Sam Mensa
TT

Devlet ile devletsizlik arasında Suriye'nin geleceği

Suriye çatışması 11’inci yılına girerken devlet ve halk olarak Suriye'nin geleceği etrafında acil bir soru dönüyor. Suriye’nin içinde bulunduğu muazzam iç savaş ateşinden çıkacak geleceğin özelliklerini tahmin etmeye çalışırken iz düşüm olarak Lübnan modeli kullanılabilir, çünkü bugün Suriye’nin durumu, Lübnan’ın uzun savaşlarından sonraki durumuna benziyor.
Anlamsız Suriye savaşı, uluslararası toplumun ulaştığı eşi görülmemiş ikiyüzlülük ve zayıflığı gösteren küresel bir sessizliğin ortasında ister sivillere karşı işlenen ihlaller, isterse dış müdahalenin kapsamı ve sinsi etkenleri açısından en korkunç iç savaşlardan biri olarak kaydedildi. Taş, toprak ve insanlara uzanan tüm yıkıma rağmen, genel izlenim Rusya ve İran'ın bölgedeki nüfuzlarını sağlamlaştırmak için Devlet Başkanı Beşşar Esed'i boğulmaktan kurtarmakta diretmeleri, bazı Arapların rejimine bir alternatif oluşturacak ciddi bir Suriye muhalefetinden umutlarını kestikleri için onu yeniden kucaklama girişimleri, rejimi etkilemeden sadece insanları daha da yoksullaştıran uluslararası ve Amerikan yaptırımlarının başarısızlığı nedeniyle kazandığını gösteriyor. Her şeyden önce Suriye'nin geleceğinin İran, Rusya, Türkiye ve ABD’nin yabancı varlığı ve rolleri ile İsrail müdahalesi başta olmak üzere birçok faktöre bağlılığının gün gibi ortada olduğunu söylemeliyiz. Zor ekonomik koşullar, mültecilerin ve yerlerinden edilmiş kişilerin kaderi, yerel toplulukları etkileyen tüm demografik değişiklikler de bu faktörler arasında yer alıyor.
Yarının Suriye’sinin hiçbir şekilde savaştan önceki Suriye’ye benzemeyeceğini kabullenelim. Büyük olasılıkla uluslararası sınırları olduğu gibi kalacak ve Şam’da bir hükümet bulunacak, ama Lübnan gibi, yerel taraflar arasında çekişmelerin, yabancı veya Arap himayesinde müzakerelerin sürmesi için iki arada veya devlet ile devletsizlik arasında gri bir bölgede kalmış zayıf bir ülke olmaya devam edecek. Birçok düzeyde yaşanan bitkinlik ve tükenme ile Suriye halkının çektiği acılar nedeniyle son 10 yılda tanık olduğumuz kadar şiddetli çatışmaların geri dönmesi zor. Elbette istikrarsız siyasi ve ekonomik durumun ortaya çıkarabileceği yeni veya eski muhalif gruplarla zaman zaman silahlı çatışmaların yaşanabileceğini göz ardı etmiyoruz.
Yakın gelecekte Rusya, İran, Türkiye ve ABD askeri varlığının devam etmesi ihtimali nedeniyle yine Lübnan gibi Suriye de yabancı vesayet altına girecektir. Bunlardan her birinin rolü ve boyutu, Suriye’de uzlaşıya yönelik yaklaşımları farklı olacaktır. Suriye'deki Amerikan varlığının geleceği, yeni bir yönetimin gelişi ve ABD’nin Türkiye ve Kürtler ile iç içe geçen ilişkileri nedeniyle belirsizliğini korusa da, Rusya, elde ettiği konumu terk etmeyecektir. İran da bölgeye yönelik onlarca yıllık ideolojik, siyasi ve askeri genişleme çabalarından feragat etmeyecektir. Dolayısıyla bu ikisinin ülkenin geleceğini şekillendirmedeki rolleri çok önemli olacaktır.
Bugüne kadar, Suriye'deki Rus müdahalesi, birkaç şapka değiştirdi. İlk şapka, devleti parçalamaya çalıştıklarını düşündüğü kişilere karşı rejimin yanında savaşan savaşçı şapkasıydı. Ardından sadece rejimin değil başının da şiddetli savunucusu, anlaşmazlığa siyasi bir çözüm arayan tarafsız diplomatik arabulucu şapkalarını giydi. Cenevre müzakerelerini sabote etmesi ve Astana müzakerelerindeki başarısızlığı ile Moskova'nın Suriye'de ciddi bir şekilde siyasi ve anayasal reformların temelini atmaya çalışmadığı, bunun yerine vizyonunun Esed’in şahsında rejimin başını koruyarak bir çözüm ve siyasi istikrar sağlamakla sınırlı olduğu görülüyor. Beşşar Esed’i makamında tutmak için gelecek Mayıs ayında cumhurbaşkanlığı seçimlerini düzenlemekte diretmesi, rejimin Esed olmadan korunmasına yol açabileceği için BM’nin seçimleri denetlemesine izin vermemekte ısrar etmesi bunu apaçık gösteriyor. Rusya Esed’e bağlı kalmakta direterek, Batı’nın Suriye’nin yeniden inşasına katılımını da riske atıyor. Bu da, Moskova’nın aslında yapısal reformlar yoluyla ekonomik canlanma gerçekleştirmekle ilgilenmediğini gösteriyor.
İran'ın varlığına gelince, daha karmaşık ve tehlikeli çünkü Rusya gibi askeri ve siyasi varlıkla sınırlı olmayıp, Suriye'nin sosyal dokusuna kök salmış. Bu varlığı, devriminden bu yana bölgeye yönelik on yıllarca süren yatırımların bir sonucu olduğundan bugün ve özellikle de Irak ve Yemen’de elde ettiği nüfuzla birlikte kendisinden vazgeçmesi zor. Baba oğul Esadların başını çektiği Suriye rejimi, İran'ın Arap bölgesindeki nüfuzu için bir lokomotif ve fırlatma rampası oluşturdu. Bunun en büyük tezahürlerinden biri Lübnan'da Hizbullah’ın kuruluşudur. Mezhep, iki rejim arasındaki ittifakın kurulmasında önemli bir rol oynadı, öyle ki bu ikisi aralarında ayrım yapılması zor Siyam ikizleri gibi oldular. Ne yazık ki, Amerikalılar ve Avrupalılar bunu anlamakta zorlanıyorlar. Bu sebeple, İran'daki rejimin Suriye'den vazgeçeceğini düşünmek saflık, çünkü bu Lübnan'dan vazgeçmesi anlamına geliyor. İran'ın stratejik emellerine dair yaygın verilere göre de bu neredeyse imkansız.
Rusya gibi İran da Suriye'de siyasi, anayasal ve ekonomik reformlar yapmakla ilgilenmiyor, bundan ziyade Beşşar Esed ve emelleri için neyi temsil ettiğiyle ilgileniyor. Ülkenin ulaşmış olduğu tükenmişlik hali de bölgeye ekmeye çalıştığı direniş toplumlarıyla uyumlu. Rusya ve İran’ın Suriye'deki varlıklarının etmenleri farklı olsa da, aralarındaki ittifak, her birinin kendi çıkarlarına hizmet eden belirli bir gündeme göre devam ediyor. Bu ittifakı bozma üzerine oynanan bahis, temel alınabilecek bir gerçekten ziyade bir temenni olmayı sürdürecektir. Moskova'nın, özellikle İsrail'e verdiği Suriye'deki İran varlığını engelleyebileceğine dair işaretlere gelince, Suriye ve İsrail arasında varılacak bir uzlaşmanın Moskova'nın İran'ın rolünü sona erdirmesini sağlayacağını pazarlama girişimi gibi bir efsanedir.
Türkiye'nin Kürtlere karşı düşmanlığı devam ettiği sürece, Suriye kendisi için bir tampon bölge oluşturacağından kuvvetlerinin çekilmesi pek olası değil. İsrail'e gelince, Suriye'de kendisini ilgilendiren tek şeyin İran olduğuna ve tek endişesinin, Suriye'den kendisine İran füzeleri atılması tehlikesinden kaynaklandığına inananlar var. Dolayısıyla kendisine güvenceler verildiğinde İran’ın varlığına göz yumabilir. Bazı diplomatik çevreler, İsrail'in güvenliğine zarar vermeyecek bir İran varlığı konusunda Rusya, ABD, İran, Türkiye ve İsrail arasında bir anlaşmaya varılabileceğine inanıyorlar. Bir başka görüş ise Başbakan Binyamin Netanyahu'nun destekçileri dışındaki İsraillilerin bu konuda hiçbir garantiye güvenmediklerinde ısrar ediyor. Bu ay sonunda düzenlenecek İsrail seçimlerinin sonuçları sahneyi daha fazla aydınlatabilir.
Sonuç olarak, Esed ortak bir Rus-İran vesayeti şemsiyesi altında ve temel siyasi, anayasal ve ekonomik reformlar olmaksızın yerinde kalacak. Lübnan'da olduğu gibi ulusal ordunun altı oyulacak, ancak Lübnan’dan farklı olarak bu, Hizbullah gibi silahlı milis gruplarının yanı sıra iki vesayet gücüne bağlı, makul olanı inkar etmelerine olanak tanıyan ve mantar gibi büyüyen özel güvenlik şirketleri aracılığıyla gerçekleşecek.
ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere uluslararası toplum muhtemelen Esed'i tanımayacak. Gelgelelim Suriye halkına yardım etme ihtiyacı, Şam'daki hükümetle farklı derecelerde de olsa bir tür anlaşmanın kapısını açacak. Tüm bunlar Suriye'yi Lübnan gibi iki arada bir derede kalmış, alacakaranlık, devlet ile devletsizlik arasında muallakta bir ülkeye, bölgesel ve küresel hesapların görüleceği bir arenaya dönüştürecek.
Peki, bütün bunların arasında Suriye halkı ne olacak?
Sorun şu ki, on yıllarca süren diktatörlük ve her türlü baskı, işkence, cinayet, aşağılama ve yerinden edilme yöntemlerine maruz kaldığı 10 yıllık yıkıcı savaş, Suriye halkında kendisini felç eden ve çaresiz bırakan siyasi bir boşluk yarattı. Nedenleri farklı olsa bile o da Lübnan halkı gibi görünmez hale geldi. Savaşın başında dönüştürücü bir rol oynamaya çalışan Suriyeli siyasi elitlere gelince, etkisiz olduklarını, aralarındaki siyasi anlaşmazlıkların boyutu, çözüme yönelik birleşik bir vizyona ve çerçeveye sahip olmamaları ile Lübnanlı elitlere benzediklerini kanıtladılar.
Suriye'nin geleceğini şekillendirme sürecindeki en büyük eksiklik, Arapların rolüdür. Nedeni de tüm Arap dünyası ya da ondan geriye kalanlar düzeyinde bölgesel olmaktan ziyade ulusal hale gelen endişelerin birbiriyle çelişmesidir.