Ömer Özkaya
Yazar
TT

Ortadoğu'da yakın tarihe dönüş

Zeus üzgün duran tanrılara şaşırmış bir tavırla bakmakta ve insanların Tanrıları bile zıvanadan çıkaran davranışlarına ve yaşamlarına katkı sağlanamaz olduğunu bilmenin ıstırabını yaşamaktadır. Tanrılara seslendi:
 - Bu mâbetlerde (tiyatrolarda) insan yaşamının eylemlerinin sonuçlarının nasıl olacağını yani kutsal kitapların tüm açık ve gizli anlamlarını 'tanrılar savaşları' ve 'tragedyalar' halinde yıllarca anlattık. Aldığımız mesafe ne yazık ki her defasında daha da trajik olmuştur, bu da zaten tarafımızdan öngörülmüştür.
İnsanı, aklı ve açlıkları delirtecektir. Tanrılar olarak insanlara aktarmadık bilgi bırakmadık. Tanrılaşma eğiliminin yolunu ve ilkelerini belirledik. Tanrılaşmak için öncelikle "yok olmak" ve dürtülere karşı sürekli savaşarak onları kontrol altında tutmak gerektiğini vurguladık. Buna rağmen dürtüler ve aklın oyunlarının Tanrıları bile ayağa düşürebileceğini sonsuz örneklerle gösterdik. "Tanrılık matematiksel bir olgudur" diye her yere anıtlar inşa ettik. "Matematik bilmeyen", yani "Tanrı'yı bilmeyen", yani "hesap bilmeyen, insanların içine çıkmasın" diye ısrarla anonslar yaptık. İnsanı mahveden tüm herşeyi ve kutsal öğretilerdeki tüm sırları kitlelere açıkladık.
Coğrafyaların, denizlerin, göklerin, yerlerin ve herşeyin ilmini tanrıları tarafından tüm açıklığı ile gökyüzünden anlattığımız halde insanın akılla, yani matematiksel olarak, yani ölçüyle hareket etmeyeceğini bildiğimiz için de mahşerde hepsini, "Niye Evren'in, Dünya'nın ve yaşamın matematiğini kaybettiniz?" diye sorguya çekeceğimizi de belirttik. Herşeyi bilmemize rağmen niye üzülüyoruz?
Bu antik çağ metni, insanların sürekli form değiştirerek matematiksel yaşamdan uzaklaşacaklarını, sonuçları olumsuz eylemlerden kaçınmayacaklarını genel veri olarak kabul etmektedir.
Antik Yunan, Sümer ve Mısır'dan günümüze kadar gelen okült okullar, coğrafyaların, insanların ve tanrılaşmanın sırlarını bildikleri için Zeus bilgisi ve öngörüsü doğrultusunda insanlara sayısız uyarılarda bulunmuşlardır.
Niall Ferguson'ın "Hazin Savaş 1914-1918" adlı kitabında Birinci Dünya Savaşı esnasında ve sonunda savaş karşıtı tablonun çok acı ve ilginç bir tablosu resmedilmektedir.
Avrupa'da savaş karşıtı on binlerce makale ve binlerce kitap yazılmıştır. Savaşın en büyük felaketlerden biri olduğuna dair olağanüstü yayın dalgası sürerken, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa, İkinci Dünya Savaşı'nın yoğun bir hazırlığını yapmaktadır.
Bu savaş karşıtı yayın bombardımanından sadece 21 yıl sonra ise İkinci Dünya Savaşı başlamıştır.
Savaşın tüm dehşeti en ince ayrıntılarına kadar irdelenir ve lanetlenirken, yoğun bir farkındalık oluşturmaya çalışılırken, bu makaleleri ve kitapları okuyanlar çok daha ağır bir savaşın hazırlıklarını yapıyorlardı.
Bir daha savaşmamak için en güçlü konuma geçmek çabası, yeni savaşların tohumu olmaktadır. Var olmak, yaşamak istedikçe ölmek gibi, savaştan kaçınmak yeni savaşa yol açmaktadır.
Antik çağ metinleri iyi okunup anlaşılmadığı için, daha doğrusu yanlış bilindiği için, yüzyıllardır insanlar ve devletler aynı coğrafyalarda, aynı savaşları yaparak farklı sonuçlar beklemektedirler.
Cennet'ten kovulan Ademoğlu'nun Dünya'da bir cennet yaratamayacağını ve onun konforuna yeniden sahip olamayacağını sürekli dikte eden tarih, bir kez daha bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Dünya'da cennet yaratma sendromu en kadim hastalıktır.
İlginçtir ki cennetimsi bir ülke, coğrafya kurulsa bile bir süre sonra insan orayı da cehenneme çevirme konusunda çok becerikli olabilmektedir.
Ademoğlu'nun cennetinde cehennemi, cehenneminde cenneti deneyimleme ve yaşama yazgısı, Dünya'ya sürülüşü ile eş zamanlıdır.
Ortadoğu dediğimiz coğrafyanın Kuzey Afrika'yı, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Türkiye'yi de içine alacak şekilde yeniden tanımlamayı dayattığı bu zaman diliminde, Troya Savaşı ilginç bir anımsatma olacaktır.
Tarihte Kuzey Afrika'yı ve Güney Avrupa'yı ilk kez Ortadoğu olarak resmeden savaştır Troya.
Doğal olarak Troya Savaşı'ndaki aktörler semboliktir. Helen de bildiğimiz kadın Helen'in yanı sıra bereket yani ekonomik ve sair çıkarlar silsilesidir.
Troya Savaşı bu bağlamda hem reel politik savaş hem de ezoterik semboller ve okuma gerektirmektedir. Ancak böyle okunursa, tarih, daha anlaşılır olacaktır.
Batı'dan Doğu'ya doğru yapılan hareketleri, Helen'i elde etme, yani ekonomik, askeri, siyasi ve sair çıkarları sağlamak olarak açıkladığımızda karşımıza kadim tarih dersleri çıkmaktadır.
Bu bağlamda Yunan mitolojisi daha henüz el sürülmemiş bir hazine işlevi görmektedir.
Ortadoğu, Atlantik Okyanusu'na kadar uzandığına göre, Doğu Akdeniz'de gelişen olayları okült bir içerikte ve ezoterik bir analizin ışığında kadim tarih bağlamında ele almak ta zorunluluk haline gelmektedir.
Ortadoğu'nun yakın tarihine dönüşün tüm stratejik parametreleri bir bir somut olarak ortaya çıkmaktadır.
İnsanın, şirketlerin ve devletlerin kendilerini garantiye alma çabalarının, sürekli mevcut konumlarını tehdit eder hale gelmesi paradoksu çalıştıkça, korku giderilmek istendikçe büyüdüğünde, Zeus bütün kadim siluetiyle seslense de tarih bir defa daha döngü için harekete geçecektir.
Yeni Ortadoğu haritasında Kuzey Afrika ülkelerinin yanı sıra Güney Avrupa, Pakistan, Hindistan ve Türki Cumhuriyetler de yerini alacaksa Bir Yol Bir Kuşak Projesi kapsamında Çin'in bir ayağı Kazablanka'da bir ayağı da Londra'da mı olacaktır?
Zeus coğrafyasının ve Roma İmparatorluğu paganizminin sırları ve sınırları daha kök ülkeler tarafından dahi ciddi araştırmalara konu edilmemiştir.
Yunan mitolojisindeki her savaş, doğal olarak küresel bir tebliğ ve izah içermektedir.
Ortadoğu'nun kadim tarihi de burada Yunan mitolojisi ile ortak kümeler oluşturur. Çok Doğu'da ve uzaklarda unutulan kadim Türk mistik tarihinin Türkler tarafından da hâlâ el atılmamış olması ve Türk tarihçiliğinin dökümanter tarih tuzağına düşerek en değerli antropolojik verilerini kaybetmesine rağmen Perslerin Antik Yunan seferleri ile Türk mitolojisi de Yunan mitolojisinin içinde kendine bir saha bulmuştur.
Ortadoğu'da yakın tarihe dönüşün mitolojik boyutu da hala el atılmayı beklemektedir.
Yemen'in jeostratejik konumu, mitolojik yönü göz önüne alınırsa ihmal bile edilebilir.
Yukarı Doğu Afrika'nın da Yeni Ortadoğu haritasındaki yeri, jeostratejik boyutu önemli olmakla beraber, bu coğrafyanın da Dünya'nın en kadim mitolojik hazinelerine ev sahipliği yaptığı bilinmektedir.
Önce mitolojik pusula sahipleri yola çıkar, ardında da ekonomik, askerî, siyasi, diplomatik ve dinsel donanımlar sahne alır. Bu, tarihî bir gerçekliktir.
Küresel mitolojik literatür ile, küresel  ekonomik, siyasal, diplomatik, askeri, kültürel, dinsel ve küresel jeopolitik yayınlar arasındaki korelasyon, tarihin hiçbir döneminde kopmamıştır.
Bu olgu Avrupa ve genel olarak Batı tarafından bilinir, fakat az bilinir. Bu az bilgi bile Batı'yı küresel bir hegemon yapmıştır.
Henry Kissinger gibi bir diplomatik ve siyasi dehanın kitapları okunduğunda mitolojiyi kendisi için olağanüstü bir stratejik pusula olarak kullandığı görülecektir.
Kissinger'ın kitaplarında, beyanatlarında bu bağlamda ciddi veriler vardır. Kissinger'ı okumak bir nevi geleceği görmek demektir.
O Kissinger ki bugünkü tabloyu 50 yıl öncesinden açıkça ortaya koymuştur.
Yine aynı Kissinger şu andaki Ortadoğu ve Avrupa'nın uluslararası ajandasını da yine aynı tarihlerde yine resmen açıklamıştır.
Mitolojik tarihîn üstatları Batı'da ve özellikle ABD, Almanya ve İngiltere'dedirler.
Uluslararası ilişkiler alanında mitolojik boyut genelde dinsel ve kültürel dosyalarda mündemiçtir.
ABD ve İngiltere bu dosyaları Asya'da hep çok eksik bilgiyle de olsa ustalıkla kullanmıştır.
Çin'in elinden alınan en büyük silah da bu kadim tarih içeriğidir. Bu "kadim tarih" içeriği, Bir Kuşak Bir Yol Projesi'nin ana enerji terminali olabilecekken İngiliz ve ABD antropologları ve tarihçileri Çinlilerden önce davranmışlardır.
Ortadoğu'nun yakın tarihine dönüşün yoğunluğu her geçen gün artarken, Zeus'un ve Apollon'un mesajlarını algılamak ve anlamak için Poseidon'un Ege ve Akdeniz sularına bıraktığı ezginin nağmelerini dinlemek gerekir.
Tarih belki bir defa daha antik Yunan birikimini yani mitolojisini İslam dünyası üzerinden öncelikle Batı'ya sonra tüm Dünya'ya aktaracaktır.
Hz. İbrahim'in Mısır ve Mekke, Hz. Süleyman'ın Yemen ve Etiyopya, Hz. Muhammed'in Habeş, Hz. İdris'in Mısır, Roma ve Yunan stratejileri bilinmeden ve anlaşılmadan Ortadoğu'ya yeniden dönüş anlamını bulamayacaktır.
Mısır, Venedik, Ceneviz, Roma, Bizans, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar ve Barbaros günümüze dünden farklı olarak ne söylemektedir?
Stalin'in yani SSCB'nin ya da Rus geleneksel stratejisinin hala aynı çizgisi devam mı etmektedir?
Herkes tetikteyse Niall Ferguson'ın "Hazin Savaş 1914-1918" kitabı bir daha okunmaya değerdir, tabi ki "Meydan ve Kule" kitabı ile birlikte.