Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Devletin güvenliği tamam, ya vatandaşın güvenliği?

Güvenlik ihtiyacı, Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde ikinci sırada yer alacak kadar önemli bir noktadadır. Modern devletin oluşmasıyla birlikte, bir devletin vatandaşı olmaktan dolayı edindiğiniz haklardan biri de güvenliğinizin sağlanmasıdır. Bu anlamda temel ihtiyaç olan güvenlik, devletin kolluk kuvvetleri, hukuku, yasası ile meşru şekilde sağlanır, sağlanmalıdır.
Güvenlik konusu, farklı anlayışlar tarafından farklı olarak tanımlanmıştır. Ancak uzun süre boyunca devletle ilgili teorilere hakim olan realist güvenlik anlayışı, güvenliği tanımlarken, sadece devletin güvenliğinin gerekliliği üzerinde durur. Buradan hareketle, devletin güvenliği sağlandığında vatandaşın güvenliği de doğal olarak sağlanmıştır, tezini savunur.
Realist güvenlik anlayışları, özellikle bazı devletlerin vatandaşlarını korumadığı ve hatta vatandaşlarına karşı baskı ve şiddet uyguladığı durumlar ortaya çıktıkça ve devlet şiddeti arttıkça eleştirilmeye başlamıştır. Bunun sonucunda farklı güvenlik anlayışları ortaya çıkmıştır. Bu yeni güvenlik anlayışları, bireyin güvenliğinin de güvenlik konularına dahil edilmesi gerektiğini oldukça isabetli biçimde savunmuştur.
Devletler, ortalama olarak vatandaşlarının güvenliğini sağlarlar ancak devletler kendi güvenliklerini birincil olarak öncelerken, güvenliklerini sağlamakla yükümlü oldukları vatandaşların güvenliğini genel olarak ikinci plana atarlar. Gerek devlet olmadığı halde devletmiş gibi davranan iktidarlar olsun gerek gelip geçici bir iktidar olduğunun farkında olanlar olsun devleti yönetenler, temel gereksinimler içinde yer alan güvenlik konusu üzerinden mesele oldukça mühim olduğu için siyasi hesaplar yaparlar ve vatandaşın teveccühünü güvenlik meselesi üzerinden kazanmaya çalışırlar. Bunun sonucunda “biz olmazsak düşmanlar gelir ülke işgal edilir, biz olmazsak teröristler ülkenin temelini dinamitler” anlayışıyla korkuttukları kitleleri kendilerine itirazsız biçimde bağlarken, bazen reel düşman olmasa da suni bir düşman tasavvuru oluştururlar ya da terörle gerçekten bağı olanlar bir yana terörle bağı olmayanları da terörist kervanına dahil ederek kitleleri korkutur, sindirir, endişelendirir ve kitlenin güvenliğinin, kendi güvenliklerine bağlı olduğunu iddia ederler ve kitlenin genelini de buna inandırırlar.
Devletler ve vatandaşlar için elbette gerçek bir düşman tehdidi, gerçek bir terör tehdidi yoktur denilemez. Mutlaka bu tehditler vardır ve devletler bu konuda gerekli önlemleri alırlar, almaları da gerekir. Hatta en fazla bütçe güvenlik için ayrılır ve devletin vatandaşlarının da buna bir itirazı olmaz. Ancak daha önce de ifade ettiğim gibi güvenlik konusunda devletin güvenliğinin sağlanmasının tüm vatandaşların güvenliğini sağlayacağı söylemi öyle çok vurgulanır ki sonunda vatandaşlar da buna inanır. Buna göre davranır. Ve hatta devletin güvenliği için gösterdikleri ihtimam ve özeni kendi güvenlikleri için göstermezler. Hatta vatandaşlar kendi güvenliklerinin neden geri plana atıldığını dahi sorgulamayı düşünemez hale gelirler…
Suç elbette sıfıra indirilebilecek bir durum değildir. Dünya üzerinde suçun sıfıra indiği bir dönem de olmamıştır. Bununla birlikte suç oranlarının düşürülmesi hedef olmalıdır. Bu anlamda cezai yaptırımlardan tutun da ıslah edici yöntemlere kadar birçok yöntem kullanılır. Sorun suçun sıfıra indirilememesinden ziyade suçu huy edinmiş, suç makinesi haline gelmiş kişilerin cezai bir yaptırım ya da ıslah edici bir tedaviden geçirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Vatandaşların güvenliğinin ikinci plana atılması problemi de tam olarak burada ortaya çıkmaktadır.
Şiddet içeren haberlere katlanamadığı için mümkün mertebe uzak durmaya çalışan, bu tip haberleri takip etmemeye çabalayan biri olsam dahi sürekli haber takip etmeyi gerektiren bir meşgalem olduğu için maalesef sık sık bu haberleri okumak zorunda kalıyorum. Hatta işlenen suçun haber olması sonrasında unutulup gittiği durumlarda akıbetini araştırma gereği duyuyorum. Zira devletin güvenliği kadar vatandaşın da güvenliğinin önemli olduğunu, devletin biz vatandaşlarına güvenlik sağlama sözü verdiğini, vatandaş olduğum için bu haklardan yararlanmam gerektiğini gayet iyi biliyorum.
Her gün ama her gün en az bir tanesinden haberdar olduğumuz şu şiddet haberlerine kısaca bakalım….
“19 ayrı suçtan kaydı olan kişi sevgilisi olan kadını sokakta döverken kadını kurtarmak isteyen bir vatandaşın saldırısına uğradı.”
“2014-2019 yılları arasında firar eden hükümlüler tarafından 2'si 18 yaşından küçük, 19'u kadın, 3'ü çocuk tam 41 kişi bıçak ve tabanca ile katledildi.”
“Cezaevinden izinli çıktı cinayet işledi.”
“İnfaz yasası ile cezaevinden tahliye olan eski hükümlü, tartıştığı arkadaşını kafasını taşla ezerek öldürdü.”
“Eşi tarafından öldürülen kadın tam 17 kez şikayette bulunmuş ve korunma talep etmiş.“
Aslında bu açık cezaevinden kaçış ve akabinde suç işleme konusu bir cezaevi firarisi tarafından gencecik bir kızın hiçbir sebep olmaksızın öldürülmesi sonrası sıkça konuşulmuştu. Elbette cinayetin sebebi olmaz, ifade etmeye çalıştığım ve tüm Türkiye’yi infiale sürükleyen olay, yoldan geçerken gözüne kestirdiği birini öldürecek birinin açık cezaevine alınması ve buradan firar ederek cinayet işlemesiydi. Bu sadece vatandaşın tepkisini değil devletin de tepkisini çekmişti ve Adalet Bakanı Gül ve TBMM Başkanı Şentop bu geçişlerdeki sorunu dile getirmişti. Ancak aradan geçen aylara rağmen pek bir değişiklik olmadı.
Kanunu yazarak anlaşılmayacak hukuk terminolojisi ile okuru sıkmamak adına özetliyorum; "Cezalarının toplamı 10 yıldan az olan hükümlüler, cezalarının sadece 1 ayını kapalı cezaevinde geçirmek, “iyi halli” olmak ve koşullu salıverilme süresine 7 yıl veya daha az kalması kaydıyla açık cezaevine ayrılma hakkına sahip oluyorlar. Cezalarının toplamı 10 yıl veya yukarı olan hükümlüler ise, toplam cezalarının onda birini herhangi bir cezaevinde geçirmek, “iyi halli” olmak ve koşullu salıverme süresine 7 yıl veya daha az kalması şartıyla açık cezaevine ayrılma hakkına sahip olabiliyorlar.” Buna COVİD-19 salgını nedeniyle yapılan değişiklikler de eklenince maalesef birçok suçtan kaydı olan ve ceza almış olan kişiler kolayca açık cezaevine geçebildi ya da başka bir hüküm uyarınca denetimli serbestlikten faydalanabildi. Ceren Özdemir cinayeti sonrası bu durum eleştirilse de maalesef suç işlemeyi huy edinmiş kişiler, bu gerçeği bildiği için basit bir matematik hesabı yaparak “şu kadar cezası olsa da yatarı yarısı kadar ya da yatarı yok” diyerek suç işlemek konusunda maalesef cesaret buldu. Nisan 2020 itibariyle İnfaz yasası Resmi Gazete'de yayımlandı. “Cezaların infazında yarı oranında indirime gidileceği kesinleşti; terör, cinayet, uyuşturucu ve cinsel suçlar ise kapsam dışı bırakıldı. Açık cezaevindeki hükümlüler ise COVİD-19 salgını nedeni ile geçici süre ev iznine çıkabilecek duruma geldi. Aslında bu değişikliklere yönelik eleştirilerden biri de “iyi hal” konusuydu. Hükümlülerin iyi hali, 1 Ocak 2021'den itibaren en geç 6 ayda bir idare ve gözlem kurulunca yapılacak değerlendirmelerle belirlenecek hale getirildi.
Ceza indirimi, iyi hal indirimi, belli yılın altındaki cezalarda hapis cezasının kaldırılması, açık cezaevine geçiş, denetimli serbestlik gibi durumların elbette istisna olan kısımları var, terör, cinsel içerikli suçlar, cinayetler bu durumda istisna tutulabiliyor. Ancak en temel istisna terör ve örgütle ilişkili suçlar için uygulanıyor. Yani devletin güvenliği, ülkenin güvenliği söz konusu olunca herhangi bir indirime gidilmiyor ancak vatandaşın güvenliği söz konusu olunca indirime gidilebiliyor. “Terör sadece devleti, ülkeyi hedef almaz, bireyleri/vatandaşı da hedef alır, bu nedenle güvenliği devlet-vatandaş olarak neden ayırıyorsunuz” şeklinde itirazlar olabilir. Onlara cevaben daha önce ifade ettiklerimi tekrar edeyim; evet terör ve örgütlü suçlar ülke ve devleti hedef alırken vatandaşı da hedef alabilir ancak “vatandaşı hedef alan suçlar devleti ve doğrudan ülkeyi hedef almadığı için mi indirme gidilebiliyor” diye bir soru sormak ülkenin güvenliğini dikkate almamak anlamına gelmemektedir.
Geçtiğimiz hafta 30 ayrı suçtan poliste kaydı olan bir kişinin husumet yaşadığı işitme engelli bir kişiye yaptığı işkence sonrasındaki görüntüleri sosyal medya üzerinden paylaşması, geçtiğimiz ay gazetecilere ve siyasetçilere saldıran kişilerin serbest bırakılması, geçtiğimiz günlerde cezaevinden firar eden birinin eşini öldürmesi… Bu ve bunun gibi onlarca suç, cezaevinde tutuklu olması gerekirken serbest bırakılmış kişilerce işlenince ve hemen hemen her gün buna benzer bir şiddet olayının mağdurları hastanede yatarken ya da korkudan kaçarak hapis hayatı yaşarken, bu suçları işleyenlerin serbest olması sonrası en temel ihtiyaçlarından biri güvenlik olan bir vatandaş olarak sormak istedim; devletin güvenliğinin sağlanması önemli, sağlansın tamam da ya vatandaşın güvenliği, ya benim güvenliğim, ya 17 yaşında hamile bir çocuğun korunma talep etmesine rağmen eşi tarafından vahşice bıçaklanarak öldürülmesi sonrası kadınların güvenliği, ya doğmamış çocukların güvenliği?