği bir can simidi gibi görünen ılımlılıktan yoksun değiller!