Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Sudan'ı parçalayan barış!

Silahlı grupların Hartum’a girişini gösteren videoların yayınlanması, vatandaşların kaygılarını artırıyor. Konu hakkındaki tartışmlar, sosyal medyanın gündemi oldu. Buna, vatandaşların çokça şikâyet ettiği güvensizlik durumu ve ülkedeki toplumsal barış ve istikrarı tehdit edebilecek ırkçı söylemin tırmanması eşlik ediyor. Garip bir şekilde hükümet tüm bu olaylar karşısında sessizliğini koruyor. Sanki Hartum'un merkezinde değil de bir başka ülkede bunlar yaşanıyor. Tuhaf olan bir diğer husus, başkente ağır silahlı kuvvetlerini getiren hareketlerin, bunu geçen ekim ayında imzalanan Cuba Barış Anlaşması'nda yer alan güvenlik düzenlemelerine göre yaptıklarını söylemeleridir.
Hangi güvenlik düzenlemesi silahlı kişilerin başkentin kalbine taşınmasına, parkları ve meydanları işgal edip askeri kışlaya çevirmesine izin veriyor? Ayrıca yine hangi güvenlik düzenlemesi insanlar arasında endişeye neden olan ve silahlı çatışmalara ilişkin korkuları artıran bu tür olayların önünü açıyor?
Bu endişeler yersiz vehimlerden ibaret değildir. Nitekim bu hareketlerden bazı militanlar arasında çıkan çatışmaların ardından polis müdahale etti. Bu hareketlerin bazılarının kavgalar ve çatışmalarla dolu bir geçmişinin olduğu sır değil.
Silahlı hareketlerin keyfi ve düzensiz bir şekilde başkente girişine izin veren güvenlik düzenlemelerinde büyük bir kusur olduğu açıktır. Konuyla ilgili konuşan bütün eski askeri personel ve uzmanlar, başkente girmelerine izin verilmeden önce güçler için kışlaların hazırlanacağının ve bunların yerleşim yerlerinden uzakta kurulacağının planlandığını teyit ettiler. İlgili makamlar bu konuda başarısız olmalarının yanı sıra barış anlaşmasının imzalandıktan sonra altmış gün içinde başlaması öngörülen savaşçıların entegre ve terhis süreçlerinde de geç kaldılar. Bu durum, silahlı hareketler tarafından, güçlerini başkente getirip hükümete baskı yapmanın bahanesi oldu. Bunlar, Ömer el-Beşir'in son günlerinde rejimini korumak ve ona karşı çıkan devrimi bastırmak için Hartum'a getirdiği Hızlı Destek Güçleri’nin deneyimini de taklit etmek isteyebilirler. Fakat bu güçler bir noktada onu terk ettiler ve sonrasında devrimin yanında yer alıp askeri-politik denklemde ‘zor bir bilinmeyen’ haline geldiler.
Diğer silahlı hareketlerin liderleri, güçlerinin başkentte bulunmasının, bu dönemdeki herhangi bir siyasi düzenlemede kendileri için bir koz olduğunu düşünüyorlar. Ayrıca bazı liderlerin, güçlerinin başkentten çıkışını, Hızlı Destek Güçleri’nin çıkışına bağladıkları da söyleniyor.
Silahlı hareketlerin savaşçılarının düzenli silahlı kuvvetlere entegre edilmesine ilişkin konuşmalar hala gizemini koruyor. Bu, kesinlikle kolay bir süreç olmayacak. Bu güçler düzenli askeri eğitim almadılar. Ayrıca aralarında düzenli kuvvetler hiyerarşisinde karışıklığa neden olacak yüksek askeri rütbelere sahip kimseler bulunuyor. Oldukça hassas bir denge kurulmazsa bu durumun subaylar arasında hoşnutsuzluğa sebep olması kaçınılmazdır.
Bu hareketlerden bazılarının, barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana, sayılarını artırmak amacıyla yeni askerleri çekmek için askeri rütbeler dağıtması ve satması hakkındaki konuşmalar dikkat çekicidir. İki gün önce bir kişinin, albay rütbesine sahip olduğunu gösterecek gerekli kıyafetleri aldığını gösteren bir video yayınlandı. Ancak mesele sadece birtakım konuşmalardan ve videolardan ibaret değil. Çünkü bu hareketlerin liderlerinden olan Egemenlik Konseyi Üyesi ve Devrimci Cephe Başkanı Dr. Hadi İdris bunu açıkça dile getirdi. Basında İdris’in, bazı silahlı hareketlerin ‘sayılarını artırmak ve ordu ile entegre sürecinde ağırlıklarını korumak amacıyla’ askeri rütbe sattıklarını söylediği yer aldı. Aynı zamanda bu entegrasyonun gecikmesinin temelinde ‘gerekli kaynakların eksikliğinden’ daha fazlasının bulunduğunu söyleyen sızıntılar da var. Bazı silahlı hareketler, kendilerini feshetmeden, üyelerini düzenli kuvvetlere entegre etmeden ve bazılarını terhis etmeden önce söz konusu entegrasyonun Hızlı Destek Güçlerini de içermesini şart koşuyor.
Hızlı Destek Güçleri’nin silahlı kuvvetlere entegrasyonu şimdiye kadar yalnızca bir konuşmadan ibaret kaldı ve pratikte konuyla ilgili herhangi bir adım atılmadı. Hareket liderliği, hiyerarşisi ve kaynakları ile birlikte paralel bir güç olarak faaliyetini sürdürmektedir. Ayrıca bağımsız bir şekilde silahlanmaktadır. Bu durum, diğer silahlı hareketlerin liderleri tarafından, güçlerinin dağıtılması ve entegrasyonu sürecini yavaşlatmanın bahanesi olarak kullanılmasının yanı sıra hükümete baskı yapabilecekleri bir koz olarak görülmektedir.
Konunun ciddiyeti, uluslararası tarafları, hükümeti barış anlaşmasının maddelerinin uygulanma sürecini hızlandırmaya çağırmaya sevk etti. Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) Entegre Geçiş Yardımı Misyonu (UNITAMS) Başkanı Volker Perthes, üç ordunun varlığında, ülkede hiçbir şekilde barış ve istikrarın sağlanamayacağını söyledi. Perthes bununla muhtemelen Cuba Barış Anlaşması'nı imzalayan veya hala dışında olan silahlı hareketlerin güçlerini, Hızlı Destek Güçleri’ni ve silahlı kuvvetleri kastediyor. Fakat gerçek şu ki ülkede bundan çok daha fazla sayıda ‘ordu’ bulunuyor. Zira silahlı hareketlerin yıllar içinde kendi aralarında bölünmesiyle yeni hareketler ortaya çıktı.
Sudanlılar, Darfur, Güney Kordofan ve Mavi Nil'deki savaşların sona ereceğini, eski rejimi deviren halk devriminin hedeflerine ulaşmasına yardımcı olacak bir ortamın yaratılmasının kolaylaşacağını ve ülkede güvenlik ve istikrarın sağlanacağını ummuşlardı. Ancak barış anlaşmasından bu yana tanık olduğumuz şeyler bundan çok uzaktır. Eğer taraflardan biri memnun, diğerleri ise durumdan rahatsızsa ve insanlar güvenliklerini tehdit eden tehlikeleri hissediyorlarsa barış kesinlikle sağlanamayacaktır. İlk defa, kuzey halkının silahlandırılması ve ittifaklar kurulması için harekete geçilmesi çağrılarını işittik. Bu çağrıların çoğu, silahlı hareketlerden bazısının ırkçı söylemlerine yanıt olarak yapıldı.
Sudan bu halde devam ettiği takdirde talihsiz sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır. Hükümetten, insanların endişelerini gidermesi ve barış anlaşmasının yarattığı karşılıkların üstesinden gelmesi isteniyor. Darfur, Batı, Güney ve Kuzey halkından şiddet ve parçalanma mantığını reddeden aklı başında olan kimselerin, sonra vicdan azabı çekmemek ve pişman olmamak için ırkçılığa, nefret söylemine, şiddete ve silahlara karşı geniş ve organize bir şekilde hareket etmeleri gerekiyor.